Hasan Bey ve Bizans

Bu kadar yıl sonra, şu ana dair bir hikaye.


Cengiz İlhan

Avukat Hasan bey gözlüklerini düzeltti:
— Önce Bizans, unutmayın. Bu günkü içtimai gerçeklerimizi anlamak…
Özer, Turan’a: Turan da Özere baktı:
— Bizans. .?
— Evet Bizans, bunu kat’iyetle ifade edebilirim. Bizim için…
Adliye salonunda kim yok. Hepimiz. Sık sık da mübaşirler. Köşede, kalın bir sütunun yanında, Özer Turan ve Hasan bey.
Hareketleri büyük, geniş: konuşması coşkun, tesirli.
En başta Bizans. Bizans ile Osmanlılar: Bizans ile içtimai müesseselerimiz.
Romalılar, biraz da Cermen hukuku.
Cübbesini ensesinden arkaya atıyor. Tıpkı mahkemede gibi. Gözlüklerini düzeltiyor sonra. Arada bir çıkarıp şiddetle sallıyor, Gerçekleri bulmak için çalışmak…
— Müesseseleri başından itibaren almalıyız, yoksa..
Gözlüklerini tekrar çıkardı, havada geniş bir daire çizdi ve dinleyicilerine doğru sertçe salladı.
Turan, araya girmek istedi. Ellerini cebinden çıkarmış, ceketini iliklemişti.
— Evet, doğru Hasan bey. Yalnız ben.
— Sen mi? Sen Teodora’nın aşklarını bilirsin oğlum.
Güldü. Kesik kesik ve alaylı. Cübbesinin yakasını ensesinden arkaya attı. Keskin ve parlak zekâsı, konusunu hamur gibi yoğurmuştu. Nüktelerle de delik deşik: biliyordu.
— Çok düşündüm ve anladım. Profesör Fellini’ye göre…
Özer, çekingen:
— Galiba, dedi, galiba Fellini rejisördür.
Öyle mi, yaa.. Tuhaf.
— Evet evet
— Neyse, öyle olsun, profesöre göre Bizans, Roma ve Osmanlılar arasında… Rejisör demek, tuhaf, hiç zannetmiyorum ama.. Evet bunlar arasında bir…
Araya mübaşir girdi, Hasan bey’i çağırdı. Bizans da, Roma da, Osmanlılar da yarıda kaldı. Sigarasını attı ve gitti.
— Şimdi geliyorum, bir dakika, kısa bir iş..

Dönüşünde kimseyi bulamadı. Ne Özer, ne Turan. Baro’ya baktı, yoktular. Salonu iki defa dolaştı. Dikkatinden kaçmış olabilirdi. Boşuna, hepsi boşuna. Hiç olmazsa birisi kalsaydı. Belki de işleri vardı, kimbilir. Sıkıldı, Baro’ya döner; ken isteksizdi. Konuşmasını tamamlamak isterdi. Konuşmak, anlatmak, zekâsının inceliklerini bir bir göstermek. İlmi düsüncenin esaslarını…
— Nasıl da aval aval dinliyorlardı.
Haksız da sayılmazlardı. Hasan bey sonra kendisini dürsündü. Artık konuşmasını yeni baştan yaşıyordu. Önce Bizans,. arkasından Romalılar ve en sonra Cermenler. İlmi kudreti bütün bu büyük problemleri darmadağınık etmiş, esas noktalarını ortaya koyuvermişti. Bir yanda kudretli zekâsı, diğer tarafta çalışmaları ilmi kudretini besliyen iki ana kaynaktı. Kendi kendine
— Zekâm, müktesebatım ve çalışmalarım gösterdi ki, dedi.
Sonra güldü. Hafifçe güldü. Bu gülüşte herşey vardı. Gurur da, güven de, hepsi. Biraz da alay.
— Merhaba Hasan.
— Merhaba Cevdet.
— Bakarım, dalmışsın yine.
— Hiç, bu günlerde Bizansı tetkik ediyorum da..
