Uzun Boylu Kafka ve Kız Kardeşleri

Cynthia Ozick, Kafka'nın kızkardeşlerini hatırlatıyor.

Kafka’yı düşünürken, anlaşılması gereken iki sürpriz var. Birincisi, “normal” bir sürpriz olarak adlandırabileceğimiz şey; ikincisi anormal, cesaret kırıcı ve çok önemli.

Birincisi, Kafka’nın uzun boylu olmasıydı – bir seksenin üzerindeydi. Kanepenin altında saklanan Gregor Samsa’nın buruşması; Açlık Sanatçısının israfı; K.’nın okul hademesi olarak taatkar ölçülülüğü ; fare halkının minik gıcırtıları… bütün bunlar içten bir küçüklük, korku, sitem, dehşetin kendini gizleyecek biçimde ufalanması. Kafka, babasına yazdığı ünlü mektubunda, ezilmiş çocuğu “sadece benim için icat edilmiş ve asla uyamayacağım yasalar altında yaşayan, nedenini bilmediğim” bir “köle” olarak tanımlamıştı. Korkudan küçülmek ve kendini imha etmek – bu Kafka’dır. Ve küçülmenin başka zorlayıcı hatırlatıcıları da mevcut. Kafka, azınlık içindeki bir azınlığa, dili Çekçe olan Çek denizinde dili Almanca olan bir Prag Yahudisi’ydi. Yaşamın ve mektupların bu birbirine kenetlenmiş kırıntıları, Kafka’nın sınırlı ve küçülmüş olduğu fikrimizi güçlendiriyor. Ancak herhangi bir kalabalık odada muhtemelen en uzun boylu kişi ise yine o olacaktı.

Organizmanın bu tuhaf tersine çevrilmesinden ne çıkarmalıyız? Alice Harikalar Diyarında’yı hatırlayın – mantardan bir ısırık aldığında, “teleskop gibi çöktü” ve çenesi aniden ayakkabısına vuracak şekilde aşağı düştü. Kafka hangi mantarımsıyı yedi? Uzun boylu Kafka’nın gerçekliğini ve ardından küçülmüş Kafka’nın aşılmaz imgelerini düşündüğümüzde, hepimiz aynı anda “Bir Akademiye Rapor”daki küçük kafesindeki maymunun anlam açlığı çeken zihnine itiliriz. Maymun, kendisine bakan bir adama bakarken, ürpertici bir açıklıkla düşünür: “Beni anlayamadı, varlığımın gizemini çözmek istedi.” Oysa maymun, insanların yolunu öğrenen canavarın kendisi de bir muammadır.

Kafka’nın kız kardeşlerine ne olduğunu unutmak biraz Kafka’nın uzun boylu olduğunu unutması gibi.

Uzun Kafka, Kısa Kafka’da yaşar – ilk sürpriz budur; ve gizem sürer.

İkinci sürpriz ise bir muammadan ziyade vahşettir. Buna Ölü Kafka Ölümden Kaçıyor deyin. Kafka’nın 1924’te 41. doğum gününden bir ay önce tüberkülozdan öldüğünü ve 30’ların başında ebeveynlerinin de yanına geldiği Prag’daki Yahudi mezarlığına gömüldüğünü biliyoruz. Üç kız kardeşini akıldan çıkarmak kolay – Ottla favorisi, Valli ve Elli. Onları unutmaya hakkımız var, çünkü kardeşlerinin aksine, dehaları yoktu ve arkalarında şaşırtıcı bir edebi külliyat bırakmadılar. Yine de, sadece gözden kaçan bir gerçek uğruna olsa bile, dikkat çekmeyi hak ediyorlar: 1941-1943 yılları arasında kız kardeşlerin üçü de Auschwitz ve Lodz’da öldürüldü. Kafka en çok Ottla’ya düşkündü, ama babasına kesinlikle değildi ve akrabalarının ve çevrelerinin burjuva kaygılarına genellikle kayıtsızdı. 1918’de, 35 yaşındayken, hastalığına yenik düşmeden altı yıl önce, Kafka günlüğüne şunları yazdı: “Edebiyatla ilgili olmayan her şeyden nefret ediyorum, konuşmalar beni sıkıyor (edebiyatla ilgili olsalar bile), insanları ziyaret etmek beni sıkıyor, akrabalarımın sevinçleri ve üzüntüleri ruhumu sıkıyor. Konuşmak, düşündüğüm her şeyin önemini, ciddiyetini, gerçeğini alıyor.” (Bu arada, bu alıntı yazı masamın üzerine sabitlenmiş durumda. Takıntılılık hem güvenilir hem de ilham verici.)

