Lemis Yayın, Elif Karakaya çevirisiyle Jacques Ranciere’in Béla Tarr: Ertesi Zaman isimli kitabını yayımladı. Öylesi bir dönemden geçiyoruz ki, hayatlarımızı, bizi iki seçilmesi imkansız seçenek arasında bırakan boğuntuya dair, söz ve eylem biçimi öneren bu kitap denk geldi. Hayatımıza kast edenlere karşı da izlenebilir filmlerden bahsediliyor düşüncesindeyiz. Notebook online dergisi Béla Tarr ile konuşmuş, saçma sorularıyla yer yer sinirlendirmiş hatta. Oldukça gereksiz gördüğümüz son kısmı hariç yer verelim istedik. Tarr, kitlesel hezayanı, linci, yokoluşumuzu anlattığını vurguluyor. Emeklilik nasıl gidiyor. Emekli miyim bilmiyorum aslında, film okulum ile oldukça meşgulum. Sarayevo’da. Evet Hırvatistan’da açmayı düşündüğünüz diğer okul ne oldu. Hayır
Lemis Yayın, Elif Karakaya çevirisiyle Jacques Ranciere’in Béla Tarr: Ertesi Zaman isimli kitabını yayımladı. Öylesi bir dönemden geçiyoruz ki, hayatlarımızı, bizi iki seçilmesi imkansız seçenek arasında bırakan boğuntuya dair, söz ve eylem biçimi öneren bu kitap denk geldi. Hayatımıza kast edenlere karşı da izlenebilir filmlerden bahsediliyor düşüncesindeyiz. Notebook online dergisi Béla Tarr ile konuşmuş, saçma sorularıyla yer yer sinirlendirmiş hatta. Oldukça gereksiz gördüğümüz son kısmı hariç yer verelim istedik. Tarr, kitlesel hezayanı, linci, yokoluşumuzu anlattığını vurguluyor.
Emeklilik nasıl gidiyor.
Emekli miyim bilmiyorum aslında, film okulum ile oldukça meşgulum.
Sarayevo’da.
Evet
Hırvatistan’da açmayı düşündüğünüz diğer okul ne oldu.
Hayır hayır hayır kalsın. Dünyanın her köşesinden 35 öğrencim var zaten, 35 farklı sebep, 35 farklı hayalgücü var, üzerimde onların sorumluluğu var.
Büyük sorumluluk.
Evet o yüzden bana emeklilik nasıl diye soramazsın.
Sinematografınız Fred Kelemen de eğitim veriyor mu orada.
Bazen çalışmalara onu da davet ediyorum, ama başka bir sürü kişiyi de çağırıyorum her yandan.
Kimler mesela, daha önce beraber çalıştıklarınız mı?
Apichatpong Weerasethakul, Carlos Reygadas, Guy Maddin, Pedro Costa, Gus van Sant, Ed Lachman ve birçok başka kişi.
Sizce bu insanlar en iyi film yapanları mı?
Evet bence öyleler. Kötü olanları davet etmek istemem. Bir eviniz olsa davet etmek için nedeniniz olmalı değil mi?
Siz özgür ruhlu bir sinemacısınız, Macaristan’da da radikal görüşleriniz nedeniyle sıkıntılar yaşamıştınız, kendi film okulunuzda yaklaşımınız aynı mı?
Sıkıntılar yaşadınız derken ne demek istiyorsunuz?
Komünist yönetim politik görüşleriniz nedeniyle filmlerinize kaynak ayırmamıştı.
Ah evet, ama benim her zaman sorunlarım oldu. Alışığım.
Fakat komünistlerle çatışmalarınız oldu, değil mi?
Sadece komünistlerle değil…
Kapitalistlerle de…
Ama biliyorsunuz ki komünist bir düzende büyüdüm, o zamanlar siyasette sansür de vardı, piyasada sansür vardı, şimdi ise siyasette yine sansür var, bir nevi deja vu hissi yaşıyorum.
Güncel sinemayı takip ediyor musunuz?
