Bin Ladin’in aslında çoğu insanın artık pek de düşünmediği, unutulan, kenara köşeye itilen bir insandı. A.B.D.’nin savaşları artık şekilden şekilde girmekten bir hal olmuş, ne Bin Ladin kalmış, ne Saddam, ne kitle imha silahları, ne demokrasi. Fakat Bin Ladin’in ölümü, bu işle çok yakından ilgilenen bir sürü insan için unuttuklarını sandıkları bir konuyu ve hiç hissetmeyeceklerini sandıkları bazı hisleri gündemlerinin birinci sırasına taşıdı. Tabii, burada sözü geçen insanlar, 11 Eylül’de yakınlarını kaybetmiş olanlar,
Bin Ladin’in ölümü bir sürü farklı yönden incelenecek elbet. Her yönden analizler yapılacak. Obama’nın aylardır azalan etkisine ve karizmasına, Amerikan Kongesi’nde güç kaybetmesine ve 1 yıl sonra olacak seçimlere nasıl bir etkisi olduğu tartışılacak. Bin Ladin’in ölümü sonrasında intikam saldırıları hesaplanacak, önlenmeye çalışılacak. Bin Ladin’den sonra başa kim geçecek? Zawahiri’ye kimse karşı çıkacak mı? Onlar nerede? Bin Ladin’in öldürülmesi, Ortadoğu’da gelişen devrimler için nasıl bir anlam taşıyor? Libya direnişinin lideri kendisini El Kaide ile ilişkilendirmişti, mesela, direniş bundan nasıl etkilenecek? A.B.D.–Pakistan ilişkileri nasıl etkilenecek? Pakistan’ın içerisinde Bin Ladin’i destekleyenler, Pakistan devletine karşı neler yapacak? “Obama got Osama” gibi başka nasıl seçim sloganları geliştirilecek? 11 Eylül’ün onuncu yıl anma törenlerinde, Bin Ladin’in ölümü nasıl bir yer tutacak? Ve saire, ve saire, ve saire… Fakat bu soruların cevapları ne bu olayda en çok travmayı yaşayan insanları ilgilendiriyor, ne heyecan verici, ne de 11 Eylül’de yakınlarını kaybedenler için önemli.
Çünkü Bin Ladin’in öldürülmesi, gerçkek sonuçlarından çok sembolik bir önem taşıyor. El Kaide yok olmadı–zaten bu ne kadar mümkün, tartışılır. Teröre karşı savaş zaten daha bitmeye yakın bile değil. Irak ve Afganistan’da El Kaide’nin üstlendiği intahar saldırılarının daha çok yerel liderler tarafından düzenlendiği ve bu tür “küçük” işler için Bin Ladin’e gerek olmadığı çok yüksek bir ihtimal. El Kaide lider kadrosunun “şayet Bin Ladin ölürse” diye senaryolar ve olası cevaplar üretmemiş olacağını ve resmi istihbarat teşkilatlarının bunlara karşı cevaplarının olmadığını düşünmek zira saflık olur. Yani, Weber’in söyleyebileceği gibi, karizmatik liderin ortadan kalkması sonucunda organizasyonun dağılması, bu kadar yerleşik, zengin ve ne yaptığını bilen bir yapı için çok da doğru olmasa gerek. Yani, kısaca soracak olursak: ne değişti? Evet, önemli bir lider öldü. Ama bunun organizasyon bakımından çok sarsıcı, kökten etkileyici bir olay olduğunu söylemek abartı olur.
11 Eylül saldırılarına karşı ülkemizde kendini beğenmiş bir vurdumduymazlık var. Hem dünyadaki en yüksek A.B.D. karşıtlığının ülkemizde olmasından, hem terör denilen illetle zaten çok uzun yıllardan beri mücadele ediyor olmamızdan ve bugüne kadar masum on binlerce insanın boş yere öldüğünden, yaşananların “amaan, 11 Eylül ne ki, sadece 3000 küsür insan” diye kenara geçiştirildiğine çok defa şahit oldum maalesef.
İlk paragrafta sözü geçen ailelere geri dönelim. 11 Eylül’de eşlerini, çocuklarını, kardeşlerini ve yakınlarını kaybetmiş olanlara. Sevdiğinizin bir uçağın içinde ülkenizin bir binasına çarparak öldüğünü anlamak, zaten güç bir durum. Fakat hem olay olduktan sonra, hem de yıllar boyu bunu televizyonda tekrar ve tekrar görmek, gazetelerde fotoğraflarına bakmak, o uçağa bakıp içinde sizin kalbinizden, ruhunuzdan bir parçanın az sonra çok şiddetli ve içeride ne olup bittiğini gözünüzün önüne bile getiremediğiniz bir şekilde size veda edeceğini görmek, çok da rahatlıkla kenara itilecek bir şey olmasa gerek. O yüzden, yukarıda bahsedilen diğer sorular, siyaseti ilgilendiren, Bin Ladin’in ölümüne stratejik açıdan yaklaşan incelemeler, bir yere kadar önemli belki. Fakat bu durumda insana, ya da en azından bana, dokunan soru şu: 11 Eylülde yakınlarını kaybedenler, Bin Ladin öldürüldüğünde ne hissetti?
