Enki Bilal: İşin özü tutku

Enki Bilal İstanbul'da sergisi sonrası sanatçı ile yapılan röportaj.
Temmuz '09

Geçtiğimiz Mart ayında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’ın konuğu olarak ülkemize gelen ünlü Fransız çizgi roman çizeri Enki Bilal’in, Christian Debois ve Murat Cem Şerbetçi Koleksiyonu’nunda yeralan serigraf, litograf, afiş, heykel ve saat tasarımları, posta pulları gibi çeşitli eserlerinden oluşan “Enki Bilal İstanbul’da” başlıklı serigisinin haberini yapmış, internetin keyifli duraklarından biri olan Çizgi Roman Okurları Platformu’undan (Ç.R.O.P) Ümit Kireççi’nin fotoğrafları ve yorumlarıyla açılış günü yapılan şöyleşinin metnini yayımlamıştık. O dönemde sanatçı ile yaptığı röportajı bizimle (ve asıl sizinle) paylaşan Ümit Kireççi’ye Futuristika olarak teşekkür ediyoruz.

Ümit Kireççi: Enki Bilal hangi çizgi romanı okumayı tercih ediyor? Manga, Fransız, Comics…

Enki Bilal: Doğrusunu söylemek gerekirse ben hiçbirini okumuyorum. Yani takip etmiyorum. Elbette hepsinden haberim var ve ne neler üretildiğini biliyorum. Ama hiç okumuyorum dersem yalan olur. Okumayı sevdiğim türler de var. Bunlar da sinemaya uyarlanamıyor olanlar daha çok. Deneysel, sanatsal ve özgün yapıtlar… Özgürce çizilenlerin ticari kaygıları yoktur. Sanat ve yaratıcılık ön plandadır. Sinema gibi ticarileşmemişlerdir. Ya da uyarlanarak ticarileşmezler. Ayrıca uyarlama olmasa bile sinema ve tiyatro gibi sanatlarda eser ortaya koymak için paraya ihtiyaç duyarsın. Prodüksiyon gideri çok yüksektir. Bu da özgürlüğü kısıtlayabilir. Çizgi romanda ise özgürsündür ve sadece çizersin. Fransa’da bir çok yayınevi var, onlar da basarlar eserlerinizi. Öyle yüksek bir ticari harcamaya gerek de olmaz. Aynısı edebiyat için de geçerlidir. Yazmanın maliyeti yoktur, çizmenin de.

Şimdi burada misafirimizsiniz ve bu bizim için büyük bir mutluluk. Ancak dimension bir resim çizmek istiyorum. Ülkemizde birçok çizgi roman ustamız var ama biz onlara hak ettiği gibi sergiler, paneller, söyleşiler düzenleyemiyoruz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Bilmiyorum. Buraya Cem Şerbetçi’nin davetlisi olarak geldim. Kendisi iyi bir koleksiyoncu ve iyi bir insan. Onun koleksiyonunun parçaları da burada sergileniyor ve ben davet üzerine geldim. Maalesef Türk çizgi romanı hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Sanatçılarınızı tanımıyorum. Çizgi romanınızın içinde bulunduğu durum hakkında hiç bilgim yok. Soruyu açabilir misiniz?

Gerek yok aslında ben yanıtımı aldım. Şöyle ki, çok büyük üstatlarımız ve çizerlerimiz var ama siz onları tanımıyorsunuz, biz de değerlerini bilmiyoruz. Bu ancak bizim utancımız olur, yanıtı da sizde yok.

Belki de bu sorunun yanıtı kültürdedir. Belki grafik sanatlar yeterince tanınmıyordur ülkenizde. Mesela Fransa’da çizgi roman gelenektir. Hem de çok eski bir gelenektir. Türkiye’deyse gençlerin ve çocukların çizgi romandan ne anladıklarını bilemiyorum. Belki de sanatı ve çizgi romanı gelenekselleştirecek bir eğitim eksikliği vardır. Belki de “ciddi” insanlar çizgi romanın çocuklara göre olduğunu düşünüyordur. Hatta entelektüel (yüz ifadesi hayli alaylıydı burada) insanlara uygun olmadığını düşünüyorlardır. Eğer böyle düşünen Türk insanı varsa, söylediğim için kusura bakmayın ama onlar çok köhne kafalarla geçmişte kalmışlar. Artık çizgi roman Fransa’da, Japonya’da, Amerika’da, Avrupa’da, tüm Asya’da biliniyor ve önemli bir sanat olarak görülüyor. Sanatçıları değer görüyor. Ülkenizde çizgi romanı sanat olarak gören insanların onu tanıtması ve anlatması ve yaygınlaştırması gerekiyor.

