[Salvador Plascencia] Kağıt İnsanlar

âğıt İnsanlar acayip orijinal bir kitap. Hani “Paçalarından akıyor!” derler ya, öyle. Özetlemesi zor bir gidişatı olan kitabın öncelikle yapısından söz etmek gerekiyor. Kitaba ucundan kıyısından temas eden her karakterin gözünden görüyoruz olan bitenleri. Önem sırasının, başkarakter, yan karakter ya da figüran olmasının bir önemi yok. Buna zekâ engelli bir bebek de dâhil, Rita Hayworth ve bir mekanik kaplumbağa da. Dediğim gibi her karakterin gözünden, kendisine ayrılmış pencereler vasıtasıyla görüyoruz olan biteni. Sayfalar çoğunlukla ikiye bölünmüş. Yazar derdini sadece kelimelerle değil, sayılarla, bazen de kelimelerin üstünü örten ya da sayfayı tamamen kaplayan siyah kutucuklarla anlatmış. Okuyabilmek için kitabı bazen yan

Kâğıt İnsanlar acayip orijinal bir kitap. Hani “Paçalarından akıyor!” derler ya, öyle. Özetlemesi zor bir gidişatı olan kitabın öncelikle yapısından söz etmek gerekiyor. Kitaba ucundan kıyısından temas eden her karakterin gözünden görüyoruz olan bitenleri. Önem sırasının, başkarakter, yan karakter ya da figüran olmasının bir önemi yok. Buna zekâ engelli bir bebek de dâhil, Rita Hayworth ve bir mekanik kaplumbağa da. Dediğim gibi her karakterin gözünden, kendisine ayrılmış pencereler vasıtasıyla görüyoruz olan biteni.

Sayfalar çoğunlukla ikiye bölünmüş. Yazar derdini sadece kelimelerle değil, sayılarla, bazen de kelimelerin üstünü örten ya da sayfayı tamamen kaplayan siyah kutucuklarla anlatmış. Okuyabilmek için kitabı bazen yan çevirmek gerekiyor. Şekiller, şemalar var. Uzun zamandır başından sonuna kadar bu kadar keyif alarak okuduğum bir kitap olmamıştı!

Kağıt İnsanlar 1Çişini tutamayıp sürekli yatağı ıslattığı için karısı tarafından terk edilen ve kızı Merced ile yaşayan Federico de la Fe’yi anlatıyor kitap daha çok. Federico de la Fe sürekli gözetlendiği ve başına gelenlerin sorumlusu olarak gördüğü Satürn’e savaş açmaya karar veriyor. Bu minvalde ilerleyen bir yaratıcı – yaratılan mücadelesine girişiyoruz. Öte yandan bu durum baskıcı yönetim ile özgürlükçü halk savaşı olarak da yorumlanabilir. Alegorilerle falan kafa patlatmak istemiyorsanız, bu bizzat Salvador Plascencia diye birisinin yazdığı Kâğıt İnsanlar diye bir kitapla ilgili bir kitap. Yazar ile yazdığı karakterler ve yine yazar ile terk edildiği sevgilisi arasında geçen bir mevzu.

Dediğim gibi özetlenmesi zor olsa da bu mücadeleler etrafında dönen bir hikâyesi var Kâğıt İnsanlar’ın. Hepimizin kâğıttan yapıldığını düşünen insanlar, bizzat kâğıttan yapılmış insanlar, kâğıttan yapıldığını unutanlar ve çoğunlukla da kalbi kırıklar var kitapta. Kalp kırıklıklarının acısından da bedenlerine bu acıyı unutturacak yeni acılar tattırarak kurtulmaya çalışıyorlar. Kendilerini yakarak ya da arılara sokturarak ya da yazarın beş yıl boyunca uğraşıp yaptığı gibi böyle bir kitap yazarak. Kısmen otobiyografik kitabın karakterlerinden birisi bizzat yazarın kendisi. (Saçma bir ifade olduğunun farkındayım.) Kitabın bazı karakterleri de doğal olarak yazarın yansıması. Zaman zaman kitabın yazılma sürecine de tanıklık ediyoruz. Bazı bölümler de kitabın yayınlanmasından sonra gerçekleşebilecek olasılıklardan oluşuyor. “Hikâye içinde hikâye içinde hikâye” tarzı durumlar ilginizi çekiyorsa kitap iyice tadından yenmez bir hale geliyor. Bu tarz şeyler karalamaya da meraklıysanız iyice zevkten dört köşe oluyorsunuz okurken.

Siren Yayınları’ndan çıkan bir başka güzellik Kâğıt İnsanlar. Kitabı dilimize kazandıran Begüm Güzel’i de ayrıca tebrik etmek gerekir.

[sws_divider_basic]

“Ramon Barreto Merced de Papel’in içinin tadına bakmaya çalışırken dilini ve dudaklarını kesmiş, kadının kasıkları arasında siyaha çalan kırmızı bir gölcük bırakmıştı. Yatak odasından koşa koşa dışarı fırladı, çalışma odasından geçti ve dışarıya, Hollywood tepelerine bakan arka verandaya çıktı. Merced elbisesini indirip dışarı çıkana ve dilini gazlı bezle sarması için ona yardım edene dek dilinden akan kanlar tahta döşemelere damladı. Kâğıt kesikleri öylesine derindi ki kanın paslı aromasının bile tadını alamıyordu. (…)
Ramon Barreto daima Merced’in tamamen çözülüp parçalanacağından korkmuştu, bu yüzden gitmiş olmasına sevindi. Ama yine de bazı sabahlar dili acıyarak, yastık kılıflarının üzerinde kan lekeleriyle uyanıyordu. Çarşafları hafifçe diline bastırarak öylece yatıyor, gözlerini tavana dikip kaybetmiş olduğu şeyleri düşünüyordu. Ve böyle günlerde, onu hatırlayıp kendisini yalnız hissettiğinde ağzına kâğıt mendil doldurup pazar gazetesini buruşturur, geceleri gazeteyi dizlerinin arasına bastırırdı.”

  ✪

Önceki

[Lowercase Noises] Günahlarımız yüzünden

Sonraki

Herkesin Moby Dick’i kendine!