Nesir karşısında şiirin kimliğini adımlama olasılığı üzerinden giderek serdetmediği sürece, şiirin hiçbir tanımı tam anlamıyla tatminkâr değildir. Bu bakış açısından, nicelik, ritim ya da hece sayısı—ki bunların her biri nesirde de görülebilir— yeterli kıstası sunmaz. Biz burada, sentaktik bir Sınır karşısına vezinli bir sınır koymanın mümkün olduğu söze şiir diyeceğiz (adımlamanın fiilen var olmadığı fer şiir, sıfır adımlamalı şiir olacak). Nesirse, böyle bir şeyin mümkün olmadığı sözdür.
Sıfır adımlamayı eserlerinde bir kural olarak belleyen şairler-en başta Petrarca— olduğu gibi, belirtme derecesinin (degré margué) önemli bir yer teşkil ettiği başka şairler de —Caproni örmeğin-— vardır. Ancak Caproni’nin geç dönem şiinlerinde bu düşkünlük aşırıya varır: Adımlama, şiiri, onun hâlâ bir şiir olduğunu anlamamıza imkân verecek tek bir unsura, yani şiirin fark yaratan özgül çekirdeğine, indirgeyerek şiirin kendisine dönüşür. Böylece adımlama, şiirsel sözün ayırt edici özelliği olarak öne çıkar. Caproni’nın en son şiirlerinden birine bakalım:
...Beyaz kapı... Saydamlıktan matlığa açılan kapı... Mahkûm kapı...
Burada geleneksel vezinler büyük ölçüde sınırlandırılmıştır, Caproni’nin son dönemlerinde sıkça kullandığı noktalı boşluklarsa dizenin kurucu nüvesinin ötesinde vezinli bir tema geliştirmenin imkânsızlığını anlatır (bu da bu nüvenin başlangıçta değil, sonda, versura noktasında1 bulunacağı anlamına gelir). Tıpkı Caproni’nin çok şey öğrendiği Schubert’in 163 no’lu kuintetinin adagio kısmındaki pizzicato‘nun. her seferinde yaylı sazların bir melodi öbeğini tamamlamasının imkânsızlığını teyit etmesi gibi. Ama bu, şiiri ortadan kaldırmaz. Tekrarlamak gerekirse adımlama, nesri şiirin alanına yaklaştıran Mallarmé’nin boş satırlarından farklı olarak, nazımın yeter ve gerek şartıdır.
Peki öyleyse adımlamaya şiirin ölçüsü üzerinde böyle bir hâkimiyet veren şey nedir? Adımlama, vezin öğeleriyle sentaktik öğeler arasındaki, sesi belirleyen ritimle anlam arasındaki bir uyumsuzluğu. bağlantısızlığı ortaya çıkarır; böylece şiir sadece, şiirde sesle anlam arasında mükemmel uyumun yakalandığı yeri gören yaygın kanının aksine, kendi iç uyumsuzluğunu yaşar. Dize, sentaktik bağı kırarak kendi kimliğini ispat ettiği anda, bir sonraki dizenin üzerine doğru sürüklenir ki kendisinden dışarıya atılanı yakalayabilsin.
Çok yönlülüğünü ortaya koyan aynı jestle, nesrin bir geçişine işaret eder. Anlamın dipsiz kuyusuna yapılan bu baş aşağı dalışla birlikte dizenin saf ses birimi. kendi ölçüsünü ihlal ettiği gibi kendi kimliğini de ihlal eder.
Böylece adımlama, şiirin nevi şahsına münhasır adım atma biçimini ortaya çıkarmış olur. Avesta’daki Gatalar’da ya da Latin satirinde rastladığımız ilk örnekleri modern çapın eşiğinde Yeni Hayat’ın tesadüfi olmayan karakterini kanıtlayan bu biçim, bustrophedonik’tir; yani şiirsel ya da düzyazısal değildir ve her insan sözünün esas nesir-veznidir.
Adımlama biçiminde ortaya çıkan dizenin sonundaki dönüş noktası, vezin üzerine yapılan çalışmalarda bahsi geçmese de, şiirin nüvesini kurar. Aynı anda iki yöne —hem geriye (verso) hem de ileriye (prosa)— giden müphem bir harekettir bu. Bu iki arada bir derede kalış, anlamla ses arasındaki bu ulvi tereddüt, düşüncenin yüzleşmek zorunda olduğu şiirsel mirastır. Platon bu mirası devralabilmek için, aktarılan yazma biçimlerini reddedip gözünü dil meselesine dikmiştir; Aristoteles’in tanıklığına bakılırsa dil onun için ne şiir ne de nesirdi. bunların orta terimiydi. ✪