“Her şey Poe ile başladı”
“Her şey Poe ile başladı. 12 yaşından 18’ime kadar onu taklit ettim. Poe’daki cevhere aşık oldum. Kendisi tam bir mücevher değil mi sizce de? Edgar Rice Burroughs ve John Carter için de aynısı geçerli. Geleneksel korku hikayeleri yapıyordum, herkesin az çok bailadığı şekilde. Mezarlıkta kapana kısılan insanlar filan. Mısır labirentleri çiziyordum.
Her şey, birbirine 1932 yılında bağlandı. 12 yaşımdaydım. Poe vardı, Carter vardır, Burroughs ve çizgi romanlar vardı. Birçok hayali radyo programı dinlemiştim. Özellikle de Sihirbaz Chandu’yu. Eminim program leşti ama bana öyle gelmiyordu. Program her bittiğinde oturup aklımdan programın metnini yazıyordum. Chandu dünyanın tüm kötülerine karşıydı, ben de. Psişik çağrılara cevap veriyordu, ben de…”
Proust ve Joyce hakkında
“Beni uyutan insanlar uyutuyordur. Tanrım, proust’u okumayı çok denedim, gerçekten. Tarzındaki güzelliği de farkettim ama beni uyuttu. Joyce için de aynısı geçerli. Joyce’un fazla fikri yoktu. Ben ise tamamiyle fikir odaklıyım ve Fransız yazını ile İngiliz hikaye anlatımının bazı yanlarını takdir ediyorum. Sadece, hangi fikirlerin bize neler yaptığından etkilenmeyen bir dünyada olmayı hayal edemiyorum.”
Dijital çağa öfke veya kitapların direnişi
[2000 yılında İnternet üzerine] “Bu şey başarısız olmaya mahkum. Napster’a bir bakın mesela. Gözleri kapalı milleti soyuyorlar. İnsanların işlerini yürütüyorlar. Hepsi hapse atılmalı, hepsi. Tüm bu elektronik mevzular soğuk aslında, sizden değil. Internet dediğiniz bilgisayar şirketlerinin her eve bilgisayarlarını sokmaları için kurguladıkları devasa bir sahtekarlık.”
[Yazı üzerine] “Hâlâ kitapları seviyorum. Hiçbir bilgisayar kitapla karşılaştırılamaz. Internet’e bir kitabı tamamen koyamazsınız gerçekte. Üç büyük firma gelip kitaplarımı nete yüklemek isytediklerini söylediğinde, “Güzel bir cilt, güzel bir kağıt ve güzel bir koku yapabiliyorsanız konuşalım,” dedim. Tüm bilgisayarların yaptığı aslında sadece manüskriptler yaratmak. İnsanlar manuskript değil kitap okumak ister. Kitaplar güzel kokar. Güzel gözükürler. Kitabı göğsüne bastırabilirsin, cebine atabilirsin.”
Sadece Fahrenheit 451’in e-kitap olarak yayımlanmasına, ancak 2011 sonlarında izin veren Bradbury, bu izni de tüm yayın haklarının yenilendiği milyon dolarlık bir anlaşmanın küçük bir parçası olarak onaylamıştı. 2009 yılında Yahoo kendisine geldiğinde öfkesini de gizlememişti:
“Onlara ne dedim biliyor musunuz? Cehenneme gidin! Siz de internet de cehenneme gidin! Anlamsız, gerçek olmayan, havada bir şey.”
İlerleyen yıllarda Bradbury’nin internete bakış açısında da değişiklikler oldu. Eleştirileri daha çok internetin nasıl kullanıldığına dairdi. İnsanların ciddiye almadığı bir alan olmasına duyduğu rahatsızlık, yerini, gerekli eleştirileri yaptıktan sonra bir websitesi dahi açıp değişime bıraktı.
“Ben bir kütüphaneciyim. Kütüphanede keşfettim kendimi, kütüphaneye kendimi bulmaya gittim. Beni kütüphaneler büyüttü. Okullara veya üniversitelere inanmıyorum. Kütüphanelere inanıyorum çünkü çoğu öğrencinin parası yok. Liseden mezun olduğumda Ekonomik Kriz vardı ve paramız yoktu. Koleje gidemiyordum. Bu nedenle tam on yıl boyunca, haftada üç gün kütüphaneye gittim. Nihayet, 1947’de evlenince tamam dedim. Böylece 27 yaşında kütüphaneden mezun oldum. Kütüphanelerin gerçek okul olduklarını keşfetmiştim.”
“Bazı geceler, geç saatlerde inip kitaplarımdan birini açıyorum. Bir paragraf okuyup Tanrım diyorum, oturup ağlıyorum. Çünkü bunların sorumlusu ben değilim. Tanrı’dan. Çok müteşekkirim, çok.”
Hafıza, Bo Derek ve kurgu
“Benim hafızam çok iyidir. Doğumumu bile hatırlıyorum. Hatta içerideki anları da. Dışarı çıkmak mükemmel bir duyguydu.”
[Bo Derek ile Fransa’da trende] “Karşılaştığımda, bana Bay Bradbury dedi. Evet dedim. Sizi seviyorum, ben Bo Derek.”
“Bilim kurgu, fikirler kurgusudur. Fikirler beni heyecanlandırır. Heyecanlandığımda ise adrenalin yükselir ve bilirim ki sırada o fikirlerin kendisinden enerji alacak olmam vardır. Bilim kurgu akla gelen ve henüz var olmayan herhangi bir fikirdir. Ama yakında var olacaktı ve herkes için her şeyi değiştirecektir ve hiçbir şey tekrar aynı olmayacaktır. Dünyanın küçük de olsa bir kısmını değiştirecek bir fikriniz olduğunda, bilim kurgu yazarısınız demektir. Bilim kurgu olasılığın sanatıdır, asla imkansızlığın değil.”
“Kurt Vonnegut’un beni sevmediğine memnunum. Sorunları vardı, çok sorunları. Dünyayı benim gördüğüm gibi görmüyordu. Sanırım ben çok Pollyanna’ydım, O da çok Cassandra, gelecek hakkında uyarıp belki de çok fazla geçmişte yaşayan – ikisinin birleşimi. Ama çok çok iyimser olduğumu da düşünmüyorum.”
“Geleceği tasvir etmeye çalışmıyorum, onu engellemeye çalışıyorum. Eğitimin olmadığı bir geleceği engellemeye uğraşıyorum. Robotlardan korkmuyorum, insanlardan korkuyorum. Bir hikayemdeki gibi, adamın biri tüm dünyayı bir zaman makinesi yaptığı konusunda ikna eder. Geleceği görüyordur ve bazı şeyler değiştirmezsek cehenneme gideceğizdir. Tabii ki hepsi yalandır ama insanlar ona inanırlar. Bir çok açıdan, o hikayedeki adam benim. Gelecek hakkında insanları uyarıyorum.”
✪