— Ne?,
— Bizans canım. Biliyor musun…
— Bırak sen şimdi Bizansı. Elhamra’daki filmi gördün mü. Eh birader çocuklarla gitmiştik, görme bir güldük bir güldük.
—Gülmek mi, hah, düşünmeyi tercih ederim dostum. Gülmek nedir biliyor musun? Psikolojik ve sosyal her hareketin bir menşei vardır. Ogüst Kont eserinde..
— Bırak Allahaşkına.
— Bırakmak mı? Biz müktesebatımızla…
— Kusura bakma Hasan, biraz işim var.
Cevdet bey çantasını çabucak topladı ve gitti. Yine traşa tutulduk diye düşünmüştü. Kurtulduğuna seviniyordu.
Hasan bey tekrar hafifçe güldü. Bu dudaklarını ağzının gol tarafına toplıyan bir gülüştü. Gözleri küçülüyor ve inceliyordu. Hasan bey bu anlarda keskin zekâsının gözlerinde kıvılcım kıvılcım parladığını bilirdi. Dar dünyalı küçücük ‘insanlar. Sözde aydınlar. Var mı karı, var mı sinema, var mı gazino ?
— Müktesebatım ve çalışmalarım, dedi kendi kendine.
Bizans, yine Bizans, tekrar Bizans. Yolda bu, yazıhanede bu, her yerde bu. Otururken Bizans, kalkarken Bizans. Hasan bey konusunu parça parça bölüyor, didik didik didikliyordu. Artık Bizans’ın iler tutar tarafı kalmamıştı. Mağlup bir düşman gibi yerde can çekişiyordu. Dirseklerini, yazıhanesinin parlak camına dayadı, başını elleri arasına aldı. Böylece konusuna en son ve kat’i darbeyi indirmiş oldu. Sonra kalktı geniş adımlarla odasında dolaşmaya başladı. Bizans’ı tetkik eden bir çok ilim adamı vardı, fakat onun gibi kimse.
— Fikirlerimi bir makale halinde toplamalıyım, dedi.
Bir sigara yaktı. Meseleyi siyasi, iktisadi ve hukuki olmak üzere üç bakımdan tetkik ediyordu. Sigarasından bir nefes çekti ve birden anladı. Konusu ve fikirleri bir makalenin çerçevesine sığmıyordu. Taşmıştı. Onun gibi bir adam böyle bir konuda ancak kitap yazabilirdi.
Kararını verdi, kitap yazacaktı. Heyecanlandı, bir ileri bir geri dolaştı. Adımları sert ve genişti. Bir sigara yaktı, bir iki nefes çekti söndürdü. Sonra tekrar bir sigara. İlk, kitabının ismini düşündü. İnce ve parlak zekâsını bu işte güçlük çekmiyeceğini biliyordu. Ve öyle oldu. İkinci turda isim hazırlanmıştı. “Roma Bizans Tesirleri ve Osmanlı Müesseseleri.” Bir de düşünceler, ekliyecekti, vazgeçti. Hemen yerine olurdu. Vakit kaybetmek istemiyordu. Önce yeni bir karton aldı. Sonra bir top da kâğıt. Kâğıtları dikkatle deldi ve kartona tek tek yerleştirdi. En sonunda da teli bastırdı. Artık hazırdı.
Kartona büyük harflerle kitabımın ismini yazdı. Yine büyük harflerle birinci sayfaya da “Giriş”, onun altına da romen rakamıyla bir. Kitabı ilim dünyasına yenilik getirecekti.
Metodunun sağlamlığı, fikirlerindeki kuvvet ve yenilik, dikkatten kaçmamalıydı, kaçmıyacaktı da. Cumhuriyet gazetesinde genç bir avukatın başarısı başlığını görür gibi oldu, eseri hakkında verilen izahları tasarladı. Resmi basılmış altına da ilim dünyasında yeni bir ses, yazılmıştı. Yabancı diller, mese18, İngilizce, Fransızca. Eseri mutlaka bu dillere çevrilecekti.
