Josef Koudelka

Günümüz fotoğraf sanatının bohem isimlerinden Josef Koudelka'nın fotoğraflarında dikkati çeken en belirgin özellik, betimlenen an'ların "hazırlanmış" mekanlarda "belirlenmiş" kişilerce olmaması. Tıpkı gündelik hayatın koşuşturmacası içinde geleceğe hazırlık yapmaktan olabildiğince kaçınan Koudelka'nın kendisi gibi; an'lar yakalandığı ender zamanlarda en dorukta yaşanmalı, ayarlanarak değil. Sanatçının bölümler halinde anlatılan hayat hikayesini okumadan önce, 2006 yılında Henri Cartier-Bresson çalışmaları İstanbul'da sergilendiğinde burada da bir sergi açacağına söz verdiğini, nadiren yaptığı gelecek planlarına hepimizi ortak ettiğini hatırlatmak isterim.
Şubat '08

Geniş kapsamlı bir sergi olan Josef Koudelka retrospektifi Pera Müzesi‘nde 16 Ocak’ta başladı, 13 Nisan’a kadar devam edecek. Koudelka fotoğrafları, sanatçının hayat hikayesini de kronolojik olarak izlememizi sağlayan 6 bölümle karşımıza çıkıyor. Bunlardan küçük(!) anektodlarla bahsetmek gerekirse;

– Beginnings/Başlangıç: Koudelka’nın 2o’li yaşlarda yaptığı ilk çalışmalar.

Ailesine ait bakalit 6×6 bir makinayla aile fertlerini, çevresini fotoğraflamaya başlar 1950’lerde, 60’lara kadar devam eder özgün çalışmalarına.

– Theater/Tiyatro: Divadlo Magazine ve Divadlo Zu Branou adlı Çek tiyatrolarından görüntüleri sıkıştırdığı kareler.

Charles Üniveritesi Havacılık bölümünden mezun olduktan sonra çalışma hayatına Prag-Bratislava arası mekik dokuyarak başlar. Bir yandan da yeni kamerası Rolleiflex ile Çek tiyatro oyunlarından sahneleri, dönemin oyuncularını fotoğraflar. Çalışmaları, arşivlik niteliği yanı sıra, kendisine fotoğrafın artık hayatının bir parçası değil de bütünü olacağı mesajını vermektedir.

Ülkesinin ekonomik ve siyasal gidişatındaki dengesizliklerin yarattığı kaygılarla yakın durduğu sivil muhalefet oluşumuna dahil olan isimler yakın bir zamanda Çeklerin “kahramanları”, “idolleri” olacaklardır. Bu isimlerden Bohumil Hrabal, Josef Skoverecky, Milan Kundera, Josef Topol, Milos Forman, Vaclav Havel, Jiri Menzl, zamanla Futuristika!’ya da konuk olacaklardan birkaçıdır. Bu gruba o zamanlardan dahil olması “İşgal” bölümünde de bahsedilen, önce zorunluluktan doğan nedenlerden, sonra kendi kararıyla “yaşamın akışına kendini bırakmak” eylemini bile affettirecektir.

– Gypsies/Çingeneler:Aynı zamanda bir müzisyen olan Koudelka’nın 1960-1970 arası arşivlediği fotoğraflar.
Koudelka Paris'teki mütevazi evinde genç bir fotoğrafçıyı ağırlarkenİşi gereği Prag-Bratislava arası yolculuklarında giderek yoğunlaşan fakat her zaman ilgi duyduğu Çingene kültürü Koudelka’yı hızla içine çeker. İşinden geriye kalan boş vakitleri ve ara verdiği zamanlar onun Slovakya ve Romanya’daki Çingene köylerine, kamplarına, mahallelerine çıktığı yolculuklarla değerlenir. Komünist rejim baskısıyla sık sık başı derde girer; toplum dışı kabul edilen Çingeneler’e olan yakınlığı sorgulanır.

Kendisi de Çingene müziği yapmaktadır aslında. Tiyatro çalışmaları sırasında çalgıcı bir grupla ilk kez yurtdışına çıkar, özel izinle, İtalya’ya gider. Bu kültüre, müziğe hayranlığı bir süre sonra da zaten uyku tulumu sırtında benzer bir hayat sürmesinde etkili olacaktır. Çingeneliğe tutkusunu özetlemek için sözü kendisine bırakmak gerekirse; “Bir gün onların fotoğraflarını çekmeye başladım. Ve bir daha kendimi durduramadım.

