William Rimmer, 1816’da İngiltere’de doğdu. Ressam ve heykeltraş olan Rimmer, çocuk yaşta ailesi ile Amerika’ya göç etti, Avrupa’ya geri dönmedi. Boston ve New York, Rimmer’in yaşadığı ve çalıştığı yerler oldu.
Uçuk kaçık olması yanı sıra, Rimmer’i diğerlerinden ayıran birçok özelliği de vardı. Yoksulluk içinde geçen çocukluğunun etkisiyle hayatının her döneminde kendisini ve ailesini geçindirmek için elinden ne iş geliyorsa yaptı, yaşamı hep hayata karşı durmakla geçti.
15 yaşında teknik ressamlık yapmaya başlayan Rimmer bir yandan reklam tabelalarını boyayarak para kazanıyor bir yandan da kendisini geliştiriyordu. Bir litografın yanında çalışmaya da başlayan sanatçı, resim yapmayı kendi kendine öğrendi. Kiraladığı stüdyoda manzara resimleri, dini tablolar yapıp satıyor, para kazanıyor, aynı zamanda da baba mesleği olan ayakkabı tamirciliği yapıyordu. Bir süre sadece portreler yapıp New England’ın şehirlerinde gezindi.
Rimmer, kendi kendisini yetiştiren bir hekim idi aynı zamanda. 1845-55 arası aralıklarla devam ettiği Suffolk County Medical Society’den aldığı diplomayla doktorluk yapma yetkisi elde etti. Tıp dallarında verdiği derslerde felsefi sohbetleriyle ünlendi, güzel sanatlar bölümünde okuyan öğrencilere anatomi dersleri de veriyordu. Gündüz doktorluktan/öğretmenlikten kazandığına, gece granit heykellerinden elde ettiğini ekliyordu. Bu dönemin eserlerinden “Fallen Gladiator” Boston Güzel Sanatlar Müzesi‘nde, “Head of St. Stephen” ise Boston Athenaeum‘da görülebilir. Ayrıca Amerika’nın ilk çıplak heykeli Seated Man’i yaratmış olmasıyla da bilinir. Bkz: Foto 13/21.
Eserlerinde anatomik detayların mükemmeliği göze çarparken, alelacele ve yetersiz malzemeyle yapılmış, modelsiz çalışılmış oldukları gözden kaçmaz. Çok sayıda olmayan heykelleri dönemin en özgün, en ilginç çalışmaları olarak kabul edilmektedir.
[simpleviewer=43,500,600]
Zamanla yazmaya da yönelen Rimmer’in hala yararlanılan iki kitabı bulunmakta; 1864’te yayımlanan “Elements of Design” ve 1877 tarihli “Art Anatomy”.
1879’da 63 yaşında yaşama veda eden Rimmer’ın geride bıraktığı eserlerinde, her ne kadar Avrupa’ya hiç gitmemiş olsa da bu uzak kıtanın edebiyat ve sanat dünyasından haberdar olduğu görülmektedir. William Blake, Washington Allston, Antoine Louis Barye, Jean Leon Gerome bu etkileşime örnek isimler olarak verilebilir.
Manşetteki resim ise sanatçının en güzel eserlerinden birisi; “Flight and Pursuit”. Aynı zamanda Rimmer’in en ilginç betimlemelerinden bir tanesi. Genel bir sanat ve mitoloji bilgisiyle çözümlenebilen detaylarının ardında gizli anlamlar barındıran bir tablo.
Resimden çıkmak istermişcesine koşan bir adam ve peşinde, arka planı gösterecek kadar şeffaflıkta, ilk bakışta öndeki adamın aksi gibi duran ama farklı olan bir adam. Endülüs Emevi Mimarisi çizgilerini taşıyan bir yapının içinde işlenen konu William Rimmer’ın, ayrıntısını pek de bilmediğimiz hayatının belki de en akıl almaz bölümüne gönderme yapıyor.