Metodundaki sağlamlık, meseleleri incelemekte gösterdiği kuvvet ve fikrindeki yenilik. Hasan bey şimdi de eserinin yabancı dillerdeki nüshalarını görüyordu. Tebessümü dudaklarında zorla saklıyabildi. Sevinci de, gururu da, hepsini.
— Budalalar görsünler bakalım. Benim kim olduğumu anlasınlar. Hadi Hasan göster kendini, gayret.
Tekrar bir sigara yaktı, sonra dolmakalemini aldı. Ar(ık eserini yazmağa başlamıştı. Kâğıdın sol yanına küçük bir rakamını yazdı ve bir küçük çizgi çekti. Sigarasından bir nefes, bu defa da Bizans. Arkasından gözlüklerini düzeltti. Yazıhane karanlık değil miydi. Yağmur yağacaktı galiba. Işığı yakmak istedi, hattâ yerinden biraz kalktı da, ama sonra vazgeçti. Bol ışıkta çalışamadığını hatırlamıştı Nasıl bütün büyük adamların kendilerine has incelikleri varsa bu da onun inceliğiydi, bol ışıkta katiyyen çalışamazdı. İmkânsız.
Fikirleri kaybolur giderdi. Loş ille de loş.
Önce yazdığı Bizans kelimesinin yanına bir virgül koldu.
— En çok Cevdet’e kızıyorum, ukâla serseri. Cumhuriyet gazetesinde resmimi görünce ne hale düşecek.
Sigarasını söndürdü ve başladı. İlk olarak kartonun kapağına yazdığı eserinin ismine bir daha baktı, ve yüksek sesle okudu. Kalemi uzandı, Bizans’ın (B) si, Roma’nın (a) sı ve Osmanlıların (m) si üzerinden bir daha gecti..İyi yazılmamışlardı, anlaşılmıyordu. Arkasından hatırladı, ismini yazmayı unutmamış mıydı? Bu defa kalemi sag köşeye büyük harflerle Hasan Dinç ismini” yazdı. Altına da avukat, onun altına de kalın sert bir çizgi, Gözlüklerini düzeltip şöyle bir baktı.
Gizli bir tebessüm dudaklarını büzüyordu. Şimdi sıra, giriş’e, büyük bir’e gelmişti. Kalem onların da üzerinden bir daha ve yanlış anlaşılmıya yer vermiyecek şekilde gecti. Açıklık ve kesinlik. Hasan bey açık ve kesin olmıyan hükümleri sevmezdi.

Bizans ile başlıyan cümlesine devam etmek istedi, ama olmadı. Kaleminin ucuna küçük bir kâğıt parçasının takıldığını dehşetle görmüştü.
— Bu şekilde bir uçla kat’iyyen yazamam.
Temiz uçlu bir kalem Hasan Bey’in inceliklerinden ikincisiydi. Yazıhanesinin bütün gözlerini aradı, küçük, üzerinde herhangi bir not bulunmıyan bir kâğıt parçasını sonunda buIabildi, Kâğıdı katlayıp ucunu sivriltti ve büyük bir dikkatle kaleminin ucunu temizledi. Bu arada başka hiçbir şey düşünemezdi. Kalem ucuyla, Bizans’ın, Roma’nın bir arada bulunmıyacağını biliyordu. Eserinin ilk sayfasını ilmi kuvvetine uygun bir şekilde şiddetle buruşturup kâğıt sepetine attı. Kalan yazılara tahammül edemezdi, kat’iyyen edemezdi. Yeni bir kâğıda tekrar Giriş yazdı, tekrar büyük bir, sonra sol köşeye tekrar küçük bir ve Bizans, en sonunda da tekrar bir virgül.
Ve sonra tekrar bir sigara,
“Bizans ile Roma’nın bir arada düşünülmesi…” eserinin ilk satırı oldu. Ama devam edemedi. Terslikler üst üste geliyor, eserini yazmasına engel“oluyordu. Bu defa da saati görmüştü. Gözlerini bir an için eserinden kaldırmıştı. Sigarasından bir nefes çekecekti. İşte o anda saati gördü. Vakit öğleyi geçmişti. Evde yemeğe bekliyorlardı. Üzüldü. Şimdi herşeyi bırakıp eve gitmek. Yanlızca bir yemek için. Ama karısı bekliyordu.
