KargaMecmua’da Futuristika!

KargaMecmua'nın 41. sayısı çıktı! "Yemek" dosya konulu yeni sayıda "lezzetli" başlıkların arasında bir de Futuristika! röportajı bulunmakta, Kadıköy'den fütursuz karaşın müdahaleler...
Ağustos '10

KargaMecmua‘nın “Yemek” dosya konulu 41. sayısı çıktı! Yeni sayıda yemek ve yemek yemek ile ilgili bolca kişisel yazının yanında Nekropsi, Laurie Anderson, ANBB (Alva Noto – Blixa Bargeld), Tuli Kupfer Berg (The Fugs) yazıları, Güney Amerika Seyahatnamesi’nin 2. bölümü, Dostoyevski ve Puşkin evlerine ziyaretleriyle Saffet Sözen izlenimleri, Osman Kaytazoğlu ve Rafet Arslan’ın kişisel dökümleri bulunmakta. Tabi bir de Futuristika röportajı!

Zafer Yalçınpınar’ın (EVVEL Fanzin) KargaMecmua için gerçekleştirdiği röportajın tamamını aşağıda okuyabilirsiniz. KargaMecmua ekibine, Tayfun Polat’a ve Zafer Yalçınpınar’a gösterdikleri ilgi ve özen için teşekkür ederiz.

Zafer Yalçınpınar: Futuristika, enteresan mevzuların enteresan dergisi olarak uzun zamandır internet üzerinden yayın yapıyor ve gerçekten en ilginç noktalara, en ilginç yaklaşımlarla değiniyor. Ayrıca, yurtiçinden ve yurtdışından bilinmedik medyaları, haberleri, efemeraları okuyucuyla, dinleyiciyle ve izleyiciyle buluşturuyor… Futuristika! fikrinin oluşum sürecinden ve ateşleme mekanizmasından bahsederek açalım mevzuyu… Futuristika geleceğe uzanmaya nasıl ve ne zaman başladı?

Barış Yarsel: Tam tarih vermek gerekirse, 1 Ocak 2008 ilk saatlerinde doğdu. Tıpkı Meksika’daki Zapatist hareket gibi, yeni bir yılın sabahında ilk sözümüzü söylemiş olduk. Başlangıçta konsepti blog zannedenler çoktu haklı olarak. Oysa derginin kurucu tayfası olan ben, eşim İpek ve Pınar İlkiz Türkçe bloglarda uzun geçmişlere sahip insanlar olsak da, Futuristika! tamamen bir dergi mantığıyla başladı yayına. Sayfaların içeriğe göre farklı tasarlanmasından, teknik ve editoryal olarak planlanmasına kadar, önemsenen bir iş olmasına çalışıldı. Tek farkı basılı olmamasıydı. Bir anlamda, hem kendimizi hem de okuyucumuzu dönüştürme sürecine girdik ve bu konuda çok yol almış olsak da, diyebilirim ki, bu dönüşüm alanını genişleterek yayılıyor.

Dergilerin muazzam bir etkileme gücü olduğuna inanıyoruz. Kitap ya da gazete ya da herhangi bir yayın aracında olmayan bir özgürlük hissi veriyor. Dünya, dergilerin keşfettikleri güzel konularla daha da güzelleşiyor. Birer “dergi delisi” olarak, uzun yıllardır sanat, edebiyat, moda, tasarım, müzik, kısa öykü dergilerini takip ediyoruz. Yeraltına ilgi gösteriyoruz, fanzinleri okuyoruz, dişçimizin dergilerine sulanıyoruz. Bir dergiyi bulabilmek için şehri boydan boya dolaşabiliyoruz. Moskova’ya gidince Kiril alfabesinde, Atina’ya gidince Yunanca bir dergiye bakıp sahip olmaktan, tümüyle anlamasak da haz alabiliyoruz.

Dünyanın herhangi bir yerinde dergilerle uğraşan o büyük, kalabalık ve güzide yaratıcı kitleye dâhil olmanın tadını yaşamaya karar verince, dergimiz harekete geçti. Fikir de şuradan çıktı; bu ülke avangart, gerçeküstü, ana akım dışında kalan karşı kültür ve alt kültür mecralarında ve bunların yanında genel olarak orta sınıf ahlakının lanetlediği “karaşın” mevzularda bir miktar kavruk gibi, hatta neredeyse çöl gibi… O zaman piste çıkalım da iki kıvıralım dedik ve değişen zamana rağmen, dergi kolektif bir zihnin yeri geldiğinde suratlara iyi oturan bir yumruğudur diye düşündük, böyle başladı.

