DeLillo ve Şişedeki Cini

Beyaz Gürültü ve Libra’da Amerikan toplumsallığının kılgısal ve güncel açmazlarıyla yüzleşen DeLillo, Beden Sanatçısı’nda bireyin bu anafordaki yalnızlığını gem vurulmaz, bağını koparmış bir düşüş ritmiyle adeta tartımlıyor.

Ali Karabayram

Beyaz Gürültü ve Libra’da Amerikan toplumsallığının kılgısal ve güncel açmazlarıyla yüzleşen DeLillo, Beden Sanatçısı’nda bireyin bu anafordaki yalnızlığını gem vurulmaz, bağını koparmış bir düşüş ritmiyle adeta tartımlıyor. Duras’ın, bedensel ve ruhsal anlamda tüm dış etkilere açık olmakla koruduğu bir benlik bütünlüğünü karmaşık, kapalı ve steril bir yaşam alanının içsel ve kesintisiz tükenişiyle katmanlandırıyor sanki. Zamanın akışını cisimleştiren, ete kemiğe büründüren bir sürenin ve/veya süredurumun kesinliğini arayışında, Bergson’un olgusal bir kavrayış bilinciyle mekânın akış dinamiklerine ve benliğin oluş çevrimine bağladığı bir zaman kavramına yaklaşıyor. Zaman, olanaklı varoluş biçimlerinden biri olarak, bütün tanım ölçütlerinden ve belliliğinden sıyrılarak seyrelmiş bir yüzey bilgisine dönüşüyor. Temelde, iki kitap arasındaki yazı egzersizleri gibi görünen bu küçük ama ustalıkla sıkıştırılmış felsefi metafor, DeLillo’nun kendi roman ve anlatı evrenine de şirk koştuğu bir alıştırmanın tüm zenginliğini içeriyor.

[sws_blockquote align=”left” alignment=”alignleft” cite=”.” quotestyles=”style04″] Amerikan romanının son çeyrek yüzyılda kolektif bellek yitimi, otomatize olmuş gündelik yaşamın hızı ve ataleti, kapalı ve hermetik grup dinamikleri üzerinden kanonlaştırılmış genel yapısının çok ötesinde metinler olarak kabul gördü. [/sws_blockquote] Beyaz Gürültü ve Libra, yayımlandıkları tarihten bu yana, Amerikan romanının son çeyrek yüzyılda kolektif bellek yitimi, otomatize olmuş gündelik yaşamın hızı ve ataleti, kapalı ve hermetik grup dinamikleri üzerinden kanonlaştırılmış genel yapısının çok ötesinde metinler olarak kabul gördü. Beden Sanatçısı ise, DeLillo romanının öncelikli bağlantı noktaları üzerine kurulmuş olmakla birlikte, bilhassa zaman, zamanın akışı, mekânsal bellek, zamanın akışını maddeleştiren geçiş noktaları gibi felsefi değinileri de içine alıyor. Roman kişilerinden Hartke’nin bedenini testere gibi dileyen “zaman”, bu yeğin akışın maddesel kavrayış noktalarını dağılan, derişen, susan, konuşan, izleyen bir fiziksel bellilikle ortaya koyuyor. Anın içi dolu bir geçiş katmanı olarak varlığın tüm oluş dinamiklerine sindiği bu ayırıcı farkındalık, anın sezgisel bir hakikat olarak kavranışını mümkün kılan Bergsoncu düşünce dizgesinde ya da zamanı ritmik bir yeğinliğe dönüştüren Messiaen’ın müziğinde olduğu gibi, farklı düşünce ya da sanat disiplinlerine özgü bir düzlemde de okunabilir pekâlâ. Messiaen da zamanın bir kütle gibi içine yığıldığı, tortu gibi çöktüğü armonik kalıpları yaratır, tümceleştirir. Bu an kavrayışının bir gerçeklik bilgisi olarak tezahür ettiği yer, bir başka deyişle DeLillo’nun kişileşmiş zamanı, varlığın kendilik bilincini dönüştüren bir doğal yaşam alanı gibi tanımlanıyor. Etraftaki eşyalar, nesneler, sesler, özellikle de romanın başkişisi Lauren’ın tek kelime etmeyen ama sırlarla dolu eşlikçisi, zamanın sessizce akıp gittiği bu yeni evrenin ritmik düzenleyicisi olarak DeLillo’nun romanındaki kalp atışları olup çıkıyor.

