Eray Mert, kısa filmleriyle çok sayıda sinemaseverin dikkatini çeken, filmlerindeki ayrıntı ve kurgularla, en azından bizi, allak bullak eden çalışmalara imza atan bir yönetmen. Ne zamandır ulaşmaya çalışıyorduk, araya Antalya Altın Portakal Movie Festivali girdi. Şimdi, 2008 yılını, Futuristika’nın “Budur!” dediği bir yönetmenin röportajıyla kapatıyoruz. Baylar bayanlar, ruhumuza teğet geçmeyen, doğrudan zerk olan kısa filmlerin yönetmeni burada…
Futuristika: Kısa movie, bana göre, tıpkı kısa öykü gibi, şiire yakın duran bir alan. Sizce kısa movie nedir? Kısa filmin sinema denen mucizedeki önemi nedir?
Eray Mert: Dimension katılıyorum, şiir ve kısa movie birbirlerine çok yakınlar. Fakat kafamda da “Kısa movie budur, bu tanımın dışındakiler kısa movie değildir.” gibi kesin bir yargı yok. Bu kafa karışıklığı gibi dursa da bir kısa filmcinin kafasının biraz karışık olmasında yarar var.
Birbiri ardına eklenmiş on tane kısa filmden bir uzun movie olmaz. Ama dünya sinemalarının genelinde sahne ve sekans dizaynı yapılırken kısa movie anlayışlarından faydalanıldığı da aşikar. Türkiye’de yapılan sinemada bu gerçek göz ardı ediliyor sanırım. Bu yüzden sinema denen mucizede kısa filmin Türkiye’de pek önemi yok.
Türkiye’nin belki de en çok kısa movie üreten yönetmenlerindensiniz. Kısa filme olan tutukunuzun dışında bunun sebebi bu alanda üretmeye geç başlayıp belki de kaybettiğiniz zamanı yakalamaya çalışıyor olmanız olabilir mi?
Ben sadece üç yıldır bu alanda üretimde bulunuyorum. Kısa filmle geç tanışmam eğitim sistemimizdeki aksaklıklar ve kişisel olarak kendi cehaletimle açıklanabilir. Fakat açıklanamayan şey benim bu kadar geç başladığım bir alanda ‘kısa filmci’ olarak anılan birisi olmam. Bu, ülkede kısa filmin ne kadar geride olduğunu da gösteriyor. Öğrenciler dışında kısa movie üreten yok. Bu kısa filmin ticari olmayışıyla açıklandığı gibi -bence uzun movie yapan yönetmenlerin bu alanı görmezden gelmelerinin bir sebebi de- kısa filmle girecekleri ve pek alışık olmadıkları rekabet olabilir. Çünkü kısa filmin iyiliğini gişe ya da ödüller belirlemiyor.
İlk bitirdiğiniz bölüm olan Uluslarası İlişkiler gibi politik bir yönü olan daldan sonra, sinema okumaya nasıl karar verdiniz? Genelde sinemanın, özelde de kısa filmlerin politik mesajları iletmede doğru bir araç olduğuna inanıyor musunuz?
Şu an geriye bakınca isabetli ve cesur bir kararmış gibi geliyor. Tam olarak nasıl bir psikoloji içinde olduğumu ben de hatırlayamıyorum. Sinemanın politik mesajları propagandaya çevirmeden iletmede en önemli mecra olduğunu düşünüyorum. Kısa Kes Movie Atölyesinin ve Ankara Üniversitesi’nin özgür ortamı da düşünsel olarak olgunlaşmamda faydalı olmuştur diyebilirim. Doğru bir okulda okuduğum için de şanslıyım.
Çalışmalarınızdaki müzik kullanımı dikkat çekiyor. Mesela Evladiye isimli çalışmada müziğin dış sesleri bastırdığı an ya da Darbe isimli çalışmada Anathema’dan olduğunu düşündüğümüz, arka planda süregiden müzik. Müzisyenliğinizin olduğunu da biliyoruz. Müziğin hayatınızdaki yönü nedir? Anathema özel bir seçimse, başka olmazsa olmaz gruplar, şarkılar sizin için nelerdir?