Neden Futuristika? Çünkü kendimizi geçmiş ve gelecek arasında sıkışmış, ancak bunun acısını dergi için üretimle aşan kişiler olarak konumlandırıyoruz. Retro ve vintage olan ile gelecek arasında ruhani ve maddesel bağlar olduğuna inancımızla, geçmişteki geleceğe, gelecekteki geçmişe atıyoruz. Gelecek tüm güncel sıkıntılara, çürümüşlüğe rağmen, rezil bir gelecek olacağına dair güçlü işaretlere rağmen dikkate alınması gereken bir umuttur. Ayrıca, Türkçe’de fütursuz olmak da, hiçbir şeyi takmamak anlamında. Yani, gelecek yok diyen punk hissiyatından hareketle, gelecek varsa da biz geleceksiziz.

ZY: Varsa ilkelerinizden yoksa da ilkesizliğinizden bahseder misiniz? İçerik dengenizi nasıl oluşturuyorsunuz, ele aldığınız enteresan mevzuların bir ucu bucağı var mı? Ya da bir uçbeyi…

BY: Bir yandan belirli kurallarımız var; faşist, cinsiyet ayrımcısı, önyargılı, cahil ve cehaletinin farkında olmayan ve hatta fedakarlıkla üretilen her türlü esere sadece internet üzerinde Andy Warhol’un mutasyona uğramış önsezisiyle sadece 15 saniye ayırıp ahkam kesenlerle işimiz olmayacaktır. Öte yandan, dergiye ulaşan, Futuristika! bünyesinde yer alsın diye düşünülen her esere saygı duyuyoruz ve ismine cismine bakmadan değerlendirmeye çalışıyoruz. Çünkü ana akıma dâhil mecralarda olmayan önemli zihinlerin olduğuna mutlulukla inanıyor ve şahit oluyoruz. Bu konuda zamanı geldiğinde unutulacak olan önemsiz bir ayrıntıyız, bu yanıyla da kendimizi gereğinden fazla ciddiye almamaya ve keyfini çıkarmaya çalışıyoruz.

Tabi ki editöryal planlamamız, tashih çalışmalarımız, görsel çalışmalarımız oluyor, her dergi gibi. Futuristika! online bir dergi olmasının yanında, belirli dönemlerde İngilizce olarak hazırlanan PDF versiyonuyla da basılı dergi tasarımında yer alıyor. Bu versiyon İngilizce sitede ücretsiz elde edilebilirken, sınırlı sayıda basılı dergiyi dünyada çeşitli yaratıcı kişilere, sanat direktörlerine, bienallere, tasarımcılara, yayıncılara ve kitapevlerine gönderiyoruz. Basılı versiyonun tasarımını 4. sayıya kadar Fatih Gül yaparken, 4. ve 5. sayılar Murat Özköroğlu tarafından kotarıldı. İllüstratörler, şairler, yazarlar, röportaj sorumluları ve fotoğrafçılar derken, sayısı 15’den aşağı düşmeyen bir ekiple hareket ediyoruz. Ayrıca uyuyan ve zamanı geldiğinde bir işaretle ayaklanacak birimler de var şehirlerde, onlar da o büyük geceyi bekliyor.

Konularda oldukça serbest gibi gözüküyor olsak da, aslında belirli ana hatlar üzerinden hareket ediyoruz. Hem yerel hem de uluslararası ilginç işlere imza atan sanatçıları takip edip görüşüyoruz. Bu isimler sokak sanatından, ilginç eşya tasarımcılarına, müzisyenlerden entelektüel simit satıcılarına, politik aktivistlerden sadece bir adet basılmış kitap yazarlarına değişiklik gösterebilir. Önemli olan tek nokta, gerçekten farklı, yüksek ihtimal popüler olmayacak, ancak hızla değişen bu garip dünyada yer almaya devam edecekleri bir araya getirmek mücadelesidir.