Koudelka’nın müzisyen yönü artık pek bilinmiyor çünkü kısa bir süre öncesine kadar yaşadığı göçebe hayat, yılın yarısını ülke ülke gezerek diğer yarısını da gezerken biriktirdiği kareleri düzenlemekle geçirmesi müziğe istediği önemi vermesini engelliyordu. En azından kendisi böyle söylüyor!

Bir uzun parantez; (Bu sene 70 yaşına giren sanatçı, sağlık problemleri nedeniyle “gittiği ülkelerde otel, dost, ahbap evi yerine bir parkta, bir plajda, bir kovukta ya da herhangi bir yerde ama mutlaka dışarıda uyumak” ilkesini uygulamama kararı almıştı 50’li yaşlarda.

Hala “dışarıda uyuyabilmek” umuduyla artık seyahatlerini yaz döneminde gerçekleştiren Koudelka, yıllardır bilinen en “mülksüz” sanatçı ünvanını da Paris ve Prag’dan küçük mütevazi birer apartman dairesi alarak bıraktı. Kış aylarını henüz içine sinmediğini söylediği bu evlerde geçirmeye başladı. Evinde hala televizyon olmayan, bilgisayardan hazzetmeyen, telefon kullanmayan, ehliyet almaya hala başvuracak olan Koudelka’nın ayrıca, bildiğimiz kadarıyla, hiç evlenmemiş olmasına rağmen denilen o ki 3 çocuğu var.

İyice yaşlanıp seyahat edemeyecek hale gelene kadar fotoğraflamaya devam edecek, bir röportajında söylediğine göre. Ölene kadar da çektiği anları düzenleyecek.

Kış dönemlerinde bulunduğu şehirleri fotoğraflayan Koudelka çok sıkıldığı zamanlarda evde kanepede uzattığı ayaklarının fotoğraflarını çekmekten mutlu oluyormuş, bahsetmeden geçemeyeceğim. Tekrar tekrar görüntülediği, eğitimsiz bir göze aynı görünen karelerin aslında her seferinde farklı olduğunu, kimilerinin bunu çok aptalca bulduğunu kimilerinin de iyiden iyiye acayipleştiğini düşündüğünü söylüyor.

Halbuki, yıllar sonra fotoğrafını çektiği insanları, mekanları bulup aynı kareleri yeniden çeken bir adam için hiç de acayip değil. Koudelka belirli aralıklarla, fotoğraflarındaki anın peşinde, ziyaret ediyor daha önce gittiği köyleri, kasabaları, şehirleri. Bunları henüz göremiyoruz. Çünkü çoğunlukla kendi deyimiyle “maksimuma” erişmiş fotoğraflarına bakabiliyoruz dergilerde, gazetelerde, ekranlarda. Büyük bir ihtimalle ölümünden sonra geniş ve kendini tekrar eden bu ilginç arşivine bakabileceğiz. Tabii Kafka gibi iyi bir arkadaşa sahip ise.)

Bir de Çingene fotoğrafları, beni en çok etkileyen fotoğrafı “İşgal” bölümünden olsa bile, Koudelka’nın ruh haline en yakınlaşabildiğimiz çalışmalar. Bunun nedeni sanırım fotoğraflarının Çingene hayatının sefil ve acınacak yanını belgelercesine yansıtması değil de bu kültürün, özellikle o dönemde pek fark edilmeyen büyülü ve gizemli yanları. Benzer bir büyü altında, hiçbir zaman fotoğraf çekmek için görev almadan kendi kendisinin patronu olarak uzun yıllar çalışan Koudelka’nın bugüne kadar elinden geldiğince sakladığı gizemli dünyası ise sadece kendisine ait.

– Invasion/İşgal: Ağustos 1968’de Varşova Paktı ordularının Çekoslovakya’yı işgalinden fotoğraflar.

Prag’da o günlerde olup bitenleri dünyaya farklı bir bakışla gösteren ilk fotoğraflardır bunlar. Belgesel niteliğinde fotoğraflar çekmek gibi bir amacı olmayan Koudelka, askerlerin şehre girmesiyle ayaklanan direnişçilere -ki yukarıda saydığımız arkadaşlarıdır pek çoğu- katılmaya ve bir yandan da olayları görüntülemeye Prag sokaklarına bırakır kendini. “Hayatımın dönüm noktası, “maksimuma” eriştiğim günler.” dediği o günlerde gelişmeleri yakaladığı kareler anlatır bize. Derin bir hüzün, ağrılı bir utanç, bütünüyle kuşkuda bir huzursuzluk dönemi.