Büyük bir kafa karışıklığı olduğunu görüyorum. İnsanlar, piyasanın güçlü beklentileri yüzünden kendilerini bulamıyorlar. Tabii kişisel ihtirasları farklı olabilir. Şu an gördüğüm, genç sinemacıların yeterince cesur olmadıkları. Cesur olmalılar, herhangi bir beklentiyi umursamamalılar, çünkü beklentiler söner gider, filmler ise kalır.
Laszló Nemes’e hamilik ediyorsunuz.
Asistanımdı.
Son of Saul ile hakkında çok bahsedildi. Sizin daha önce çalıştığınız Laszló Rajk da bu film için yeni bir sinema dili sezinliyorum dedi. Katılıyor musunuz?
Filmi henüz izlemedim. Sürekli bir şeylerle meşguldum, Ben Macaristan’dayken o yoktu vs. Bana özel bir gösterim yapacak, Temmuz’da izleyeceğim.
Çalışmalarınızdan bahsederken sürekli çoğul eki kullanıyorsunuz.
Béla Tarr ismi, sadece benden oluşmuyor. En başta, Ágnes Hranitzky, László Krasznahorkai, Mihály Vig ve ben varım. Bu dörtlü otuz yıldır birlikte çalışıyorlar, ne yaptıysak birlikte yaptık. Bu nedenle çoğul cevap vermek istiyorum. Filmlerin sadece benim olduğunu asla söylemedim, doğru değil çünkü.
Yaratıcı süreç nasıl ilerliyor? Görevleri mi bölüştürüyorsunuz yoksa her şeyi kolektif çabayla mı kotarıyorsunuz?
Son kararlar hep benden çıkıyor. Ama onların sahiden geniş önsezileri var ve bir şekilde, hayat, meseleler ya da herhangi bir şey hakkında konuşurken, aynı görüşte oluyorlar. Tabii, Mihály müzisyen, László yazar. Farklı dillerimiz olsa da, bir şekilde hayat hakkında benzer düşünüyoruz, bir film için değil.
Fotografiniz övülüyor, kamera hareketleri ve sinematografiye dair estetikten kim sorumlu?
Hepsi benim kararımda, her zaman.
Storyboardları siz hazırlamıyorsunuz herhalde?
Hayır, aptalca olur. Alanınız varken, olasılıklarınız da çoktur, neyi dışarıda bırakacağınıza karar vermelisiniz.
O zaman sette deneyimliyorsunuz, çekimler yapıyorsunuz ve sonra…
Hayır hayır hayır… Her şeyi çekmeden önce kararlaştırmış oluyorum. Çekim başladığında, tüm filmi ilk kareden sonuncusuna dek zaten biliyorum.
Kariyerinizin başında sosyal konularla ilgili politik belgeseller yaptınız.
Öyle diyelim bakalım.
Ama sonrasında metafiziksel diye nitelenen filmler yaptınız. Bu değişim nasıl oldu?
Adım adım oldu. İzlerseniz, sorunları daha iyi anlamak için, ağır ağır daha derine indiğimi görürsünüz.
Ama yine de başlangıçtan bu yana hepsi politikti, değil mi?
Sosyal hassasiyetim var diyelim. Filmler politik manalar kazanabilir, ama tamamen politikler denemez. Politik meseleler biraz gündeliğe dairdir ve benim pek işim yok bunlarla.
Filmlerinizin politik manalar kazandığını söyleyince, yorumlama sürecini mi kast ediyorsunuz yoksa sizin bu anlamı kazandığınız ve çektiğinizi mi?
Toplumsal hassasiyetim olduğunu söyledim, ben insanın haysiyetini savunuyorum. Amacım bu, diğer herhangi bir şey umurumda değil. Birilerinin çıkarına mı dokunuyorum filan umursamıyorum, politik mi değil mi, ilgilenmiyorum. Ben sadece ne düşünüyorsam onu anlatıyorum.
Yaşama bakışınızda László Krasznahorkai ile aynı olduğunuzu, bu nedenle romanlarını uyarladığınızı söylediniz.
Onun romanlarını uyarlamadım. Kitaplarını keşfettim, sonrasında onun bakış açısını anladım ve birbirimizi bulduk. László ile çalışmak çok kolaydı.
Size alaycı mistik diyorlar, katılır mısınız?
Saçmalık. Benimle ilgisi yok. Alaycı değilim, hele mistik, hiç değilim.