Pınar İlkiz: Aslında bu sorunun cevabını Barış’ın “…zamanı geldiğinde unutulacak olan önemsiz bir ayrıntıyız…” cümleciğinden tutup çekiştirerek vermek istiyorum. Bir dergiyi alma sebebiniz ya da öznelleştirerek konuşmam gerekirse, bir dergiyi alma sebebim onu okumak kadar arşivime koyma isteği uyandıracak konuları işlemesidir. Gün gelir bu Sovyet bilim kurgu mimarisi olur, gün gelir ev yapımı limonatanın incelikleri olur. Futuristika!’nın konuları da biraz böyle benim için. Hepimiz internet çocuğuyuz, içini okumadığımız milyon tane adres gönderiyoruz birbirimize çoğu zaman. Ama aramızda hala bir şeyleri merak eden var. “Ben bunu merak ediyorsam elbet birileri daha merak ediyordur” diye düşünerek seçiyorum ben yazdıklarımı. Ankara’da gerçekleşen KÜF projesini merak ettiğim kadar, kurdelelerin her renginin neyi ifade ettiği gibi bir ayrıntıyı da merak ediyorum. Siz etmiyor musunuz?

ZY: Zaten, Futuristika! kapsamında devam eden özel bir tasarımsal kimyadan da bahsedebiliriz. Bu kimya belki de -bana öyle geliyor ki- bir Kadıköy tınısıdır, lodosvaridir… Kadıköy’le -körler ülkesiyle- bağlarınızı sorsam; Kadıköy’ün ve tınısının Futuristika’daki yansımaları nelerdir?

BY: Futuristika!’nın ana ekibi Kadıköylü ve hepimiz körüz. Bizimle doğan ve daha sonra farklı “yaka”lardan eklenenlerle gelişen bu projeye yansımalar sanırım bizden de eski dönemlere yayılıyor ya da ben böyle düşünmeyi tercih ediyorum. Şöyle ki; Khalkedonlular bu kıyıda, derinlerde yüzen palamutları korkutup Haliç’e yönlendiren büyük beyaz kayalıkların var olduğunu fark etmişler zamanında. Kadıköy denizinden yararlanamayacaklarını, Kadıköy’ü kullanarak “geçinemeyeceklerini” anlamışlar. Fakat Heredot’un aktardığı gibi İstanbul’un, Boğaz’ın güzelliklerine sırtını dönen “körlerin” şehri de değil burası aslında; Heybeli adadaki bakır madenlerine yakın olmak için seçmiş Khalkedonlular bu yakayı. Ne kadar başarılı olmuşlar, görüyoruz…

Bu noktayı dikkate alarak diyebiliriz ki her dönemde Kadıköy’ü seçenler, Kadıköy’le kendini tanımlayanlar, kör olmayı seçtikleri şeyler yanı sıra oldukça açıkgözlüler de. Karşı “yaka”lar ya da suyun öte yanı, Kadıköylü bizler için uzaktan seyredince güzel, arada o kalabalıklara karışıp Kadıköy’de kalabalıklar içinde yalnız olabilmek tercihimiz.

Bahsettiğiniz tını, burada yaşayanların ve yaşananların yarattığı bir tını değil sadece, geçmişten gelen bir farkındalık da var ve bu ülkenin belki de gelecekteki son kalesi Kadıköy… Bu hislerin Futuristika’ya yansıması Kadıköy sokaklarında kaybolmakla eş değer. Bir zamanlar bir yazarın tarif ettiği gibi “saçları taranmış düz saçlı kadın misali” denize paralel inen Kadıköy sokaklarında, diğer her şehrin bir yansımasını bulabileceğimiz bir memleket Kadıköy. Sürekli tavaf ettiğimiz, boyunca hep yeniden doğduğumuz, alışkanlıklarımızın, şaşkınlıklarımızın, korkularımızın ve tedirginliklerimizin kısır döngüsü Kadıköy sokakları.

Futuristika!’da “duyulan” tüm bunların bir eskizi, “görünen” ise belirsiz bir kesit aslında.

ZY: Chris King’in Ece Ayhan poetikasından esinlenerek çektiği “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı filmin Türkiye gösterimini ve bu bağlamda da 2010 Ece Ayhan anmasını planladınız ve gerçekleştirdiniz, bu iş için sıkı ter döktünüz. 12 Temmuz 2010 gecesi ve Ece Ayhan üzerine düşüncelerinizi merak ediyorum?

