Yıllar önce bir araya pek gelmeyen sol ve İslam kelimelerini artık bugünlerde aynı cümleler içinde daha sık görür olduk. Bir süre önce Mehmet Bekaroğlu ve Ertuğrul Günay’ın birlikte hareket etmeye başlamasıyla ivme kazanan hareket, daha sonra çeşitli tartışmaların ve yazıların konusu oldu. Bekaroğlu ve Günay’ın yarım kalan hareketi daha sonra Birikim Dergisi’nin bu konuyu sayfalarına taşıması ve nihayetinde HAS Parti’nin kuruluşunda eski tüfek solcuların da dâhil olmasıyla sol ve İslam kavramları nişanlılık dönemlerini yaşayan bir çift gibi…
Bu tartışma aslında Osmanlı’nın son dönemlerinde ufak da olsa hayat bulmuştu. Kısa bir geçmişi olan Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın çıkardığı İştirak Dergisi’nde bu konuyla ilgili bazı yazılar vardı. Partinin kurucusu ve partiyle bağı olan derginin yazarı Hüseyin Hilmi’nin Şura-yı Ümmet’e Cevap başlıklı yazısında, sosyalizmin Hz. İsa ile başladığını, “İslamiyet’te dahi nice ayat-ı kerime ve ehadis-i şerife ile teyit ve tasdik olunan’ sosyalist esasların “zekât gibi ameli bir surete dahi ifrağ” edildiğini söylüyordu. 1910lardaki Osmanlı Sosyalist Fırka çevresinde İslam’la solu barıştırmak için yazı kaleme alan diğer bir zat ise, Karesi mebusu Abdülaziz Mecdi idi. O da Düşün başlıklı yazısında, sosyalist olmayı, Müslüman olmanın gereği olarak değerlendiriyordu. İki görüşte sosyalizmin gelişmesi için İslam’ı bir araç olarak görüyordu; sosyalizmin muhafazakâr bir toplumla tanıştırmak adına yapılan bu ufak tartışmaların devamının gelmemesi sebebiyle havada kalan bir durum söz konusu oldu. Bu tartışmaların geniş bir alana yayılmamasının sebebi savaşlar, Osmanlı’nın yıkılması ve sonrasında cumhuriyetin kurulması oldu.
Cumhuriyetin kurulması burada önemli bir kırılma noktasıydı. Çünkü Osmanlı’dan sonra cumhuriyetle birlikte din, devlet nezdinde toplumu etkilemek, onu kontrol altında tutmak için bir araç olarak kullanıldı. Oysa birçok alanda laikleşmeye çalışan devlet neden bu konuda tutarsız davrandı. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Din, muhafazakârlığı güçlü olan coğrafyalarda toplumsal mühendislik için bulunmaz bir nimettir. Dinin kontrol altına alınması, hem dine yeni bir şekil vermeyi, onu dünyevileştirmeyi, hem de bu dünyevileşmeyi toplum üzerinden yapmayı mümkün kılar. Yapılan inkılâplarda, din adamlarının fetvalarında bu örnekleri gördük. Ama Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bu, başarılı gibi göründü oysa problemin formülü değişiyordu. Din, sosyal hayatın bir parçası olmaktan çıkıyor, sadece devletin tanımladığı ve insanların belirli zamanlarda yapması gereken fiiliyat anlamına geliyordu. Din ve devletin, bu noktada içi içeliği haliyle iki kavramı da kendi benliklerinden uzaklaştırıyordu. Kısacası Kemalizm dinin hareket alanının çerçevesi çiziyordu.
Buradaki ilk ayrışma dönemi Demokrat Parti zamanıydı ama o dönemde de sonu gelmeyen laiklik tartışmaları oldu. Bu tartışmalar ise sol ile İslam’ı birbirinden daha da uzaklaştırdı. Dindarlar da, o dönem de komünistler gibi tutuklandı. Tartışmalar yapılmadı, Müslümanlar yine sosyal hayatta çekilmeye ve devletin istediği dinde bir birey olarak yaşamaya çalışırken, sosyalistler kendi küresel sosyalist enerjiyle daha da var olmanın telaşındaydı.
60’larda kendini göstermeye çalışan enternasyonal sosyalist hareket de, dinle yüzleşmedi. Dine, sadece devletin belirlediği alanlarda yaşama hakkının tanınması, onun sosyal yönünün özellikle bir kenara itilmesi, bu dönemlerdeki sosyalist hareketin dinle tanışmalarına engel olmuştur. Sadece ufak tefek girişimlerde bulunuldu. Malum Hikmet Kıvılcımlı’nın Vatan Partisi deneyimi ve onun İslam’a referanslarda bulunduğu Eyüp konuşması… Kıvılcımlı’nın bu halis niyeti, Hüseyin Hilmi’nin açtığı tartışmadan öteye götürmedi birlikteliği…
Yakın döneme baktığımızda İslami hareketin ekonomik gücünü kazanması, kapitalizme entegre olmasıyla birlikte bunu siyasi alanda bir güç haline getirmesi ve bu hareketi iktidara taşıdı. Fakat burada tartışılan durum, İslami hareketin ekonomik olarak sosyal hayatta görünmesiyle birlikte, dinin dünyevileşmiş bir yüzünü de görüyoruz. Oysa Kemalizm de dinin dünyevileşmesini istiyordu ama sadece devletin belirlediği alanlarda. Günümüz İslami hareketi ise dinin sosyalleşmiş boyutuyla dünyevileşmesi taraftarı…
Peki, sol bu tartışmanın neresinde duruyor? Yıllarca Kemalizmin tüm siyasi ideolojileri kendine göre tanımlamasıyla birbirinden uzak kalan sosyalist sol ve İslam, aitlik duvarlarını içeriden örmek zorunda bırakılmış birbirine kavuşup evlenmeyi bekleyen bir çift gibi… Aitliklerinden kurtuldukça birbirini daha iyi anlayacaklardır. Zira Müslümanlar yıllarca sosyalizmi, din, halkın afyonudur, cümlesi üzerinden okumaya, anlamaya çalıştılar. Oysa iki düşüncenin birbirine yakın ve uzak tarafları ancak tartışarak ortaya çıkar. Burhan Sönmez’in de hatırlattığı gibi İbni Haldun, Marx’tan beş asır önce söylediği, “ekonomi, dini belirler,” cümlesi bu kapitalist dünyada sosyalizm ve dinin buluşması için önemli bir ortaklığı vurgulamaktadır bence. Tabii bu tartışmayı sadece ekonomi değil, diğer alanlar üzerinden de okumak gerekir. Bu tartışma devam etmelidir.
Peki, bu nişanlı çift evlenir mi, sorusunun cevabını önümüzdeki yıllarda daha sık duyacağız sanırım. ✪