Fakat Kafka’nın 1924’te tüberkülozdan ölmediğini varsayalım. Kafka hakkındaki tüm spekülasyonlar ve hipotezler arasında en önemlisi bu olabilir. 1924’te tüberkülozdan ölmemiş olsaydı, 1940’ta 57 yaşında olacaktı – keşke bu kadar uzun yaşasaydı! Şato ve diğer eserler tamamlanmış olacaktı ve şimdi elimizde kim bilir kaç tane daha başyapıt olacaktı! Peki bu ekstra yıllar Kafka için ne anlama gelirdi? Üç kız kardeşinin kaderinden ne anlama geldiklerini anlayabiliriz. 1940 yılına gelindiğinde, Prag Yahudilerinin adreslerini değiştirmeleri veya şehri terk etmeleri yasaklandı. 1941’e gelindiğinde, Prag çevresindeki ormanda gezemiyorlardı ya da tramvayı, otobüsü ve metroyu kullanamıyorlardı. Telefonlar Yahudilerin dairelerinden söküldü ve halka açık telefonlar da Yahudilere kapalıydı. Yahudi işyerlerine el konuldu; firmalar Yahudi çalışanlarını kovdu; Yahudi çocuklar okuldan atıldı. Gettolaşmaya, aşağılamaya, sürgüne ve katliama kadar böyle devam ediyor. Ottla, Valli ve Elli için ve Kafka’nın ruhunu sıkan tüm edebiyat dışı akrabalar için durum böyleydi; Kafka için de böyle olurdu. Ondan sağ kurtulan eser ilk başta sadece Yahudi okuyucularla sınırlı kaldı ve daha sonra “zararlı ve istenmeyen” diye yasaklandı. Yayıncısı Schocken, Tel Aviv’e kaçtı. Kafka’nın Siyonizm’e ve İbranice çalışmalarına olan ilgisine rağmen, onun da aynısını yapması tercih edeceği şüpheli.

Kafka’nın kız kardeşlerine ne olduğunu unutmak biraz Kafka’nın uzun boylu olduğunu unutması gibi. Kız kardeşleri unutursak, Kafka’nın bir yazar olarak yöntemi ve bir düşünür olarak inancı hakkında işaret edilen bir şeyi kaçırmamız muhtemel. Kafka’nın öykülerinin, marjinalleşme ve zulüm ipuçlarıyla, esrarengiz bir şekilde önceden uyaran nitelikleri olduğu sık sık dile getirilmiştir; ve büyük bir ölüm makinesinin titizlikle anlatıldığı “Ceza Kolonisi’nde”, belki de en erken ikaz eden metinlerdendir. “Şarkıcı Josephine,” ses demagogun duyarlı bir nüfus üzerindeki gücünün alaycı bir benzetmesi olarak buna eklenebilir. Kafka’nın, ölümünden sonra Avrupa’nın aldığı şekli “öngördüğü” kabul edilir – ama öngörü Kafka’da muhtemelen aslında en az olağanüstü biçimde olsa da nesrinde en gözle görülür şekilde kazınmış olan tek unsurdur. Anormal olanı asla vaat etmeyen ve akıl dışından şaşkına dönen bir düzyazıdır. Kafka ne de olsa ileri görüşlü değildi; o bir peygamber değildi; hiçbir şeyi öngörmedi. Orta dereceli dehanın bildiği gerçeklikten bahsederken, yüksek dehanın bilemediği gerçeklikten yazdığını söylemek gibi bir fantezinin peşinden koşmanın bir faydası yok. Kafka’nın 1924’te, 17 yıl sonra kız kardeşlerinin bir Alman ceza kolonisinde işkenceyle öldürüleceğine dair hiçbir fikri yoktu. Her ne kadar “Kafkaesk,” sözlüğe grotesk, gerçeküstü ve tehditkar ile eş anlamlı olarak girmiş olsa da, tüm bunlar derin ama sıradan bir yanılgı. Kafkacı zihnin merkezi motoru kendini böyle ifade etmez. “Kafkaesk” haklı olarak bunun tam tersini ifade etmelidir: rasyonellik, saf mantığın işleyişi. Tipik Kafkacı figür akla adanmıştır ve bir satranç ustasının bilişsel gücüne sahiptir. Kafka’nın yaratıkları, insan veya hayvan olsun, dünyayı asla zikzak ya da anlaşılmaz olana dayandırmaz. Bekledikleri şey kendi düzenli ve makul anlama yollarının dışsal bir karşılığıdır. Olağandışı olandan ziyade olağan olanın, düzensiz olandan ziyade sıradan olanın varsayımına dayanır. Mantık hükmede veya hükmetmelidir; sıradanlığa güvenilir veya güvenilmelidir; Kafkacı arayışın en karakteristik özelliği tam da bu normallik beklentisidir.

Kafka’nın öykülerinin kahramanları kız kardeşleri ve Prag’daki tüm Yahudiler gibidir: mantıksızlık içinde akıl yoluyla yaşarlar ve perişandırlar. Dünyanın uyum sağlayamaması Kafkacı mantık kurallarının suçu değildir. Kafka -20. yüzyılın biricik edebi mağduru- her zaman normalin tarafındadır: anlaşılmazlık en vahşice, en acınası şekilde karşısına dikildiği zaman bile.


Cynthia Ozick’in Mart 1998’de PEN Amerikan Merkezi’nin desteğiyle Schocken Books tarafından Şato’nun Mark Harman çevirisinin yayınlanmasını kutlamak için düzenlenen “Metamorphosis: A New Kafka” sempozyumunda yaptığı bir konuşmadan. ✪

Önceki

:Vic Chesnutt: Vitaminlerimi düzenli alırsam sorun olmaz

Sonraki

Tekerlekli sandalyede kanat çırpmak