BY: Bu konuda dergide çıkan yazılardan etkinliğin başlangıç dönemi, gelişimi ve gecenin tamamlanması, okuyucuya sunulduğu haliyle bulunabilir. Sorunuzu daha kişisel algılayıp şöyle cevap vermek isterim; yoğun bir hazırlık döneminden sonra gerçekleşen 12 Temmuz gecesi -benim açımdan- son bulduğunda, aslında her şeyin daha yeni başlayacağını fark ettim. Ece Ayhan ve hayatımda Ece Ayhan gibi yer eden birkaç isim hakkında düşüncelerimi, hislerimi paylaşmamak için bencillik hakkımı kullanırım genelde. Fakat gece sonrası Chris King ve ilgili kişilere yazdığım e-postada da ifade ettiğim gibi sanırım şairin ne dediğini belki de ilk defa duyar oldum o dönemde, o gece ve sonrasında ve tedirginlikle ama bilinçli olarak sağır olmayı seçiyorum.

BY: Ece Ayhan’a özel sevgimiz bir yana, bence önemli olan bir başka nokta, Ayhan’ın bir dönem yaşadığı Kadıköy’de, karşı kültür adına insanların bir araya gelebilmesi oldu. Bu durum, kötülük toplumunun ayranının kabardığı günümüzde, haklılığın inadını savunanların, sarışın resmi tarihe karşı, karaşın çocukların başka dünyalara inancının yansıması oldu. Standart bir Kadıköy akşamıydı yani…

ZY: Şu an Futuristika’nın tezgâhında neler var, neler sıkışıyor ya da sıkılaşıyor, sıkılıkla işleniyor bu tezgâhta? Yani önümüzdeki günlerde neler bekliyor okuyucuyu, belirlediğiniz dosya konuları ya da üzerine eğileceğiniz belirgin bir şeyler var mı?

Pİ: Belli belirsiz olsa da ben urban gerilla dedikleri mevzunun her formuna takmış durumdayım. Unter Gunther ile başladı aslında bu. Akabinde Louvre Müzesi’ne izinsiz bir şekilde fotoğraflarını asan Pascal Guérineau, Tosun Paşa’yı ana haber bültenine taşıyan Ankaralı KÜF Project ve İtalya’da reklam panolarına “kaş-göz yapan” Be Yourself Movement. Belki biraz da İmkanmekan ekibi. Varolana müdahalenin o dayanılmaz cazibesi Futuristika!’dan hiç eksik olmasın…

BY: Futuristika! tezgâhında, yaz rehaveti boyunca yine kimseleri boğmadan benzer “enteresan”lıkta yazıları, röportajları, fotoğrafları, şiirleri, öyküleri, çizimleri, renkleri okuyucularımıza sunacağız. Sonbaharın gelmesiyle Marmara palamutlarının aksine dipteki parlak kayalıklara doğru bir akıntıya kapılacağız gibi görünüyor, lodos yardımcımız olsun. Olabilecekleri biraz üstü kapalı geçiyorum, zira Futuristika! şaşırtmaca oyununu seviyor.

Bir süredir aklımızda olan çevrimiçi sergiler, ülke dışındaki bazı yayınevleri/yayınlar ile içerik ortaklığı üzerine projeler ve Futuristika! ile bağlantılı ama farklı bir şekilde gelişecek olan, aklımızdaki diğer yayıncılık şekilleri üzerine çalışmalarımız sürüyor. Geçen zamanda Lüksemburg’da Bağımsız Dergiler Bienali, Malezya’da 2010 Tasarım Haftası’na katıldığımız gibi, tipografi ve dergilerle ilgili benzer organizasyonları da düşünüyoruz. Geniş zamanda bu konularda daha etkin olmak istiyoruz. Yine Türkiye’de pek bilinmeyen ya da umursanmayan sanatçıları ve alt kültür örneklerini daha fazla yayımlaya devam edeceğiz diyebilirim. ✪

Önceki

Basoli alfabesi

Sonraki

Jon Burgerman “Brain Drained” ile İstanbul’da