Fotoğrafların ülke dışına çıkması ise şöyle gelişir: Magnum üyelerinden Ian Berry Rus işgalini görüntülemeye Prag’a gelir ve “uçuk kaçık” bir adamla tanışır. Adam elinde fotoğraf makinası tankların tepesine çıkıyor, askerlerce itiliyor kakılıyor ama vurulmaktan korkmuyor, bir cinnet anının ortasında, yılmıyor, sanki koruyucu bir melek yanındaymışcasına deklanşöre basıyor ve basıyor. Josef Koudelka fotoğrafçılığının ilk defa Batılı bir hafızaya yazılması.

Nadiren katıldığı söyleşilerden birinde bir delikanlının, arada kapısı çalınıp “Baba?” diyen birileri oluyor mu sorusuna gülerken… Seyirciler arasında, Sylvia Plachy, Alex Webb, Chien-Chi Chang, Paul Fusco, Eugene Richards gibi tanıdık simalar bulunmakta.

Fotoğraflarını ülkesinde asla yayınlayamayacağını bilen Koudelka, özel bir izinle ülke dışına çıkacak olan arkadaşı Anna Farova’ya birkaç tanesini verir. Tarihçi, küratör ve Çekoslovak fotoğraf sanatında söz sahibi olan Farova, Amerika’da Magnum’la bağlantıya geçer. Magnum fotoğrafları çok beğenir. Prag’da bir konferansa katılacak olan bir doktordan Koudelka’yla bağlantıya geçmesini ve onu kalan fotoğrafları bir şekilde ülke dışına çıkarmasına razı etmesini isterler. İşgalden yaklaşık bir yıl sonra dünya basınında yer alan fotoğraflar, hala ülkede bulunan Koudelka’yı ve ailesini korumak amacıyla “P.P.” imzasıyla yayınlanır; Prague Photographer.

İşgalin ilk 10 gününde bir hayal aleminde yaşadığını söyleyen Koudelka’nın o günlere dair belki de en hatırlamak istediği anıları, şehrin sokaklarında sürekli karşısına çıkan bir genç kızla. Önce KGB’li olduğundan şüphelendiği ve kendisini izlediği kuşkusuna kapıldığı genç kıza işgalin 3. gününde yine rastladığında genç kız yanına yaklaşır. Çantasını yavaşca aralayarak Koudelka’ya içindekileri gösteren kız “Sürekli karşılaşıyoruz, 3 gündür hiçbir şey yememiş olmalısın.” der. Koudelka, hayatının doruk noktasında, aşık olmuştur.

Bu dizinin bence en “maksimum” fotoğrafı Koudelka’nın tam öğlen 12’yi gösteren kol saati ve gerisinde bomboş uzanan Wenceslas/Vaclavske Meydanı’nı betimlediği fotoğraftır. Sanatçının “Başarılı bir fotoğraf birden çok öykü anlatır.” sözüne çok yakışan bu fotoğrafta, bir öğle vakti en kalabalık olması gereken saatte ıssız ve terk edilmiş görüntüsüyle şehrin en bilinen meydanına yüklediği anlamlar sadece işgal edilmiş bir şehrin yalnızlığı değil.

Rusların “Bizi siz çağırdınız!” söylemleriyle “Yardım elimizi uzatıyoruz!” iddialarını protesto etmeye Çekler işgalden birkaç gün sonra tam öğlen vaktinde sokağa çıkma yasağı uygularlar kendilerine. Böylece kim kimin tarafında anlaşılacaktır. Benzer bir eylem yine ülke çapında oturarak da yapılır; yine bir öğlen nerede olunursa olunsun yere oturarak 1 saat kalkmama eylemi yapar halk. Tankların önüne, siper üstlerine oturan halkla Rus askerler birbirlerine bakarak saniyeleri sayarlar. Bu sessizliğin ardında aslında çığlıklar yatar.

Yine de bu fotoğrafa eğer Koudelka’nın çatısına çıktığı binanın hemen altındaki küçük bir kitapevinde rastlarsanız size yüklediği anlamlar bambaşka bir öykü sunar. Hepimizin gerçeği değil de fotoğrafçının hayal ettiği ve hissettiği gerçekler ve zaman ve mekandan soyutladığı sizin gerçekleriniz.

– Exile/Sürgün: Ülkesine veda etmesiyle girdiği bunalımları yansıttığı çalışmalar.