— Sonra, dedi, sonra, ne yapalım.
Dudakları tekrar büzüldü. Sıkıntıdan bu defa. Fakat çaresizlik, Hasan bey zihni bir şeye takıldı mı başka hiçbir şey düşünemez, hissedemez hattâ. Bütün büyük adamlar gibi. Ne otomobil, ne otobüs, hiçbiri. Hepsi de fikirlerin dünyasında kaybolur giderdi. Otobüs durağında kendi kendine:
— Belki de bir gün bu yüzden ölüp gideceğim, dedi.
Bizans ile Osmanlı münasebetlerini düşünürken üzerine gelen bir otobüsü hissetmiyor ve ölüp gidiyordu. Ölmesi bir şey değildi, fakat eseri yarım kalacaktı, Bunun hem milli kültürümüz, hem de ilim dünyası için bir kayıp olduğunu biliyordu. Üzüntüsü bundandı, başka hiç.
Otobüste durmadan ölümünü düşündü. Bir arkadaşı selâm verdi, görmedi. Zihni düşüncelerle doluydu, Ölümüne dalgınlığının sebep olduğunu anlıyacaklardı. Dalgınlıksa ilmi konularda fazla çalışmaktan oluyordu. Bunu bilmiyen mi vardı ?.
— Alim adamdı, diyeceklerdi, kimbilir ne düşünüyordu.
Akıllılar yaşamaz Zaten.
Sokağın başında indi. Caddenin diğer tarafına geçerken hızla gelen bir otomobile yol verdi. İşte diye düşündü, bu otomobilin altında kalabilirdim.
Evinin kapısını çalan artık Hasan bey değildi. Konu komşu herkes toplanmıştı. Alim adamdı diyorlardı. Neler bilmezdi. Bir dakika bile boş geçirmezdi. Ya kitap okurdu, ya da düşünürdü.
Karısını çok sonra görebildi.
— Sorma, dedi, az daha senin efendi gidecekti, ölüyordum.
— Allah aşkına ne oldu?
— Şu otomobiller de.. Anlamıyorum, hiç anlamıyorum.
— Allah korumuş.
— Ben de biraz dalgındım ama.
— Kimbilir yine neler düşünüyordun?
— Ben mi, hiç!
— Öyle öyle.
— Bizans. Biliyorsun son günlerde Bizans üzerinde çalışıyorum.
— Hiç de dikkat etmezsin.
— Dikkat zihnin bütün faktörleri ile bir noktaya teksif edilmesidir. Ben aklımı otomobil yollarına teksif edecek yerde, eserime tahsisi evleviyetle tercih ederim, mevzubahis olan hayatım da Olsa.
Önce aptesthanede sonra, da el yıkama yerinde tekrar etöekten kendini alamadı. Sözlerini beğenmişti.
— Mevzubahis olan hayatım da olsa.. mevzubahis olan..
Mutfağa gecti, yemeğin çabuk hazırlanmasını söyledi. Geç kalmak istemiyordu. I4itabına hemen başlamalıydı. Vakit kaybetmiyecekti. Hiç mi hiç.
Hasan bey fikir meselelerinden sonra, ikinci olarak yemeklerin çeşit ve nefasetlerine düşkündü. Sofraya her zaman büyük bir dikkat ve zevkle oturur, yemeğini iştahla yerdi. Bu arada karısını ve başka bir dâvetlisi varsa onu fikir meselelerinde aydınlatmaktan, olayların gerçek yönlerini belirtici İzahlar yapmaktan da geri kalmazdı. O gün de karısına eseri hakkında bilgi vermek istedi.
— Bugün eserime başladım, hanım.
Karısı Hasan bey’in bu yoldaki izahlarının büyük bir dikkatle karşılanması gerektiğini biliyordu.