Kültür deyince hemen aklıma Kültür Bakanlığı geldi. Bugün çizgi roman sanatçılarımızın geçmişten gelen bir gelenekle sigortalı değiller. Herhangi bir sosyal güvenceyle korunmamaktadırlar. Bakanlık, sanata ve topluma yıllarca eser üretmiş olan sanatçılarımıza sahip çıkmamakta. Yaşlanınca ya bir sayfiyeye gitmekteler ya da hastalanınca ve çizemeyecek duruma gelince bir kenarda unutulmaktadırlar. Fransa’da durum nasıl? Bu konuda bilginiz var mı?

Fransa’da sanatçılar korunmaktadır. Sosyal güvenlik onları güvence altına alır. Doğru düzenlemeler sayesinde her sanatçı gerekli primleri yatırır. Türkiye Avrupa Birliği’ne girmeye hazırlanıyor biliyorsunuz. Bence sanatçının sosyal güvenceye kavuşturulmasını sağlaması gerekir.

Ülkemizde çizgi roman çizmek isteyen çok gencimiz var. Enki Bilal’in onlara öğüdü ne olurdu? Çizimin ötesinde kısa hikayeler üretmek yerine uzun, albüm dolduracak kadar sağlam öyküler yaratarak anlatabilmeleri için ne yapsın çizer adaylarımız?

Bence, çizerler öncelikle kendileri olmalıdırlar. Başka yapıtlara bakarak çok fazla etkilenmek yerine kendilerini bulmalılar ve kendilerine inanmalılar. Çizer adayı kendi çizgilerini bulmak için çok tutkulu olmalı, kendine inanmalı, devamlı çizmelidir. Fotoğraftan çalışmayı, fotoğraftan yararlanmayı önerebilirim. Eğer sadece çizer olarak kalmak istemez sanatın içinde yer almak isterlerse işleri daha da zorlaşır. Ama bir şansları olur. Kendileri olarak üretmiş olurlar. Ülkenizdeki yayımcıları bilmiyorum ama eminim Avrupa Birliği’ne girdiğinizde veya oralara ulaşıldığında sağlam yapıtları Avrupalı yayımcılar kesin basarlar. Bunlar bazı seçenekler. Yeter ki çizilsin.

Sanata tutkuyla bağlı olan üretir ve bir şans yakalar. İşin özü tutkudur.

Çizmeye siz ne zaman başladınız?

4-5 yaşındayken başladım ben çizmeye. Evler çizerdim, insanlar çizerdim. Annem 6-7 yaşlarındayken resmime baktı ve “Sen çizer olacaksın galiba” dedi. Özellikle at çizimlerimi beğenmişti. Sonra bir gün elime Fransız kökenli bir çizgi roman geçti ve çizgi romanla gerçek tanışıklığım o gün başlamış oldu. Ama beni çizgi roman sanatçısı yapan sadece çiziyor olmam değildi. Fransızca öğrenmem büyük şanstı. Fransız edebiyatıyla tanıştım ve sadece çizgi romandan değil, edebiyatından da beslendim. Bilimkurguyla tanışmam hemen peşi sıra oldu. Lovecraft, Arthur C. Clarke, Bradbury… İşte bu okumalarla dünyayı sorgulamaya başladım. Dünyanın ne olduğunu, insanları, yaşamı, geçmişi, tarihi… Eserlerimde tümünü bir arada kullanmaya başladım. Zaman, mekan kısıtlamasından yana olmadım o yüzden. Tarih, mitoloji, bilimkurgu hep bir arada vücut buldu eserlerimde.

Az önceki soruya dönersek; genç çizerlere belki bir şeyler daha önermekte yarar olur. Çizer adaylarının sadece çizgi romanlardan feyz almaya çalışması bence yetersizdir. Manga, Comics ve hatta benim eserlerime bakarak bir yere ulaşamazlar. Dünyaya bakmalılar. Dünyada olan bitenleri takip etmelidirler. Onunla bütünleşmelidirler.

Yani doğru mu anladım; dünyaya baksınlar derken sanatlarını temellendirdikleri bir vizyona mı ihtiyaçları var? Bir şey söylemek için mi çizmeliler?

