[Y]azıncının aklının labirentlerini kapamaya çalışanların beyhude çabalarına karşılık, yazarların özgür iradelerinin seçimlerini selamlıyoruz. Ezra Pound, İkinci Dünya Savaşı sırasında evinden yaptığı radyo yayınlarıyla Mussolini ve Hitler’i övüp ABD’nin svaş suçlusu olduğunu ilan edince, onu vatan hainliğinden yargılamak istediler. Bir şekilde maçalar sıkmadı, Pound delidir dediler, akıl hastanesine (kendi deyimleridir, biz tımarhaneyi tercih ediyoruz, sahipleniyoruz) yolladılar. Pound’un bu akıllılar dünyasından, ömrünün sonuna dek sürecek terapiler ve anti-depresanlar yolculuğunu herhangi bir biyografi kitabından okuyabilirsiniz. Ancak Pound ve seçimleri nedeniyle lanetlemeye çalıştığını tüm yazar şairleri, hele de tımarhaneye düşenleri, onları lanetleyen sefillerin yeryüzü denen şu çorakta yüzyıllarca yaşama olanağı olsa da tecrübe edemeyeceği detaylarından yıkanmayı seviyoruz.
Pound, delidir diye ABD’nin başkentine tıkıldığında, 12 yıl yattı tımarhanede. Çıkana kadar ve çıktıktan sonra asla özür dilemedi. Eyvallah çekmedi. Doğru bildiğini savunan şairden öte cevher var mıdır? (İsmet Özel olsa da lanetlese böyle cevherleri.) Deliliğine kılıf bulamadıklarından, vatan hainliğiyle yargıladılar. Pound, Avrupa’nın sıkıntılarının kaynağı olduğunu düşündüğü tefecilere ve Musevi bankacılara nefretini saklamadı. Onu ABD’de yıktıkları kafeste, sayısız şiir çevirmişti.
Allen Ginsberg ise, tımarhaneye düşen Pound’u yakalamışken mektup yağmuruna tutar. “25 yaşında bir şairim”, der. Yazar da yazar. Pound hiç cevap vermez. Pound başta tımarhane günleri olmak üzere, ömrünün kalanında derin düşüncelere dalacaktır zaten. 1958’de İtalya’ya geri döndüğünde, nazi selamını çakıp “tüm ABD bir tımarhane” tespitinde bulunur.
İtalya’da yıllar geçip giderken, 1967 yazının son günlerinde Allen Ginsberg, Ezra Pound’u ziyarete gelir. Bahçede otururlar. Ginsberg, Akdeniz’, seyrederlerken birlikte, Hint mantraları söyler Pound’a. Yanlarında Pound’un eşi Olga ile portofino’ya yemeğe giderler. Ginsberg kendisini “şüpheci Budist yahudi”, Ezra Pound’u ise “şüpheci Konfüçyüsçü” diye tanımlar. pek muhabbet etmezler. Pound inatla Ginsberg’i görmezden gelirken Ginsberg iletişim için o kadar çabalar. Aynı yıln sonbaharında Venedik’e, şairin 82. yaş gününü kutlamaya gider. Ortamda başkalarının da bulunmasının etkisiyle olsa, Pound sonunda Ginsberg ile sohbet eder. “Özellikle ekonomiyle ilgili yazdıklarınız doğruydu” der Ginsberg. Pound, “en büyük hatam aptalca Yahudi karşıtlığı yapmamdı” der. Ginsberg “O mevzu sıçışındı gerçekten” der, ama bir modelleme olarak başarılıydı diye ekler. Onu Prospero [1. Şekspir’in Fırtına eserinde, şairi tanımlayan büyücü karakter.] ile kıyaslar. “Buna katılıyor musun?” diye sorar Ginsberg, Pound bir süre sessiz kalıp “Evet” der.
Derler ki, o günün devamında Ginsberg Pound ile yakınlaşmasından yüz bulduğundan, evinin bahçesinde otunu içer, ound’a Beatles ve Donovan’dan şarkılar söyleyip Hare Krişna ilahileri tekrarlar. Ginsberg mutludur, Pound ise tüm yaşananlar çok umursamış mıdır bilinmez, ancak geleceğe kalacağını hissetmiştir diye düşünüyoruz.
Allen Ginsberg, Ezra Pound’u üzellikle Uluma’nın dizelerini yazdığı dönemde yoğun okudu. Pound’n Kantolar’ını sürekli çalışan Ginsberg, Pound’un şiir formu hakkındaki düşüncelerini Beat şiirlerini kurarken de örnek almıştı: “Pound’un dediği gibi, şiirin sorunu şarkıdan ayrılmış olması, şarkının sorununun danstan ayrılmak olduğu gibi..”
Ginsberg, o bahçede Pound ile otururken şaire, hayatı özetlediğini düşündüğü, iki plak dinletti: Beatles’dan Sergeant Pepper’s Lonely Hearts Club Band ve Bob Dylan’dan Blonde on Blonde.
Ne diyorduk? Ginsberg ve Pound… Ginsberg, ders verdiği öğrencilere Pound’dan bahsediyor, Kantolar’ından okuma yapıyor. ✪