Müzisyenim diyebilecek kadar müzikle ilgili değilim. Filmlerde de olabildiğince az müzik kullanılırım. “Darbe” gibi istisnalar dışında filmlerimde müziği suistimal etmedim. Filmlerde müzik kullanımı etkiyi arttırır, bu doğru ama benim anlayışıma göre filmlerde müzik kullanmak – hele bir de özgün değilse- bir hüner sayılmaz.
“…kısa filmin iyiliğini gişe ya da ödüller belirlemiyor…”
Çekimler sırasında kurguda, hikayede, vermek istediğiniz mesajda değişiklikler yapıyor musunuz?
Çekim sırasında aklınıza gelen ve o an dahice sandığınız şeyleri uygulamak, filmin heyecanı biraz olsun geçtiğinde geri dönülemez sonuçlar yaratabilir. Çekim sırasında zorunlu teknik değişiklikler dışında fazlaca değişiklik yapılmamalı.
“Çekemediğim bir movie kafamda durdukça bana acı veriyor.” demişsiniz bir yerlerde. Şu sıralar nasıl hissediyorsunuz?
Çok iyi sayılmaz.
Eserlerinizi inceleyince ve alanınızda kendinizi geliştirmedeki heyecanınızı göze alırsak, yurtdışında yapılan kısa movie çalışmalarını oldukça takip ettiğinizi düşünüyoruz. Orası ve burası arasında bir karşılaştırma yapmanız gerekirse neler söyleyebilirsiniz?
Kendimi geliştirme heyecanı duyduğum doğru. Ancak yurtdışı festivalleri ve filmleri pek takip edemiyorum. Sıkı takipçisi olmadan da fark edebileceğiniz bazı farklar var yine de. Özgür düşüncenin Batı hayatındaki yeri eserlerine de yansıyor hep. Klişelerden kaçınmaya çalışıyorlar. Birbirlerine karşı çok yapıcı ve açık fikirliler. Eserlerini sergilemekten korkmuyorlar. Teknik olarak da bizden ilerideler.
Böyle söyleyince çoğu insan işin parayla ilgili olduğunu düşünüyor ama katılmıyorum. Mesele araç gereçse aynılarından Türkiye’de de var. Türkiye’deki kısa movie çeken arkadaşlara çok küçük bir karşılaştırma şekli önermek istiyorum: Filmlerinde kendi kullandıkları gereçleri (kamera, ışık, mikrofon gibi) internette aratıp diğer ülkelerdeki kısa filmcilerin neler yaptıklarına baksınlar. Aradaki bu farkın sebebi –kendim de dahil- yaptığımız işi ciddiye almamamızdır. Teknik demek kamera markası modeli demek değildir. Kareleme, bakış açısı, bir hikayeyi anlatma biçimi de teknik içine girer.
Seçilen konular ve işleniş biçimi düşünüldüğünde Anadolu’nun zenginliğiyle hiçbir coğrafyanın kıyaslanamayacağını düşünüyorum. O yüzden suçu kendimizde arayıp, gelişmeye çalışmalıyız.
Geleceğe baktığınızda kendinizi nasıl görmek istiyorsunuz ya da görmek istersiniz?
Daha içime sinen kısa filmler üreten birisi olarak görmek isterim.
Aldığınız son ödüllerden bahseder misiniz?
Ödül sayısı 22 oldu ama hala doğru düzgün movie çekebildiğimi düşünmüyorum. Demek ki nicelikle nitelik arasında doğru bir orantı yok.
Eray Mert’in yönetmenliğini yaptığı kısa filmler:
Evladiye (2008) – İzle!
Ah aklımdan ölümüm geçer (2008)
Darbe (2008) – İzle!
Sanat düşmanı (2008)
İnsan-lık (2007) – İzle!
İyi ki doğdum (2007)
Söyleyemiyorum (2007)
Rümeysa (2007)
Kazım ada (2007)
Bir kelek etkisi (2007)
Küresel ısınmaya karşı alınan beş önlem (2007)
23 nisan (2007)
Muhteşem insan (2007)
Bakmak görmek (2007)
Mütereddit (2006)
An (2005) ✪