[col-sect][column]Harf inkılabı Anadolu topraklarında gerçekleştirilen devrimlerin arasında en köklü olanlarından bir tanesini teşkil etmektedir. Falih Rıfkı Atay’ın hatıralarında aktardığı Atatürk’ün “bu ya üç ayda olur, ya da hiç olmaz” şeklindeki söyleminden anladığımız üzere topluma, en kısa ve en net şekilde aktarılması, öğretilmesi ve pekiştirilmesi anlamında toplumsal çalışmalar gerçekleştirilmekteydi. Latin harflerinden oluşan yeni alfabe çalışmalarının tamamlanmasının ardından 9 Ağustos 1928’de Atatürk alfebeyi Cumhuriyet Halk Partisi’nin Gülhane’deki galasında katılımcılara tanıttı. 11 Ağustos’ta Cumhurbaşkanlığı hizmetlileri ve milletvekillerine, 15 Ağustos’ta da üniversite öğretim üyeleri ve edebiyatçılara yeni alfabe tanıtıldı.
Kasım 1928 tarihinde “Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki” hakkında Kanun”un kabul edilmesine kadarki geçen sürede, o dönemin gazeteleri (Cumhuriyet, Hakimiyet-i Milliye (1934 yılında Ulus adını alıyor ayrıca CHP’nin resmi yayın organı olarak basılıyordu), Vakit, Akbaba, Servet-i funun gibi Osmanlıca ile birlikte sayfalarında latin harflerini kullanmaya başlamışlardı bile. Kimi gazetelerde manşet sadece latin harfleri ile verilmekte ve metnin devamı osmanlıca devam etmekteydi kimi gazete de ise, sadece köşe yazıları veya haber metinlerinin başlıkları yeni alfebeyle okurlara sunulmaktaydı. O dönemde diğer bir ilginç konu ise gazete sayfalarında çeviri ilanlarının artmış olmasıdır, toplumun topyekün latin harflerini biranda kavraması zor olacağından, resmi yazışmaların yeni harflerle devam etmesinden dolayı çeviri üzerine iş kolları artmıştı. Toplum içerisinde süre gelen şu yanlış anlaşılmayı açıklamakta da yarar var. Osmanlıca; Türkçe, Arapça ve Farsça’dan oluşan yazı dilidir. Yani iki kişi arasında geçen sözlü konuşma Türkçe’ydi. 1900’lü yılların Türkiye’sinde yaşıyor olsak iki kişi arasında geçen diyaloğu anlayabilir ve konuşabilirdik fakat yazı Osmanlıca olduğu için yazamazdık.[/column]
[column]Latin harflerine geçiş toplumun muassır medeniyetler seviyesine yükselmesinde ve eğitim, öğretimin gelişmesine ve öğrenebilirliğine katkı sağladığı kadar, orta yaş ve üzeri vatandaşların öğrenmede gösterdikleri zorluklardan dolayı, toplumun bir kesiminde gayri resmi yazışmalarda 1950’li yıllara kadar hala Osmanlıca kullandıklarını görmekteyiz. Gayri resmi yazışmadan kasıt olarak o dönemin mektup veya kişiler arası yazışmalar örnek olarak söylenebilir. Şu bilgiyide unutmamak gerekir ki; 1927-35 arasında yeni okuma-yazma öğrenenler resmi rakamlara göre Türkiye nüfusunun sadece % 10.3’ünü teşkil etmekteydi.
Kasım 1928’de Latin alfabesine dayalı yeni Türk Alfabesinin kabulünden sonra, 24 Kasım 1928’de yayımlanan Millet Mektepleri Talimatnamesi gereğince, yurdun her köşesinde Millet Mektepleri açılmış, halka yeni harflerle okuma yazma öğretilmeye başlanmıştı. Dünyanın her yerinde olduğu gibi yenileşme ve sosyolojik gelişmelerin önünü açacak hareketler her daim zorluklarla, engellemelerle karşılaşmıştır. Fakat zorluklar aşıldığında gerçek önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Bir milletin geleneksel bağları bulunan ve geleneksel yapı içerisinde yaşamlarını sürdürdükleri yaşam alışkanlıklarını değiştirmek kolay değildir. fakat ülkemizde gerçekleştirilen harf devrimi, çok büyük çoğunluk tarafından benimsenmiş ve yaşadığımız günlerin kelimelere dökülmesindeki görevini layıkı ile yerine getirmektedir. Bir an için Osmanlıca yazdığımızı düşünelim… Sizce nasıl olurdu?[/column][/col-sect]
[book id=’2′ /] ✪