Bir süre önce bir üniversitede “A.B.D.’de Ortadoğu kimliği” üzerine bir konferans vermeye davetliydim. Orada söylediklerimin özetini Türkçe yazdım. Arap baharını, #OWS’yi harmanlayıp, olayların Ortadoğulu algısı üzerindeki olası etkilerini tartışıyor.
Bugünlerde A.B.D.’de Ortadoğulu olmak, sadece ‘terörizm’ veya ‘batı karşıtlığı’ ile suçlanmak anlamına gelmekten ve şiddet, hoşgörüsüzlük, dar görüşlülük ile ilişkilendirilmekten yavaşça uzaklaşıyor. Dünyada olup biten olaylar ve bu olayların yarattığı algı değişikliği, A.B.D.’deki Ortadoğulu kimliğini çok katmanlı ve daha karmaşık bir hale sokuyor. Arap Baharı’nın Ortadoğu’yu şekillendirmesi ve #OccupyWallSteet (Wall Street’i işgal edin: OWS)’nin A.B.D.’de seçimler öncesi yarattığı hava, A.B.D.’de Ortadoğulu olanlara karşı yeni görüşlerin pekişmesine yol açıyor. En büyük temenni, bu çifte bağın özellikle tutucu tabanda kendilerine yer bulması ve Ortadoğulu algısını muhafazakarların etnosentrist anlayışından bir an önce uzaklaştırması.
Arap Baharı Öncesi
Gerek kişisel, gerekse toplumsal kimliklerimizin, algılarımızın ve hafızalarımızın hikayeler ile yaratıldığını ve sürdürüldüğünü varsayarsak, A.B.D.’deki Ortadoğulu kimliğinin geçen yıla kadar neden bu kadar marjinal bir halde olduğunu anlamak güç olmaz. A.B.D.’deki Ortadoğulu algısı, 11 Eylül saldırılarına kadar bölgedeki diktatörlüklerin şiddet aşkı, yönetenlerin hoşgörüsüzlüğü ve küçük çapta yapılan terör saldırıları ile şekilleniyordu. 11 Eylül saldırıları, çoğunluk A.B.D.’linin bu algılarını yeni bir boyuta taşımalarına sebep oldu. Afganistan/Irak işgallerinde orduların yaşadıkları kayıplar ve saldırı yöntemleri ise sadece ve sadece A.B.D.’lilerine yargılarına katkıda bulundu. Ortadoğu insanının karmaşıklığı, şiir sevgisi, kültürün zenginliği—bu konulara özel ilgisi olanlar dışında—çoğunluk A.B.D.’li için tamamen bilinmez olmaya devam ettiler.
Fakat neredeyse 1 yıl önce başlayan Arap Baharı ve uluslararası basındaki yankısı A.B.D.’lilerin bu algılarını değiştirebilir. 1 yıl kadar kısa bir süre, algı değişimini bilimsel olarak gözlemlemek ve güvenilir olarak yayınlamak için yeterli bir zaman olmasa da, bu konuda isabetli olacağına umut ettiğimiz tahminler yapabiliriz. Çünkü, diktatörlükerin, şiddet eylemlerinin, 11 Eylül’ün ve intihar saldırılarının yaptığı gibi, Arap baharı da bir Ortadoğulu hikayesi yazıyor.
Arap baharına kadar yazılan hikaye bir fark hikayesiydi. Çoğu A.B.D.’lilnin gözünde ‘onlar’ sadece farklıydılar: şiddeti seviyorlardı, diktatörlere boyun eğiyorlardı, özgürlükleri umursamıyorlardı, kişisel haklar yerine toplumsal baskıyı ön plana çıkarıyorlardı, ve en kötüsü, gelişmiş medeniyetler ‘onların’ umurlarında değildi. Bu kabul edilemezdi çünkü ‘onlar’ tüm Amerikan değerlerine ters düşüyorlardı, normal değillerdi ve bu yüzden soğuk savaş sonrası birden bire A.B.D. dış siyasetinin favori düşmanları haline geliverdiler.
Ortalama bir A.B.D.’linin düşünceleri, George W. Bush’un söylemlerinde kendini çok güzel bir biçimde göstermişti. Çoğunluğu Ortadoğu’daki devletlerden oluşan “şer ekseni,” A.B.D. dış siyasetine yeni bir “çevreleme politikası” için hedef göstermişti. Fakat yeni düşmanına karşı çevrelemeden daha öteye giden “teröre karşı savaşı” bir “Haçlı seferi” ilan etmesi, mesela, ne bir dil sürçmesiydi, ne de A.B.D. halkını bir ikna veya manipülasyon çabasıydı. A.B.D.’li muhafazakar beyaz Hristiyanlar’ın samimi düşüncesi bu yöndeydi ve gereğinden fazla saf bir insan olarak George W. Bush—uluslararası basındaki olası sonuçlarını düşünemeden—bu sözü söyleyivermişti.