Sanat denince benim aklıma sadece dekoratif amaçlı, cicili bicili çalışmalar gelmiyor. Bununla birlikte sadece tek türe saplanıp kalmayı da tercih etmiyor ve önermiyorum. Tek türe saplanıp kalmanın tehlikeli olduğunu da düşünüyorum.

Örnek olarak “Immortel” adlı eserinizi ele alırsak mitolojik, bilimkurgusal, psikolojik, sosyolojik hemen her şeyi bir arada bulabiliyoruz.

Bence önemli olan “insan”dır. Her şey onu anlatmak için kullanılmalıdır. Politikada insan, gelecekteki insan, düşüncesiyle insan… İnsan her şeyin merkezindedir. İşin özü yaşamın kendisidir. İnsan ve yaşam dendiğinde de evrensel bir gaye olmalıdır eserlerde.

Bu açıklamanıza göre eserlerinizde acıları, mutlulukları, sorgulamaları yaşayanlar sadece Fransız insanı değil tüm dünya insanıdır diyebilir miyiz? Siz orada çiziyorsunuz, biz burada okuyup anlıyor, aynı duyguları paylaşıyoruz.

Evrensel bir dil yakalamak şarttır. Bu şekilde herkese ulaşabilirsiniz sanatınızla.

Mesaj… Ben eserlerinizde iletmek istediğiniz bir mesaj göremedim hiç. Sorguladığınız insani sorunlara eserlerinizde yer veriyorsunuz ama “gerçek çözüm budur” gibi bir öneri veya mesaj iletmiyorsunuz. Bu gözlemim doğru mudur?

Doğru. Ben dünyanın “tek doğru”yu kabul etmeyecek kadar karışık olduğuna inanıyorum. Bence sanatçı ileriye, geleceğe bakabilmeli. Sıradan insandan öteye. Politik görüşler değişken ve geçicidir. Onlara çok da saplanıp kalmamak gerekir. Politika 4 yıl sonrasını görebiliyor ancak. Sanat ise 10 hatta 50 yıl ileriye bakar bana göre. Bu şekilde çizgi romanın tek karesinde bir çok mesaj olabilir ama bu mesajlar uyarıcı nitelikte olmalıdır. “Doğru yol” budur tarzı mesajlardan farklı bir şey bu bahsettiğim.

Bence benim okurlarım eserlerimi doğru anlayabilecek derecede birikimli insanlar.

Bu mesaj konusuyla ilgili görüşlerinizi sadece çizgi romana değil tüm sanatlara uyarlayabiliriz sanırım. Propaganda yapmak değil, insanlığı bekleyen tehlikelere karşı açık fikirlilikle insanları uyarma görevi olmalıdır sanatın diyorsunuz. Çizgi roman da bir sanat dalı olarak insanları uyarmalı, geleceğe baktırmalı, insana insanı ve dünyayı anlatmalı.

Haklısınız sözlerimin ve eserlerimin özeti bu.

Bu durumda , bu bakış açısıyla yaklaşırsak belki de çizgi romanı yaygınlaştırmanın yollarını da bulmak gerekir. Hatırlarsanız dün akşam sergi açılışında dimension Çizgi Roman Okurları Platformu’ndan söz etmiştim.

Evet. Çizgi roman için projeler üretiyordunuz.

Çizgi romanın sadece eğlencelik olmadığını, sanatsal bir değer taşıdığını anlatmaya, okunmasını yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Maalesef ülkemizde sizinki gibi bir gelenek yok ve şenliklerimiz de olmuyor. Bu tarz etkinliklerin yararına inanıyor musunuz?

Ülkemizdeki şenlikler biraz daha tüketici olmaya başladı. İşin özü kaçıyor gözden. Elbette okurla sanatçıların buluşması güzel oluyor ama o kalabalık, imza, koşuşturma… Bana bazen yorucu ve gereksiz geliyor. Elbette yararı var o yadsınamaz. Sizin yaptıklarınız daha değerli. Siz olmayan bir geleneği yaratmaya çalışıyorsunuz. Bu çok doğru bir yol. Kütüphane kurmak, okuma günleri düzenlemek, atölyeler… Doğru yoldasınız devam edin.

Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Burada olmanızdan mutluluk duydum ama sadece konuğumuz olduğunuzdan değil hayatımıza renk katan eserleri ürettiğiniz için özellikle teşekkür etmek isterim.

*Fotoğraf ve röportaj: Ümit Kireççi – “Çizgi Roman Hayatın İçinde”
*Çizgi Roman Okuyanlar Platformu: Ç.R.O.P. ✪