1970 yılında Çekoslovakya’dan yine özel izinle Batı Çingeneleri’ni fotoğraflamaya ayrılan Koudelka, gezgin ruhunun devinimlerini ülkesi için bile olsa dizginleyemez. Kadife Devrim‘e daha çok yıllar vardır ama o sabredecek kadar dingin, bekleyecek kadar azimli değildir. Ülkesine geri dönmesi 20 yıl sürecektir. Çekler, bu dönemde ülkelerini terk eden pek çok sanatçıya küskünlerdir ama Koudelka sanırım onlar için farklı bir noktada. Çünkü Koudelka için ülkesinden kaçış hiçbir zaman rahat bir yaşamı beraberinde getirmemiştir ve bu tümüyle kendi seçimidir.

İngiltere kendisine sığınma hakkı verir, bir süre bu ülkede kalır, sonra Fransa’ya geçer. 71’de Magnum’la haşır neşir olmaya başlar, 74’te Magnum ailesine katılır. Hiçbir zaman “iş almaz”, fotoğraf masraflarını karşılamak için aldığı birkaç proje hariç sipariş iş yapmaz; Batı Avrupa’nın şehirlerinde, sokaklarında, yine çingeneler arasında kaybolup yakaladığı görüntüleri Magnum’a sunar. Seri halinde hazırladığı hiçbir fotoğrafını henüz satmamıştır. Geçimini Fransa, İngiltere ve ABD’den kazandığı ödüllerle sağlar. Bir röportajında dediği gibi;

Çekoslovakya’da hiçbir zaman para ödenmedi bana, bu yüzden Batı’da ödenmemeyi kabul etmek kolay oldu. Hem düşük standartta bir hayata alışkınım da!

1987’de Fransız vatandaşlığına geçene kadar ülkesiz, pasaportsuz bir hayata devam eden Koudelka’nın yaşadığı yabancılaşmayı ve yalnızlığı karelere sığdırdığı bu fotoğraflar aslında kalben ülkesini hiç terk etmediğini gösterir. Yaşamına getirdiği sınırlamalar belki de aklındaki ülkesinin sınırlarını zorlamaktır.

– Chaos/Karmaşa: 1986’da panoramik fotoğraf makinesiyle çalışmaya başlayan Koudelka’nın fotoğrafını çekmek istediği kişilerin sayısı azalınca peyzaj fotoğrafçılığına yönelmesi ile ortaya çıkan kareler.

1990’da cumhuriyeti seçmiş ülkesine yıllar sonra dönen Koudelka “İşgal” fotoğraflarını ilk defa Prag’da sergiler. Takip eden 4 yıl boyunca Polonya, Almanya ve Çek Cumhuriyeti’ni içine alan, “Kara Üçgen” olarak adlandırdığı Bohemya dağlarında meydana gelen doğa katliamını fotoğraflar. Seriye daha önce Fransa’nın kuzeyinde yaptığı aynı temalı çalışma da dahildir.

Koudelka, Avrupa’yı panoramik fotoğraf makinası ile arşivlemeye devam etmekte. Türkiye’ye de 2 yıl önce gelen ve çingenelerimizi fotoğraflayan sanatçı, çalışmalarını beğenmediği için yayınlamadı. Pera sergisinin açılışına gelen Koudelka’yla yapılan söyleşide “Buradaki insanları fotoğraflamak isterim çünkü yüzlerinde yaşam var.” dediğini duyduk.

Kendisi, az parayla çok mutluluk olabileceğinin sinyallerini veren bir kişilik. Bu topraklarda artık alışık olmadığımız, eski Türk filmlerinden fırlamış bir yüz. Hepimizin gerçeğini sunan değil de hayal ettiği ve hissettiği gerçekleri sizin gerçeklerinizle karşı karşıya getiren, derinden bir siyah bir beyaz hüzün; vitrinde akıp giden turistlerin görüntüsü, ızgara dumanına karışan şarap kokusu, Chagallesk bir at, bir elinizde fotoğraf kitabı, diğeri sıcak, yaşam biraz da Pera’da kaybolmak gibi bir duygu meydanda duyulan sadece barış nağmeleriyse…

Koudelka’nın bu kadar geniş kapsamlı bir sergiyi sadece 1 kez daha -ki nerede henüz belli değil, hazırlayacağını eklerken bu sergiyi kaçırmamanız gerektiğini de hatırlatırız.

[simpleviewer=7,500,600] ✪