[sws_blockquote align=”left” alignment=”alignleft” cite=”.” quotestyles=”style04″]Kendisini tümüyle kapalı ve denetlenebilir sınırlara hapsederek varoluşunu kavrama çabasına giriştiği bu süreç, DeLillo’nun romanının felsefi olduğu kadar dramatik odak noktasını da oluşturuyor. [/sws_blockquote] Bu demagojik soyutlamanın ötesinde, Rey Robles’ın kişiliği ve bir sinemacı olarak meslek yaşamının geçmişe doğru serimlendiği referans noktaları, babası başta olmak üzere diğer aile fertleriyle ilgili değiniler, eski eşiyle Lauren arasındaki ilişkinin ayırıcılığı ve benzer ayrıntılar üzerinden kurulan dramatik bir yapının varlığından da söz edilebilir. Buradaki temel eksen, bir beden sanatçısı olarak vücudunu bir yaratım ya da deney alanı olarak kullanan Lauren’ın, Rey’in intiharından sonraki süreçte, kendini tecrit ettiği alanla içine hapsolduğu beden arasındaki metaforik ilintiyi hissedilir kılan inzivası. Kendisini tümüyle kapalı ve denetlenebilir sınırlara hapsederek varoluşunu kavrama çabasına giriştiği bu süreç, DeLillo’nun romanının felsefi olduğu kadar dramatik odak noktasını da oluşturuyor. Aralarında özgürce dolaştığı, içlerinden istediğini seçip dönüştürdüğü bir referans ağının orta yerindeki DeLillo, romanını, iradi olduğu kadar bir noktada elinden kaçıp kurtulmuş olduğu izlenimi de veren iki kavramsal bütün, zamana has iki bağımsız kavrayış zemini üzerinde biçimliyor: Ruhunun münzevi ağırlığını taşıyan ve arayış sürecinin bir kişilik bilgisi olarak kendini dayattığı dışsal zaman; kitabın sonlarına doğru betimlenen gösteride bedenlerini gerçeklik duyusunun fiziksel belliliğine açan insanların vücutlarına köklenmiş içsel zaman. Bunu bir vücut saatinin organik ve kısıtlayıcı basitliği içinde olduğu kadar, bilişsel süreçlerin beden hallerini tanımlayan doğal işleyiş yasaları dahilinde de okumayı öneriyor DeLillo. Bu çoklu yapının daha önce kaleme aldığı birçok yapıttan ayrıldığı başlıca nokta, bu felsefi derinliği dramatik bir izleğin belirleyici ve kapsayan bütünlüğü içinde işleme isteği kadar, yarattığı tematik çerçevenin felsefi bir özü dönüştüren, farklılaştıran bir ayrımsalla da tanımlanabilecek nitelikte kotarılması aynı zamanda. Uyuşmuş bir kendilik bilincinde teknolojik bir determinizme has dayatmaların yıkıcı ve uzlaşmaz karşıtını bulan Beyaz Gürültü’nün anarşist dolaysızlığı ya da klişeleşmiş –hatta tavsamış– bir konuyu eksen almasına karşın toplumsal bir mitin izlerinde tarihin kendi içine kapandığı bir sarmalın çıkışsızlığını özellikli bir vurguyla anlatan Libra’nın yalınlığı dikkate alındığında, Beden Sanatçısı, daha çok, DeLillo’nun kendi yapıtıyla giriştiği hesaplaşmanın merak uyandıran bir ürünü olarak dikkati çekiyor.

Son olarak, çeviri üzerine birkaç not: DeLillo’nun yapıtı, tüm dilsel öğelerin kaotik bir bütün içinde, çoğu zaman uyumlu bir toplam oluşturması için bir araya getirilmemiş, yazı yazma eylemini bir tersinlemeyle olumlayan, romanın tanımlanabilir bir mihver ya da genelleme üzerinde ilerler gibi görünürken bile kendi varlık sebeplerini tartışmaya hazır almaşık bir yapıda işlendiği çok-katmanlı bir özellik gösteriyor. Dolayısıyla, belki bunu bildiği için ya da mesleki titizliğinin bir göstergesi olarak, çeviri sürecinin içine dahil olmayı, yapıtını çevirmenle tartışmayı, bazen dışarıdan yardım alarak bazen de yazar sezgilerini kullanarak yapıtının başka bir dilde üzerine kurulduğu fiziksel zeminin ayırıcı özelliklerini ve dayanaklarını bilmeyi, anlamayı talep ediyor. Beden Sanatçısı’na Türkçe’de biçilen karşılık, DeLillo yapıtının temel özelliklerine olduğu kadar romanın münferit ve deneysel niteliklerine de ayak uydurma kaygısının samimi bir ifadesi. DeLillo’nun işbirliği talebinde vücut bulan varoluşsal kaygılara ne derece karşılık verdiği sorusunun yanıtı ise çevirmenin kendisinde saklı.

Beden Sanatçısı; Don DeLillo

Çeviren: Gürol Koca

Everest Yay., İstanbul, Ekim 2003

[divider]YAZI HAKKINDA[/divider]

Siyahi Dergisi Sayı 2’de [İstanbul, 2004] yayımlanan yazı, Süreyyya Evren ve Siiyahi Dergisi izniyle burada tekrarlanmaktadır.

 

  ✪

Önceki

Alejandro Jodorowsky’nin Gerçeğin Dansı açıklaması

Sonraki

[Norgunk Yayıncılık] Alpagut Gültekin: Kitapların sesini duymak