Hugh Ferriss ve The Metropolis of Tomorrow: Hayal ve beton

Hugh Ferriss’in gölgeli eskizleri 1920’lerden bugüne şehirlerin hayalini ve estetiğini etkiledi, kentin hayallerini ve korkularını öngördü.

20. yüzyılın başında New York, göğe doğru uzanan bir şehir olma yolunda hızla değişiyordu. Çelik konstrüksiyonların sağladığı teknik olanaklar, gökdelenleri neredeyse sınırsız yüksekliklere taşıyordu. Ancak bu yükselişin sadece mühendislik değil, aynı zamanda hayal gücüyle de beslendiğini söylemek gerek. İşte tam da bu noktada, mimar değil ama mimarlık dünyasının en etkili çizerlerinden biri sahneye çıktı: Hugh Ferriss.

Ferriss, 1889 doğumlu bir mimar ve illüstratördü. Asıl ününü ise 1929’da yayımlanan The Metropolis of Tomorrow adlı kitabıyla kazandı. Bu kitap sadece mimari eskizlerden oluşan bir koleksiyon değildi; aynı zamanda bir dönemin hayalini, geleceğin şehirlerine dair bir vizyonu gözler önüne seriyordu. Ferriss’in karanlık, sisli gökyüzü altında yükselen devasa kütlelerden oluşan şehir manzaraları, modern metropolün hem cazibesini hem de tedirgin edici yanlarını aynı anda yansıtıyordu.

Karanlık Eskizlerin Büyüsü

Ferriss’in çizimlerini görür görmez insanı içine çeken şey, dramatik kontrastlardır. Yoğun gölgeler, belirgin ışık oyunları ve masif kütleler… Onun fırçasından çıkan her çizim, hem bir mimari öneri hem de neredeyse sinematik bir sahne gibiydi. Flickr’daki görsellerde de görülebileceği gibi, bu şehir manzaraları insana hem hayranlık hem de hafif bir ürperti verir.

Bu üslup, sadece estetik bir tercih değildi. New York’ta 1916’da çıkarılan Zoning Resolution yasası, gökdelenlerin tasarımına ciddi kısıtlamalar getirmişti. Binaların ışık ve havayı engellememesi için yukarı doğru çıkıldıkça geriye çekilmeleri gerekiyordu. İşte Ferriss’in eskizleri, bu yeni kent düzenlemelerinin nasıl devasa teraslarla, piramitimsi siluetlerle bir estetik yarattığını göstermek için yapıldı. Ama sonuç, bir yönetmeliğin ötesine geçerek geleceğin şehirlerini hayal eden ikonik vizyonlara dönüştü.

Ütopya mı Distopya mı?

The Metropolis of Tomorrow’da Ferriss üç aşamalı bir hikâye anlatır: Önce bireysel yapılar, sonra bu yapıların kümeleri, en sonunda ise tüm metropol. Bu ilerleyiş, okuyucuyu yavaş yavaş geleceğin şehir manzarasına sokar. Ancak ilginç olan, bu vizyonun iki farklı okuması oluşudur.

Bir yandan, bu dev gökdelenler insan zekâsının ve mühendisliğin zaferi olarak görülebilir. Işığın ve gölgenin oyunları içinde adeta kutsal bir görkem taşırlar. Diğer yandan, aynı eskizler ürkütücü bir distopyayı da çağrıştırır. Sisler arasında kaybolan dev bloklar, bireyin küçüklüğünü ve kentin ezici büyüklüğünü hatırlatır. Ferriss’in eserlerinin Gotham City’nin görsel diline ilham vermesi boşuna değildir; Batman’in şehri, onun çizimlerinin karanlık görkemini neredeyse bire bir taşır.

Ferriss’in vizyonu, sadece kâğıt üzerinde kalmadı. Dönemin önemli mimarları –örneğin Raymond Hood veya Harvey Wiley Corbett– onun eskizlerinden ilham alarak projeler geliştirdiler. Hatta New York’un birçok gökdeleni, Ferriss’in dramatik çizimlerinden izler taşır.

Ama belki de daha çarpıcı olan, onun popüler kültürdeki yankısıdır. Fritz Lang’ın 1927 tarihli Metropolis filmi ile Ferriss’in çizimleri arasında görsel paralellikler dikkat çeker. Daha sonra bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz dev şehir manzaralarının çoğunda da onun imzası vardır. Blade Runner’ın Los Angeles’ı, Superman’in Metropolis’i veya Batman’in Gotham’ı… Hepsinde Ferriss’in “yarı ütopya, yarı distopya” şehir estetiğinin izleri vardır.

http://www.flickr.com/photos/kosmograd/sets/72157603512259334/

Flickr’daki arşivde görülen Ferriss çizimlerine bakıldığında, o dönemde adeta bir rüya âlemine girilmiş gibi olur. Sislerin içinden yükselen dev bloklar, göğe doğru uzanan kuleler ve insan ölçeğini neredeyse yok sayan kütleler. Bu görseller, 20. yüzyılın başındaki iyimserlik ile endişeyi aynı çerçevede toplar. Kentin geleceğine dair hem büyüleyici hem de sorgulayıcı bir bakış açısı sunar.

Bugüne Düşen Gölge

Peki Ferriss’in vizyonu bugün için ne ifade ediyor? Aslında çok şey. 21. yüzyıl şehirleri hâlâ yoğunluk, yüksek yapılar ve insan-mekân ilişkisi üzerine tartışıyor. Mega kentlerin gökdelen ormanları, Ferriss’in hayallerinden çok da uzak değil. Öte yandan, iklim krizi ve sürdürülebilirlik gibi yeni kaygılar, “geleceğin şehirleri” tartışmalarını farklı bir boyuta taşıyor.

Yine de Ferriss’in mirası, kentsel tasarımın sadece teknik değil, aynı zamanda hayal gücüyle şekillendiğini hatırlatıyor. Onun çizimleri, şehirlerin sadece yaşanacak değil, aynı zamanda hayal edilecek yerler olduğunu gösteriyor.

Hugh Ferriss, belki çok sayıda bina inşa etmedi. Ama geleceğin şehirlerini çizerken bıraktığı iz, birçok mimarın yaptığı gökdelenlerden daha kalıcı oldu. The Metropolis of Tomorrow, modern kent vizyonunun hem umutlarını hem de kabuslarını aynı anda barındıran nadir eserlerden biri olarak hâlâ büyülemeye devam ediyor. Bugün bir gökdelenin gölgesinde yürürken, belki farkında olmadan Ferriss’in hayal ettiği bir manzaranın içinde dolaşıyoruz. ✪