İhtiyarlara Yer Yok (No Country for Old Men) filminde Javier Bardem’in canlandırdığı Anton Chigurh karakteri konusunda, Javier Bardem “kaderin önlenemezliğinin bir hatırlatıcısı sadece” diyordu bir röportajda, “kader olacak ve onunla yüzleşilmesi gerektiğini hatırlatan bir karakter” olarak yorumluyordu kendi oynadığı karakteri. Başka bir yorum da durdurulamayan, anlamsız şiddet olabilir. Sonunda “kötü” olanın kazandığı ender filmlerden. Rastgele insanları durdurup öldürmek veya hayatlarını bir yazı turaya bağlamak ne kadar günlük hayatımız içerisinde anlam verebildiğimiz ve aklımıza yatan birşeyse, 11 Eylül’de yakınlarını kaybedenler, ölümler için benzer duygular hissediyorlardı yakın zamana kadar gibime geliyor. Anton Chigurh’un uyguladığı şiddet, Bin Ladin’in uyguladığı şiddetten, en azından yakınlarını kaybedenlerin gözünde, daha anlamsız değil. Bu sonucu çıkarmama sebep olansa, internette ve gazetelerde 11 Eylül’de dul kalanların söyledikleri, yazdıkları.
A.B.D. gazetelerinden Huffington Post’ta, 11 Eylül’de kocasını kaybeden Kristen Breitweiser şöyle diyor mesela:
“Bin Ladin’in öldürüldüğünün haberi, bana uzun süredir beklediğim anlamlı bir sonuç hissini verdi.
Kocamın ve 3,000 diğer masumun anlamsızca ve kalpsizce öldürülmesinin üzerinden 10 yıl geçtikten sonra, nihai adalet yerini buldu–çabuk olmasa bile kesinlikle tatlı.
12 yaşındaki kızım yarın daha güvenli ve umarım daha barışçıl bir dünyaya uyanacak. Ve bu bana bir rahatlık hissi veriyor…”
11 Eylül’de yakınlarını kaybedenlerin kurduğu bir derneğin web sitesinde (www.911families.org) yapılan basın açıklamasında, 11 Eylül’de itfayeci oğlunu kaybeden ve aynı zamanda derneğin başkanı olan Lee Ielpi “duygulara boğulmuş durumdayım. Bir fasıl son buldu.” diyor.
CNN’in konuştuğu Diana Massaroli olayda kocasını kaybedenlerden. “Onu özlüyorum ama adaletin yerini bulduğunu hissediyorum … 10 yıldır hissedemediğim bir sakinliği hissediyorum. Bunun olacağını hiç düşünmezdim. Kendimi daha iyi hissediyorum. Sanki hayatımda yeni bir fasıla başlayabilirmişim gibi.”
Bahsi bu konuşmalar dışında da sıkça geçen bu “bir faslın kapanışı” ve “rahatlama” hissi, uluslararası güvenlik stratejisi gibi yönlere çok birşey anlatıyormuş gibi durmuyor. Fakat bu olaydan en çok etkilenenlerin en çok söylediği şeyler bunlar.
O yüzden, Bin Ladin’in ölümü gerçek olmasından daha çok sembolik bir olay. Çünkü bu durumdan etkilenen çoğu insan, yaşanılan saldırıya bir anlam vermekte zorlanmıştı sanki. Bin Ladin ölmeden hissedemedikleri “rahatlama,” bana İhtiyarlara Yer Yok bittikten sonra bir kaç gün boyunca hissettiğim rahatsızlığı hatırlattı. Durup duruken masum insanları öldürmüş ve sonunda elini kolunu sallayarak gitmiş olan bir film bana “yarım kaldı” gibi gelmişti. “Kötü adam” daha ölmemişti halbuki.
Bin Ladin’in de 10 yıla yakın bir sürede yakalanmamış ve öldürülememiş olması ve ilk olarak onu yakalamak adına açılan savaşlarda on binlerce masum insanın ölmesi, 11 Eylülde yakınlarını kaybedenlerin içinde yarım birşey bırakmıştı sanki. Bin Ladin ölünce, “kötü adam” öldü. Hayat, küçüklüğümüzden beri ezberlediğimiz klişerle tutarlılık gösterdi: “adalet yerini buldu,” “güçlü devlet suçluları cezalandırdı” ve çoğu insan rahatladı, derin bir nefes aldı. 10 yıldır süren film, nihayet bitti.