Rimbaud’yu anarken
ben o kocaman yakınlaşan ellerimi hatırlamıyorum.
ve kadın hep bir uçurum gibi yaklaşınca durmadan ayrılığa
eğilmiş gözlerime çivilenen acının karbon kimyası
gibi kentin kollarında aynaların çığlığını dindiriyorum
taşımaya müsait olmayan bir yüzle
kanamalı bir öpüş gibi kırdığım vitrin camlarında büyümüş
sonra buna kocaman umut diyorum!
uzunca bir bilet kuyruğunda kaybetmek gibi
hep bir insanla bir insan arasında hırpalanan ellerimi
boş ver yüzüne açtığım pek de müstesna olmayan yaraları
şimdi insanları gömlek cebinden tanımak daha kolay
bazen omuzlarımı saklamak istediğim yerlerde
avuçlarımın arasında hep bir hiç yerine söktüğünüz kalbimi taşır gibi
devrim: cebinde nereye gittiği belli olmayan yan yana iki plastik gül
ve iki paket prozak hapının dramını oynuyorken güneş görmeyen gömleğiniz
ve ne zaman yaklaşsam bir kalabalığa
kalbimi çıkartıyordum pek de geniş olmayan cebimden
sonra buna sonra kocaman bir unut!,diyorum çünkü
çok kolay bir yenilgi gibi her şeyin ilki
ne zaman yakınlaşsam bir kalabalığa
bırak adamlığını kuytularına yağmur ol!,diyorum
insanlaşmayı deneyelim bazen kuru sıkı bir tabanca da işimize yarayabilir
içimizdeki hırçın yerçekimini alt üst edebilir belki de
uzak umutlara hep içine eğimli kalbiyle direnen bir çocuk
belki de bu yüzden ölümün en güzel yeri elleridir
üçgeni en güzel anlatabilendir kırmızı ışıkta elini bir anda bıraktığım annem
ve şimdi kocaman kalbinin kirişlerinde soyunduğum zamanı
taşıyabilir miydim her gün doğarken içinde bir serçenin
terk ediyorum düşlerimi şimdi şiddetli bir çatışma sonrası
kırık omuzlarımın yalnızlığına
ve çıkıyorum sıradan hep bir terk etme arzusuyla çıkıyorum
ne zaman yaklaşsam bir kalabalığa adımlarımdaki
en küçük kara parçası aşk olan hayata! ✪