Esin kaynaklarınızdan biri, Tarkovski’nin Andrei Rublev’iydi.
Andrei Rublev’i severim hepsi bu. Tarkovski dindar biriydi, ben değilim.
Siz laik bir sinemacı mısınız?
Ben basit ateistim. Tanrıya inanmıyorum, tamam mı? Bu kadar basit.
Alaycılık kısmı?
Hayır.
Torino Atı’nın dünyanın sonu hakkında bir film olmasını istediğiniz söylemiştiniz.
Yaşamın sonu. Evet. Çünkü kıyamet ve benzer konularda konuşuyorduk, fark ettim ki hiçbiri doğru değil. Yaşam sadece ağır ağır, yavaşça ortadan kayboluyor. Hepsi bu.
Ama soykırım hakkında bir film yaptınız.
Hayır.
Werckmeister Harmonies.
Soykırım hakkında değil ki.
Ama göndermeler var.
Hayır, hiç yok hem de. Filmi yaptığımızda, bir nevi peri masalı olsun istedik. Sonunda ise, insanların nasıl her şeyi yok etmek üzere yürüdüğünü ve popülizmin nasıl büyüdüğünü görebiliyoruz. Şimdi, filmin nasıl gerçek olduğunu görüyoruz ve bu beni hiç mi hiç mutlu etmiyor.
Ama o ünlü balina sekansındaki mistik titreyiş, bazı dinsel anlamlara da gelebilirler.
Hayır, o sikik film üç ana karakter hakkında tamam mı? Her birinin kendine göre sonsuzlukla bir ilişkisi var. Valuska kozmos ile bağlantı halinde, Eszter temiz seslerle ve balina ise uzaklardan, okyanustan geliyor. Her biri sonsuzlukla bağlantıda. Bizler ise günlük hayatların diğer yanını, sonra diğer dertlerini ve sonrasında da insanların bokluklarını görüyoruz – ve balinayı değil de o insanları ve karakterleri nasıl yiyorlar nasıl öldürüyorlar, görüyoruz.
András Kovács sizin hakkınızda uzun bir monograf yazdı.
Evet ama en iyi kitabı kim yazdı biliyorsunuz, Jacques Rancière.
Ama Kovács’a dönersek, sizin film çekmeyi sona erdirmenizin nedenini çağdaş sinemadaki radikal sınırlara ulaşmanız olarak gösteriyor. Bu size uygun mu?
Kitabı sonuna dek okumadım bile. Okurken çekim sürelerini hesaplamak için yaptığı o grafikleri görünce sinire kestim zaten, siktir git dedim. Bıraktım. Benim hakkımda yazıyor mu filan umurumda değil, bana sorarsanız garip bir bok.
Sinemetrikleri sevmiyorsunuz yani?
Katılmıyorum. Asıl sorun, ben film yapımına ve film diline zaman ve uzayı farklı biçimde entegre ediyorum, ek olarak düzlemsel film dramaturjisini de takip etmiyorum. Yaptığım şey budur.
Sizin daha radikal olamayacağınızı düşünmeniz nedeniyle bıraktığınızı söylemesine ne diyorsunuz?
En radikal sinemacılardan biri benim. Benim sorunum ise… çocuklarım. Onlara bağırıp duruyorum, “Benden daha radikal olun!” O zaman herşey güzel olacak. Genç sinemacılara da söyleyebileceğim tek şey budur, “Gidin daha fazla radikal olun,” “Benden daha devrimci olun.”
Usulde mi özde mi?
Hepsinde birlikte.
Sizin kişisel poetikanızda, modernist bir sinemacı diye niteleniyorsunuz.
Tabi tabi. Boşversene sen. Hala yaşıyorum ben. Bu etiketlere gelemem, acıtıyor beni, sadece normal bir hayat peşindeyim.
Size hakaret etmek istemedim. Sadece çalışmalarınızın bir döneminin sinemanın o dönemine ilgisini sormak istedim.
New York’ta yaptıkları son retrospektifin ismi Son Modernist idi. Canımı acıttı. Son diye bir kelimeyi nasıl kullanabilirler? Bilmiyorum.
İnsan Antonioni ya da Godard ile bir arada anılmaktan hoşlanır.