— Herhalde çok büyük bir kitap olacak. Büyük ve güzel.
— Evet. Bugüne kadar olan müktesebatım ve bundan sonra yapacağım çalışmalarla eserimi ilim dünyasına yeni bir ses olarak bırakacağım.
— Tabii, sen bunu yapacak kuvvettesin. Her zaman söylerim. Bir konuşmağa başladın mı…
— Eserimde meseleyi üç bakımdan mütalea ediyorum. Önce umumi bir giriş ve metod, sonra meselenin iktisadi, içtimai, hukuki yönü, en sonunda da netice..
Çatalını zeytinyağlı enginar dolması ile doldurdu. Haki katen güzeldi. Çenesi iştahla kımıldadı ve bu yüzden konuşması yarıda kaldı. Karısı:
—- Tabii, dedi, görmüyor muyum, sen konuşurken herkes nasıl dinliyor.
— Dinlemek dedin de aklıma geldi, bugün Baro’da arkadaşlarla Bizans’ı tetkik ettik. Onlara meseleyi şöyle kabataslak anlatıverdim. Şaşırdılar. Budalaların hiçbirisinin aklına Bizans gelmemiş.
—- Tabii sen…
— Bizans bilinmeden bir şey yapılamaz. Onlara bunu anlattım.
— Sen konuşurken kimbilir..
— Metodum, olayları oluş şartları içersinde incelemektir. Romadan sonra Bizans.
— Kimbilir nasıl.
— Evet pozitivizm’i kabul ediyorum, ama gerçek mânasiyle pozitivizm ve yeni bir idrâkla, nitekim..
Sıra kayısı kompostosuna gelmişti, bir kaşık aldı ve cümlesi tekrar yarıda kaldı.
— Evet ne diyordum..
— Komposto güzel mi Hasan, istediğin gibi yapabilmiş miyim?
— Ne komposto mu, ha güzel. Nitekim…
Sözünü yine tamamlıyamadı. Komposto hakikaten güzel olmuştu. Aralıksız içti. Bitirdiği zaman karısı kalkmış, sofrayı toplamağa başlamıştı.
Artık çalışmak zamanıydı. Akşama kadar aralıksız. Bugün girişi tamamlıyacaktı. Sigarasını yaktı ve radyoda bir müzik buldu. Sonra divana uzandı. Üzerinde bir ağırlık hissetmiyor değildi. Sıcaklar da. Eserinde meseleyi üç bakımdan inceliyordu. Önce giriş ve metod. Bu sıcak da. Kolunu kaldıracak hali kalmamıştı. Yorgunluk. İş bir yandan, fikri çalışma bir yandan. Sabahtan akşama kadar.
— Yine iyi dayanıyorum, yerime başkası olsa, dedi kendi kendine.
Bir sigara daha. Gözleri küçülüyor küçülüyor, ufacık bir nokta oluyordu. Zekâsını bütün incelikleri ile aksettiren gözleri, yok gibiydiler. Kolunu kaldırmak istese kaldıramazdı. Yavaşça.
— Eserim, dedi, Bizans.
Davranmak istedi, imkânsız. Arkasından hemen hatırladı.
Kendisinde en çok beğendiği taraflardan birisi de gerçekleri görmesi değil miydi? Zindelik fikirlerin iyi ifade edilebilmesi için şarttı. Bu yorgunlukla yazacağı kısımlar istediği kuvvette olmıyacaktı. Giriş gibi mühim bir kısım da zaafa gelmezdi. Hasan bey biraz uyumanın maddi gerçeklere ve eşyanın tabiatına uygun geleceğini anlamakta gecikmedi. Tabiatı eşya bunu emrediyordu ve Hasan bey gerçekçi bir adamdı. Sigarasını söndürdü, radyo’yu kapattı.
— Hanım, dedi, ben biraz yatacağım.
— Ne, gidiyor musun, anlamadım.
— Hayır, hayır, yatacağım biraz. Sonra… ✪