[B]atı dünyasının aşağı yukarı Antik Çağ’dan beri tartıştığı intihar, Tanzimat döneminde ilk materyalist yazarımız Beşir Fuad’ın intiharıyla tartışılmaya başlar bizde. Hemen ardından da ilk intihar salgınımız başlar
1852 doğumlu Beşir Fuad, öğrenimine Fatih Rüştiyesi’nde başlar. Ailesinin Suriye’ye göçmesiyle birlikte öğrenimini Cizvit okulunda sürdürür. 1867-1870 yılları arasında İstanbul’da Askeri İdadî’de okur. Mekteb-i Harbiye’yi bitirince de Abdülaziz’in yaverliğini yapar. Sırp muharebelerinde, Rus Harbi’nde, Girit isyanlarında gönüllü olarak görev alır.
Erken yaşta evlenir Beşir Fuad. Annesi akıl hastası olduğu için genetik olabilir endişesiyle delirerek ölmekten korkar hep. Bir ara İstanbul’a gelen bir Fransız tiyatrosundaki bir artiste aşık olmuştur. Beşir Fuad ona Kuzguncuk’ta bir ev tutar ve onunla yaşamaya başlar. Bir süre sonra bir kızları olur, adını Feride koyarlar. Bu kızın hikâyesi de başlı başına bir öyküdür: Onun izini Beşir Fuad biyografisini yazan Orhan Okay, Beşir Fuad’ın torunu Fuat Tokdemir’in yazdığı bir mektuptan aktarır. 1918’de İstanbul işgalinde İstanbul’a gelen Fransız subaylardan bir binbaşının karısı “Ben Beşir Fuad’ın kızıyım” diyerek akrabalarını aramaya başlar. O sıralarda Beşir Fuad’ın karısı Şaziye haberi getiren oğlu Selim’e “Onu ararsan, sana analık hakkımı helal etmem” der. Beşir Fuad’ın Fransız kızı Feride böylece, İstanbul’u terk eden Fransız subayları ile birlikte tarihe karışıp gider.
Her intihar bir yardım çağrısıdır fakat bu durum Beşir Fuad’ın intiharı için geçerli değildir. Onunki bilinçli bir tercihtir. İntihar edeceğini iki yıl önce Ahmet Mithat Efendi’ye bir mektupla bildirmesi bu konudaki kararlığını gösterir. “İntiharımı fenne tatbik edeceğim; şiryanlardan birinin geçtiği mahalde cildin altına klorit kokain şırınga edip buranın hissini iptal ettikten sonra orasını yarıp şiryanı keserek seyelan-ı dem tevlidiyle terk-i hayat edeceğim. Kan akmakta iken her zaman şiryanı sıkıca tutarak vesair tedbire müracaat ederek muhafaza-i hayat mümkün olduğu halde azmimden nükul etmeyeceğim!
Şairler söz ile pek çok kahramanlık satarlar; fakat fiiliyata gelince, böyle bir metanet göstereceklerinden pek emin değilim. Çünkü şu intihar, beyne bir tabanca sıkmak, kendini asmak veya suya atılmak gibi değildir. Onlara bir kere teşebbüs edilince, onu menetmek ihtiyarı elden gider.”
O gün geldiğinde hiç tereddüt etmez
6 Şubat 1887’de de verdiği kararı uygular. Cağaloğlu Yokuşu’nda, 12 numaralı evde, gece geç vakit koluna klorit kokain enjekte ederek bileklerini dört yerden kestikten sonra kendi kanıyla “Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum, kapıyı kapadım diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı,” diye yazar
Dönemin Tarık gazetesi; “Muharririn-i osmaniyeden Beşir Fuad Bey evvelki gece Babıâli civarında, Nallı Mescit Mahallesi’nde vaki hanesinde facialı bir surette intihar etmiştir,’’ diye duyurur haberi. “Arzu ettim ki, bir insanın öldüğünü ve ölürken neler duyup hissettiğini bildirmek suretiyle insanlığa bir faydam dokunsun,” diye yazıyordu günlüğünde. İntihar ettiğinde 35 yaşındaydı.
