Dergiler ve dergilerde yazanlar ve onları okuyanlar: Bir şişenin içinde yaşayan solucanlar

...
Eylül '13

Edebiyat dergilerinden ya da genel olarak dergilerden memnun musunuz? Online ya da baskı olsun, kendinize bağlayan, sürekli okuduğunuz bir yayın var mı? Edebiyat dergilerini kast ediyorum. Kitap tanıtım ve reklamlarının dizildiği dergileri değil. Bu kitap reklam dergileri yazarlar hakkında oldukça sığ ve magazinel tanıtım yapmak dışında neye hizmet ediyor diye tartışılması gerekli. Yayımlanmış kitapların, yayınevlerinin çapına göre büyükten küçüğe göre dizildiği bu yayınlarda değil edebiyat eleştirisi, yüzeyden biraz derine inen kitap eleştirisi bulmak da imkansız.

Edebiyat dergilerine bakıldığında ise, memleketin genelinde olduğu gibi mahallecilik davranışının hakim olduğu görülebilir. Müslümanlara yakın duran dergiler bir tarafta, diğerleri şurada, kalanları da burada, birbirlerinin alanlarına girmeden, yazdıklarında neredeyse diğerlerinin inançlarına gönderme bile yapmadan mutlu mesut yaşamaktalar.

Yazarlar gibi, dergicilerde de dehşet verici çekinceler var, Ernest Hemingway’in, kendini sınırlayan, ürettiğini düşünen fakat aslında büyük şehir yazarlarına döndüklerini söylediği (“New Yorklu yazarlara dönmeyin,” demişti) kelimeleri hatırlamak gerekli:

Bir şişenin içinde yaşayan solucanlar gibi, birbirleriyle ve şişeyle olan ilişkilerinden beslenmeye çalışırlar. O şişenin bazen artistik bir biçimi olur, bazen ekonomik, bazen dini bir biçime bürünür. Bir kere şişenin içine düştüler mi, artık hep orada kalırlar. Kendilerini şişenin dışında yalnız hissederler. Kendilerini yalnız hissetmeyi istemezler. İnandıkları şeylerde yalnız olmak onları korkutur…

Yayıncılar ve etraflarında toplanıp tanıtım dergilerine yönelenlerdeki genel eğilimin kitap eleştirisi yerine kimi zaman romantik kimi zaman güncele saplanmış yazı yığının olması, içlerinde oldukları şişeden beslenme yetersizliklerini de ortaya koyuyor. Yazanlar hemen birbirlerinin aynı, yazılanlar hemen hemen aynı, dil ile oynayan, metinler üzerine düşünenler ortada gözükmüyor. Online yayınlar ise tümüyle başka bir alemde. Yer aldıkları mecranın içerik üretmek için avantajlarını kullanmayıp, anı yakalama hevesiyle genel geçer söylemlerini matah bir söz eylemişler gibi sunuyorlar. Bu açıdan üzerime editörlüğü kalmış olan Futuristika camiasına da kızgınlığımı belirtmeliyim. Kıçında yarış otomobili motoru olan at arabası gibi ilerlemekteler.

Yakın zamanda, her gün, o gün ölmüş şair ya da yazarı bir cümleyle anan popüler siteler gördüm. Siteleri inceliyoruz, ne o yazarlar, ne muadilleri, ne akımları, ne yazdıkları ne de yazmadıkları hakkında tek bir kelam yok! Yazar ve şair ve müzisyen ve genç ölüleri üzerinden kültürel leş yiyiciliği değil de nedir?

Dergiler diyorduk. Kooperatifleşmiş yayınları bir kenarda bırakalım. Edebiyat dergilerinin işlevi aslında ne olmalıdır ve şu anda memlekette nedir? Edebiyat dergileri, bir anlamda yazınsal üretim ile okuru buluşturan mecralar olmalıdır. Üretilen içerik yerine “içerikten bahsetmenin kolaycılığı” birbiri ardına patlayacak minik dergi balonları yaratmaktadır. Mecra biçimindeki dergiler, üretilen içeriği değiştirecek hatta içeriğin değiştireceği yazınsal ortamı da desteklemelidir. ideal bir yazın ortamında…

Derlemek kökünden dergi, mahzenden ve dönüşerek mağaza’dan magazine olması bir yana, dergilerin bu kadar pasif olması, metinlerin tartışılmasına uygun bir ortamın beslenmemesi, üretilen içeriğin tüketilme hızından kaynaklanıyor olabilir. Bu da ayrı bir saçmalık. Kimse sizi hızlı tüketime zorlamıyor. Bir kenara çekilin ve sakince okuyun. Sakince yazın.

1950’lerde, dergiciliğin belki de memleket tarihinde zirve yaptığı yıllarda, ülkede %40 okur yazarlık oranı varken ve nüfus 20 milyonun biraz üzerindeyken, aynı anda çıkan beş ya da altı önde gelen derginin her biri 1000-8000 arası tiraja sahipti. O zaman internet yoktu ve okuma alışkanlığı şimdiki zaman gibi tüm güne yayılan bir eylem değildi.

2013’de hayatını sürdüren dergiler (siyaseten desteklenen, bindirilmiş dergileri hesaba katmadan), çoğu kentli olmak üzere 75 milyona yaklaşan nüfusta, %90’ın üzerinde okur yazarlık oranında, günün neredeyse her anında içeriğe ulaşılabilecek çevrim içi ya da dışı araçlar (gazete bayileri, akıllı telefonlar, Wi-Fi bağlantıların ücretsiz olduğu kafeler, sayıları artmış üniversiteler vs) cirit atarken, dergiler büyük şehirlerde belirli ilçelerdeki kitapçılarda sıkışmış, can çekişen, tirajları yerde sürünürken, adetleri bir yana, içerik anlamında etkisi neredeyse kalmamış bir halde. Oysa karşılaştırılan tarih göz önüne alındığında modern zamanlarda en kötümser orantıyla en azından beş haneli rakamlarda tiraja/tekil okunma sayısına sahip yayınlar olmalıydı.

Hey hat! Bat dünya bat!

Durum böyle değil. Lakin, yazanlar, yazılanları yayımlayanlar, okuyanlar, tüm bu şişelerdeki solucanlar hayatlarından memnunsa, kıvıl kıvıl birbirlerinin üzerinde gidip gelmekten ve sallanıp duran şişenin içinde atlayıp zıplamaktan memnunsa, bize fazlasını söylemek düşmez. ✪

Önceki

[Max Penson]

Sonraki

Alain Badiou – Deleuzecü siyaset diye bir şey var mıdır?