Bu “öcü hikayesi” o kadar ikna ediciydi ki, A.B.D.’de eğitimli insanlar dahi fakir, zar zor çalışan 2. el Sovyet teknolojisi kullanan Irak’ın mucizevi bir şekilde füze yapabileceğini ve o füzenin bütün Ortadoğu’yu, Avrupa’yı, Atlantik Okyanusu’nu aşarak, kimse müdahale edemeden, A.B.D.’yi vurabileceğine inanıyorlardı[1. Kişisel tecrübe: O sırada A.B.D.’deki en iyi mühendislik okullarından biri olan Penn State Üniversitesindeydim ve mühendislik bölümündeki arkadaşlarım arasında bu yaygın bir görüştü. ‘Mühendislik’ kısmını tekrar etmek önemli; çünkü, kendilerinin teknik hesaplamalarla, teknolojik olasılıklarlı düşünmek konusunda “iyi” olmaları gerekiyordu. Fakat bu örnek George W. Bush gibi insanların siyasi hitabetlerini neden ciddiye almamız gerektiği konusunda güzel bir örnek. Kriz zamanlarında, siyasi hitabet, toplumsal baskı ve kutuplaştıran söylem, insanların eğitimlerinin önüne rahatlıkla geçebiliyor. Kendimizi yoklamamız umuduyla…]. A.B.D.’li için Ortadoğu’lu imgesi, kıyıda köşede rahatsız bir biçimde oturan, bir apartmanın bodrum katında ve mutlaka karanlıkta yaşayan bakımsız bir tipti: Dostoyevski’nin yeraltı adamı gibi sürekli komplo kuran cani bir dahiydi.
Yeni Hikaye
Fakat Arap baharı bu “öcü hikayesinin” yanlışlığını—aslında yanlışlığından öte, bu hikayenin ne kadar ırkçı olduğunu—ortaya koydu. Çöken küresel ekonomiyle yükselen yoksulluk sınırını arka planına alan ve sosyal medyanın sponsorluğunda başlayan Arap baharı, Ortadoğulu için yeni bir hikaye yazdı. Ortadoğulu insanlar barışçı gösteri yapabiliyorlardı, sanıldığı kadar şiddet aşığı değillerdi, diktatörlükler tarafından itilip kakılmayı sevmiyorlardı, özgürlüklerine düşgündüler (gerçi azınlık hakları konusunda konuşmak için çok erken olsa da, bu konuda muhafazakar kalmaları büyük bir tutarsızlık olur) ve uluslararası desteğe açıklardı. Arap baharı ile devrimci ve özgürlükçü bir hikayenin temellerini attı Ortadoğu.
Henüz temelleri atılan ve nasıl yazılacağını merakla beklediğimiz bu yeni hikaye, Ortadoğulu hikayesini, A.B.D.’li hikayesine beklenmedik bir şekilde bağladı. Ortadoğuluları “öteki” olarak gören ve onları baskıyı seven, özgürlükten uzak garip yaratıklar olarak algılayan A.B.D.’liler için, Arap baharı kendi ırkçılıkları ile yüzleşmek için önemli bir fırsat oldu. Çünkü, tarihin hiciv yeteneğine bir kere daha hayran olarak, göz önünde tutmamız lazım ki, Ortadoğululara karşı kendilerini üstün gören muhafazakar A.B.D.’liler, aynı zamanda A.B.D.’nin “despotluktan kaçıp özgür devlet kuran” hikayesine çok sıkı derecede bağlı olan insanlar. Ve bu iki hikaye arasındaki benzerlikleri görmemek gerçekten özel bir yetenek—veya nefret—gerekiyor. Bu özel nefrete sahip olanlar mutlaka ve mutlaka başkalarını farklı ve aşağı görmek için her türlü bahaneyi zaten kullanacaklar. Fakat, kendileri, onlara daha fazla satır ayırmamıza değmecek kadar azınlıktalar.
#OWS
Dünyanın dört bir yanında #İşgal ayaklanmaları başlatan #OWS’nin bu denklemde ise ayrı bir yeri var. Arap baharı ne kadar A.B.D.’ye uzanıp, A.B.D.’nin kuruluş hikayesi ile bir bağ kuruyorsa, #OWS’de Ortadoğu’ya uzanıp, Arap baharı ile daha sıkı fıkı bir bağ kuruyor.
Tabii ki arada çok belli farklar var: Wall Street’te gösteri yapanlar mermilerden kaçmıyorlar, diktatör devirme derdinde değiller, çok değişik isteklerle ve ellerinde tüfek yerine Starbucks kahveleri, Apple bilgisayarları ile bir araya geliyorlar ve sosyal medyanın kısıtlanmadığı, internetin yasaklanmadığı ve konuşma özgürlüğünün göreceli olarak daha iyi olduğu bir yerde bu gösteriyi yapıyorlar.
Fakat, Tahrir Meydanı gazilerinin, Wall Street meydanında eylem yapanlara “tweet attıkları” ve taktik verdikleri de bilinen bir gerçek. Bununla beraber #OWS hareketi, kendi diktatörleri olarak bankacıları hedef gösteriyorlar.
Çifte Bağ
Böylelikle, Arap baharı ve #OWS, A.B.D. halkı ve Ortadoğulu kimliği arasında bir çifte bağ oluşturuyor. Arap baharı, A.B.D. hikayesine uzanırken, #OWS, yüzünü Arap baharına dönüyor ve %99 ile Ortadoğulular arasında bir “ortak başkaldırı” hikayesi yazıyor.
Bu çifte bağlı ortak hikaye, A.B.D.’de yaşayanların, özellikle muhafazakar kesimin, kendilerine sürekli farkları gösteren at gözlüklerinden kurtarması için önemli bir an. Fakat, ırkçı anlayışların değişmesi, A.B.D.’li muhafazakarların ‘yükü’ olduğu kadar, A.B.D.’de yaşayan Ortadoğulu kökenlilerin de sorumluluğunda. Her ne kadar toplumsal algıların hemen değişmesi imkansız olsa da, hem yeni kurulan devletlerin, hem de şu an A.B.D.’de yaşayan Ortadoğluların ellerinde bulunmaz bir fırsat var. Meramımız, herkesin elindeki fırsatı değerlendirebilmesi ve sonunda insanlığın daha iyi bir noktaya gelmesi. ✪