Selahattin Hilav, “Beşir Fuad’ın intiharında A. Mithat’ın ve yoldaşlarının sandığı gibi düşüncelerini doğurduğu kaçınılmaz sonuç bir tür sürüklenme değil, tam tersine bilimsel bilgilere dayanan bir dünya görüşünden kaynaklanan bir seçme özgürlüğü, yani, yaşamı ya da ölümü seçme özgürlüğü söz konusudur. Nitekim Beşir Fuad’ın bilimsel bir deney yapar gibi intihar etmesi, intiharına iki yıl önce karar verip belli bir tarih saptaması cesedini Mektebi-i Tıbbiyye’de öğrencilere teşhir dersinde yararlı olsun diye bağışlaması, intiharından söz ederken “Bu fikri, yaz gelirse Kâğıthane’ye gideceğim gibi telakki ettim” demesi, tartıştığı şairlerin intiharı konusunda çıkaracakları söylentilerle alay etmesi, saydam bir bilincin ve gelişmiş bir bireyin öz yaşamı konusunda karar veren özgürlüğünün sonucudur” diyerek Beşir Fuad’ın intiharını bir ‘seçme özgürlüğü’ olarak değerlendirir.
Beşir Fuad’ın hemen ardından da İstanbul’da ilk intihar salgınımız başlar. Tıpkı Beşir Fuad gibi intihar edenler olur. Devlet erkânın intiharı suç sayması ve II. Abdülhamid’in basın yasakları gecikmez. Kısacası o dönemde Batı’nın vaktiyle yaşadığı serüvenini yaşıyorduk.
“Erken yaşta evlenir Beşir Fuad. Annesi akıl hastası olduğu için genetik olabilir endişesiyle delirerek ölmekten korkar hep.”
Ailevi bir seçim
Bu salgının en dikkat çekici olayı ise 1891’de şair ve bürokrat Rami Sadullah Paşa’nın intihardır. Sadullah Paşa, bir sürgün olarak gönderildiğini düşündüğü Viyana’daki elçiliğinin sekizinci yılında ağzına hava gazı hortumunu sokarak intihar eder. Kendisi gibi muhalif arkadaşlarının tutuklanmasından dolayı umutsuzluğa kapılıp intihar ettiği söylenir. Bazılarına göre ise Sadullah Paşa, elçilikte çalışan Anna Schumann adlı 24 yaşındaki hizmetçi ile yaşadığı yasak aşkın ve bu aşktan doğan çocuğun eşinin ve II. Abdülhamid’in kulağına gitmesinden korktuğu için 14 Ocak 1891’de öğle vakitlerinde elçilik odasında intihar eder. II. Abdülhamid, olayın incelenmesi için İstanbul’dan bir heyet gönderir. Heyet, Anna Schuman dahil, herkesi tek tek sorguya çektikten sonra Paşa’nın intihar ettiğine hükmeder. Eşi Necibe Hanım ise Sadullah Paşa’nın öldüğüne bir türlü inanmaz. Paşa’nın beğendiği pembe elbiselerini giyip Sadullah Paşa Yalısı’nın penceresinden denizi seyrederek eşinin gelmesini bekler yıllarca. Daha ilginci ise Sadullah Paşa, kendisi gibi yasak aşk yaşayan büyük oğlu Âsaf Bey’i zorla evlendirmiş ve bu evlikten dolayı mutsuz olan Âsaf Bey’in de intihar etmiş olmasıdır.
Her üç saniyede bir kişinin intihar girişiminde bulunup her 40 saniyede bir kişin intihar sonucu yaşamını yitirdiği bir dünyada, intiharı anlamaya yönelik yapılan bütün çalışmalar eninde sonunda Albert Camus’nün o yakıcı sorusuyla baş başa bırakıyor bizi; “Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak.”
✪