“URBAN LOUSY” INDEPENDENT, DEPENDENT & PENDENT RESTIVAL

Kendi haritalarımızın mahlukları olmaya, kendi sözümüzü bağımsız söylemeye, bir araya gelmeye ve beş benzemez istikamete dağılmaya devam edelim.
Haziran '10

URBAN LOUSY
@ BERLIN 18 – 20 – 21 Haziran 2010 
CIRCUS CHARIVARI
@ COLOGNE 3 Temmuz 2010
urbanlousy ( at ) gmail ( point ) com

Urban JealousyUrban Lousy Radio

Utku Tavil, Junktion “Nasdia”, Bijan Moosavi, 2/5bz & Chipttomaniax , Voodoobik, Payman, Gozel Radio, Martin Shamoonpour, Kostja Picunda 84, iKu Sakan, Urban Jealousy Band, Urban Louzilla Sounds & Visuals ve dahası…

Sanat piyasası “ya benimsin, ya toprağın” diyordu, biz de kaçtık. Bir para babasına eş(ya) olmamak için kaçtık, sanat aşığı kurumsal yapılara metres olmamak için kaçtık. Yaptığımız Gezici Bienal başka bir aşk hikayesiydi. İstanbul’dan Berlin’e oradan Belgrad‘a konduk . Bir kentten bir kente konarken, tek kıskanılan biz değildik zaten.

Hilkat garibeleri, ucubeler vardı mesela. Çoğunluğu mahlukattan sayılır, kenara köşeye tıkılır, görünmesin diye etrafı sarılır, görünenin kafası taşla yarılırdı. Yeterince egzotikse bu hilkat garibesi, kenarda durmak için izinli sayılırdı. Birisi bi’ bakıp çıkmak için para sayardı ya, sirkin panayırın köşesinde, ona müsamaha tanınırdı. Yeterince kuvvetliyse mahluk, arenaya salınırdı. Muktedirleri eğlendirdiği sürece, ucubeye yer ayrılırdı. Meraklısı kıskanır mıydı hilkat garibesini? Ucubede iktidar sahibine ait ne vardı?

Bugünün kentinin meraklısı da bi’ bakıp çıkıp, kar etmenin peşinde. Bugünün kentinde de meraklısı, iktidar derdinde. Yeri geldiğinde, gözü garibenin durduğu yerin ta kendisinde. Bugünün kentinde büyük paralar araziden kazanılırken, iktidar derdindeki, hinoğlu hin, kıskançlığının kökü açgözlülüğünde.

Açgözlü, paraya para dememek için, herkesi yerinden etme işinde. Mesela o ucubenin ne işi var ki o kadar değerli yerde? “Gitsinler bunlar buradan” derken çeşitli yollara baş vurulmakta , gerektiğinde güç kullanılmakta, “… bunlar suçludur, düşmandır, tehdittir” de işin bahanesi olmakta. kıçına bir damga basıp, kolluna bir çip takıp, en etkin en ucuz yöntemle, uzağa atılması, duvarlar, teller ardına koyulması gerekmekte. Mekanın ancak öylece mutenalaşacağı, kentin ancak öylece yenileneceği ve hayatın da ancak öylece sürdürülebilir olacağı söylenmekte.

Aynı zamanda açgözlü, paraya para dememek için, onları yeniden inşa etmenin de derdinde. Varsa bir egzotiği, yeteneklisi, güzeli, onun da becerisini alıp satmanın, teşhire koymanın, özelliğini, güzelliğini kendi bedenine yamamanın peşinde. Kendi yarattğı frankeştayn ile köprü ve diyalog işinde. Zaten icap ettiğinde devşirme mahlukları itinayla yaratma, pazarlama, olmadı piyasasını bizzat kurma yeteneğinde.

Piyasada bir ederin yoksa, kent seni istememekte. Pazarlanamazlık üstü kuruntulu düzene gıcık gitme ihtimalin, altıncı parmağının, üçüncü gözünün, kuyruğunun, boynuzun yerine geçmekte. Fişlenme, şişlenme, kıçına damga, koluna bir çip, en ucuzundan, en etkininden defedilme, hapsedilme, defnedilme ihtimali senin önüne de gelmekte.

Kentin açgözlü yeni efendileri “güvenlik… güvenlik…” diye inlemekte. Piyasa tanrısı, her günü güvenlik bayramından sayıp, kurban istemekte.

Peki, eski haritaların yeni ejderhalarının, mahluklarının, dinozorlarının, ucubelerinin, hilkat garibelerinin ne yapması gerekmekte? Biz ne bilelim…

Bi’ düşününce, kent berbat, efendileri kıskanç. Derdimiz kıskançlığa yüz vermeyip, kaçak noktaları kovalamak ya, kaçak noktamız, yeri geldiğinde kentten daha berbat olmaktan çekinmemekte, bu arada, piyasaya götü kaptırmamaya, güvenliğe kurban gitmemeye , sermayenin dekoratif unsuru olmamaya itina etmekte. Ne diyelim…

Kendi haritalarımızın mahlukları olmaya, kendi sözümüzü bağımsız söylemeye, bir araya gelmeye ve beş benzemez istikamete dağılmaya devam edelim.

 ✪