“…Ama artık yaşayan kralları sevmek ve ölü krallara hak vermek arasında bir karar vermenin zamanı geldi…” Eski Ahit
Eserin ilk adı; “Oh, for the Horns of the Altar”, keşfedildiği zaman “Flight and Pursuit” ile değiştirilmiş. Böylece resmin anlaşılması için gerekli bir ipucu da bizlerden gizlenmiş. Bu ipucu doğrultusunda Eski Ahit’te Birinci Krallar bölümünde anlatılan Davut’un Yesse’den olma Yahuda Kralı Süleyman ve Haggith’ten olma Süleyman’ın yarı kardeşi Adonijah’ın hikayesini hatırlayalım:
Davut, iki oğlu; Ahinoam’dan olma Amnon ve Maacah’dan olma Absalom’un, ölümlerinden sonra iyice güçten düşmüş, ölmek üzeredir. Adonijah askerlerin desteğiyle kendisini kral ilan eder.
… Ve sonra Süleyman’ın annesi Bet Seba’ya Nathan (Bet Seba’nın Davut’u aldattığı mesih) sordu; “Haggith’in oğlu Adonijah’ın efendimiz Davut’un iznini almadan kral olduğunu duymadın mı?”
Fakat rahipler partisinin desteklediği Süleyman, Bet Seba ve Nathan’ın Davut’u yönlendirmesiyle varis ilan edilir. Süleyman, Adonijah’ı bastırarak krallığı ele geçirir. Adonijah, hayatının tehlikede olduğu korkusuyla tapınağa sığınır ve sunağın köşelerine tutunur;
“…on the horns of the altar…”
Kral Süleyman’ın kendisini öldürmeyeceğine söz vermesini ister. Süleyman canını bağışlar. Merak edenler için devamı şöyle: Adonijah, Davut’a yaşlılığında bakıcılık yapan Abishag’a tutkundur. Bet Seba’dan Süleyman’ı evliliklerine razı etmesini ister. Fakat Süleyman bu evliliğe izin vermez. Sorunu tamamıyla çözümlemek için de adamlarına Adonijah’ı öldürtür. Denilen o ki Süleyman da Abishag’ı pek beğenmektedir, falan filan, ah nerde o eski Brezilya dizileri?
Artık hatırladığımıza göre esas konuya dönebiliriz. Tapınağın bir “korunak” olarak simgelendiği bu hikayeden -ki resimdeki yapı da ya bir saray ya da bir tapınak, kesin olan kutsal bir yer olduğu- Rimmer’in hayatına uyarlayabileceğimiz bölüm şöyle:
Rimmer hayatı boyunca bir gölge, bir hayalet tarafından takip edilmişti. Geçmişinden gelen bu hayaletten korunması, karşılaştığında kaçması gerekiyordu. Heykellerinden yansıyan yetersiz zaman, yetersiz malzeme, değişik bir acelecilik, bu tabloda gözler önüne serdiği kaçış, diğer eserlerinde de tümüyle olmasa da bir kısım sunduğu korkuları babası yüzündendi. Ürettiği eserler onuruna “sayesinde” demeliyiz belki de.
Fransız asıllı bir Amerikalı olan babası Thomas Rimmer, Fransa’da geçirdiği gençlik yıllarından bu yana 16. Louis’in oğlu, kralın hayatta kalan tek velihatı, Fransa Krallığı’nın varisi olduğuna inanıyordu. Oğlunu da buna inandırmıştı, hatta Rimmer’ın desteğiyle torununu da.
William Rimmer, babasının iddalarından dolayı bir gün öldürüleceğine de inanıyordu. Yaşamı bu korku ile gölgelenmişti. Tıpkı, eserinde tasvir ettiği gibi, kimse tarafından doğrulanmayan ama babası tarafından empoze edilen geçmişinin ağırlığını -hayali olsa da- ölene kadar taşıdı.
Bu yüzden olsa gerek, insandan öte bir varlık olarak tarif edilebilecek şeffflıkta olan takipçi, Rimmer’ın arkasında değil de kendisine paralel bir konumda koşmakta; yetişmeye çalışmaktansa, onunla beraber koşmakta aynı doğrultuda.
Eserde kafa kurcalayan bir diğer ayrıntı da öndeki adamın koşarken bedenin aldığı şekilde. Duruşunda bir gariplik olduğu hemen fark ediliyor. Ressamın anatomi dalında eğitimli birisi olduğu hatırlandığında, bunun bir hata değil de bilinçli bir tutum olduğuna kanaat getirilebilir.
Hata, sol el ve sol bacağın öne doğru olması. Kimsenin -normalde- böyle koşamayacağı aşikar ve nedeni hakkında bir yorum getirilemiyor, sır çözülemiyor, ne uzmanlar tarafından ne de diğer meraklılar. ✪