Tabi tabi tabi.
Filozof olmak istemiştiniz.
Çok uzun zaman önce.
Filmlerinizde felsefe yapıyor musunuz?
Ben sadece sinemacıyım. Basit bir yönetmen.
Ama felsefenin hangi dönemi, akımı ya da parçası ilginizi çeker?
Hiçbiri.
Nietzche bile mi? Torino Atı’nin girişinde yaşadığı sinir krizine gönderme yapmıştınız.
Hayır. Filozof olmak istediğimde, liseyi bitirmek üzereydim, kopkoyu bir solcuydum. Genç radikallerdik, komünistlerin yalancı olduğunu söyledik. Felsefeyi filan unutmalıydık. Çok uzun zaman önceydi.
Kendinizi avantgard bir sanatçı olarak tanımlar mısınız?
Kendimi herhangi bir şekilde sanatçı diye tanımlamam. Ben basit bir sinemacıyım.
Damnation’ı yaparken bütçe sorunları yaşadınız, neticede kendiniz hallettiniz.
Oldukça uzun bir politik mevzu o, komünizmin son nefesiydi. Bizi gebertmek istediler, yeni nesil sinemacılardık. Sistemin dışında bir film yapıyordum.
Parayı nereden buldunuz.
Film stüdyosunun kamerası vardı. Biraz da parası, birkaç metre film stoklamışlardı, bu kadarı yetti. Film gayet ucuza geldi, düşük bütçeli işti. Paramız yoktu, çekim yaptık sadece.
Şartlara rağmen, kaliteli olan kalıyor.
Tabii ki.
Size atfedilen bir söz var: “Sanatsal formdaki radikallik, izleyenin politik görüşlerini doğrudan etkilemelidir.” Açar mısınız?
Bunu söylediğimi hatırlamıyorum. Bakın bir film sadece bir filmdir. Sizden tek istediğim sinemaya gitmeniz. Karanlıkta oturmanız, izlemeniz ve giderken: “Nasılsınız? Daha iyi misiniz? Daha güçlü hissediyor musunuz? Bir şey aldınız mı? Yoksa sinemaya giren kişiyle aynı mısınız? ” diye sormanız, bu kadar.
Ama örneğin Torino Atı’ndaki o kasvetli, kabus, kıyamet atmosferi.
Hayır.
Katılmıyorsunuz?
Katılmıyorum.
Sizce mutlu bir film mi o?
Aynı soru: Torino Atı’nı izleyip sinemadan çıkarken ne hissettiniz?
Şaşkına dönmüştüm.
Daha güçlüydünüz.
Ama bu bazı izleyicilerin filmi kıyamete dair diye nitelemesine engel değil.
Tabii ki, herkes öyle hissedecek diye bir şart yok.
Bela Tarr : Ertesi Zaman [Lemis Yayın]
Béla Tarr’ın 2011 yılında Torino Atı ile yönetmenlik kariyerine nokta koymasından kısa bir süre sonra bu metni kaleme alan Rancière, yönetmenin filmlerine ve sinema anlayışına derinlikli bir yorum getiriyor. Rancière’in müstesna gözlem ve yorumlama gücünün edebî bir anlatımla buluştuğu bu metin, okuru hem Béla Tarr filmlerindeki pek çok ayrıntıya hem de yönetmenin filmografisine yeni bir gözle bakmaya davet ediyor.
“Ertesi zaman, artık hiçbir şeye inanmayanların tekdüze ve hırçın zamanı değildir. Bu, inancın -hayat onu diri tuttuğu sürece- boy ölçüştüğü saf, maddi olayların zamanıdır.” […] “Ertesi zaman, ne geri kazanılmış aklın ne de beklenen felaketin zamanıdır. Bu, tüm hikâyelerin ertesi zamanıdır, hikâyelerin öngörülen bir son ve gerçekleşen bir son arasında kestirmeler açtığı duyusal yüzeyle doğrudan ilgilenilen bir zaman. Tüm beklentilerin boşluğunu telafi etmek için güzel cümleler kurulan veya güzel planlar çekilen bir zaman değildir. Bu, bekleyişin kendisiyle ilgilenilen bir zamandır.” ✪