Kin ve İsyan Yayını

Komünist bir yaşam

Toni Negri için, “chi ha compagni non morirà” – yoldaşları olanlar ölmez.

Özgür insan en az ölüm üzerine düşünür ve onun bilgeliği, ölüm üzerine değil, yaşam üzerine bir tefekkürdür.” 16 Aralık 2023’te, 90 yaşında Paris’te hayata veda eden Toni Negri, Spinoza’nın bu sözünü etik ve politik bir kutup yıldızına dönüştürmüştür. Entelektüel otobiyografisinin üçüncü ve son bölümünün sonundaki sayfalar, yaşlanmayı yaşamın sevinci ve eylemin sadeleşmesi olarak ele alan derin bir tefekküre sahiptir. Negri, ölümün aşılmasını –katıksız ateist ve kolektif bir sonsuzluk fikrini– düşüncesinin, politik mücadelesinin ve yaşamının özü olarak sunar. Şöyle yazar: “Oysa ki ölümün varlığını aşma olasılığı gençliğin bir düşü değil, yaşlılığın pratiğidir; her zaman akılda tutulmalı ki hayatı, ölümün varlığını aşacak şekilde örgütlemek insanlığın görevidir, sömürüyü ve hastalıkları –ölümün asıl sebeplerini– ortadan kaldırmak kadar önemli bir görev.”

Belki de gençlik yıllarındaki Katolik aktivizminin uzak hatırasından beslenen Negri, bedenin dirilişinden tüm o zavallı sonluluk ve ‘ölüme-doğru-varlık’ kültlerine karşı materyalist ve hümanist özü çıkarır. İktidar saraylarına karşı sürdürdüğü ömür boyu savaş, onun şu inancı üzerine temellenmiştir: iktidar, yani potestas, bedene duyulan nefretle beslenir ve ataerkillik–mülkiyet–egemenlik üçlü fetişinde sabitlenir. Onun aparatçikleri ve yöneticileri, boş bir kıyas mantığını, “her insan ölümlüdür” sözünü severler. Negri’ye göre bu söz, “insanlıktan nefretin, her otoritenin, her iktidarın kendini kanıtlamak ve pekiştirmek için ürettiği o nefretin; iktidarın tebaasına duyduğu nefretin kökünde yatar. İktidar, ölümün gündelik hayata sokulması ile kurulur – ölüm tehdidi olmadan iktidarın düşüncesi ve pratiği var olamaz. … İktidar, ölümü hayata sürekli olarak hazır kılma gayretidir.”

Bu sayfaları benden önce gelip yıkım ve özgürlük sanatında usta olmuş erdemli kadın ve erkeklere, ve benden sonra gelecek olanlara adıyorum.


Negri için özgürlük, bu ölümcül iktidara karşı kolektif bir mücadeleydi; ölüm korkusuna, yani iktidarın parası olan dehşete karşı verilen bir savaş. Komünist şair Franco Fortini’nin kendi Enternasyonal uyarlamasında söylediği gibi: chi ha compagni non morirà – yoldaşları olanlar ölmez. Felsefenin, hukuk ve devletin tarihi ve teorisi üzerindeki o derin hâkimiyetinden, devrimci özneyi bitmeyen ama acil arayışından, kapitalin iktidarının plan-devletinden kriz-devletine ve İmparatorluk’a uzanan etkili fenomenolojilerinden öte; Negri’nin hayatının ve eserinin merkezinde felsefenin kolektif kurtuluş pratiğinden, ya da “mülkiyet, sınırlar ve sermaye üçlüsüne karşı savaşan neşeli etik ve politik kolektif bir tutku” olarak anlaşılan komünizmden ayrılmaz olduğu fikri vardı. Toni’nin etrafına saçtığı da işte bu tutkuydu. Onu hem militanlar hem de akademisyenler arasında farklı kılan şey, sınırsız bir merak, özgürleşim için gerçek anlamda mücadele eden herkesten ayrıntısıyla öğrenmeye duyduğu cömert arzuydu. Onun özgürleşimi her daim en geniş anlamıyla kavradığını görürdünüz. Bu, dinginleşmiş, edilgen bir bilgelik klişesi değildi – o alaycı, karmaşık, muhalif olabilirdi. Ama özgürleşim için duyduğu bastırılamaz coşku, ona yaşlılıkta bile nadir bir gençlik serkeşliği bağışlıyordu. Eğer bilgelik, Spinoza’nın “başkasına kötülük yapan birine yönelik nefret” olarak tanımladığı şey, yani iktidarlara neşeyle karşı gelmekse, Toni gerçekten bilgeydi. Neşe ve öfke onu on yıl süren tutsaklıktan, on dört yıl boyunca maruz kaldığı sürgünlükten, karikatürize edilmelerden ve iftiralardan geçirip taşıdı; üstelik onun kuşağından çok kişi kelimenin tam anlamıyla ve mecazıyla devlet adına tanıklığa soyunmuşken.

Hem yazılarında hem de şahsında Toni, çoğu zaman hayale varan bir iyimserlikle anılırdı; özellikle de dostu ve ortak yazarı Michael Hardt’la birlikte kaleme aldıkları ve küresel solun entelektüel yaşamında bir dönemi belirleyen dört kitaplık seride biçimlenen ‘çokluk’ vizyonu söz konusu olduğunda. Parti-formunun sadıkları çoğunlukla şunu göz ardı ettiler: Hardt ve Negri için çokluk hem kitle örgütlenmesinin hem de üretim bandının ötesine geçen işçi sınıfının yeni adıdır. Ona yöneltilen safdillik suçlamaları ise, savaşın yıkımlarını çocukken yaşamış, hapiste ise yetişkinliğinde vahşeti tatmış biri için hiç şaşırtıcı olmayacak şekilde, Toni’nin ruhsal ve bedensel ıstırapların gerçekliğiyle yüzleşme gereğine duyduğu derin inancı gözden kaçırırdı. Eyüp Kitabı üzerine kaleme aldığı makalesi ya da Giacomo Leopardi incelemesi, şiirin, trajediyle, acıyla, nihilizmle yüzleşebilen materyalist kudretini; anlamsızlık, başarısızlık, yenilgi deneyimlerinden dünyalar yaratabilme yetisini düşünmenin aracıydı. Toni’nin Marx’ı her şeyden önce Grundrisse’nin Marx’ıydı – “gerçek boyunduruk” ve “genel akıl” kavramlarının Marx’ı. Ancak 1844 Paris Elyazmaları’ndan tek bir cümle, onun bu bedensel materyalist poetikasıyla uyum halinde yankılanır: Marx, insanın “acı çeken bir varlık olduğunu, ve bu acısını hissettiği için tutkulu bir varlık olduğunu” yazar.

Ortak özgürlük için tutkuyla yanıp kavrulan, acının içinden yaşayan ama ölümü hor gören bir neşeye yönelen bu yaklaşım noktasıdır ki, Negri için komünizmle felsefenin, kurtuluşla etiğin kesiştiği yerdir – hem yazılarında, hem hayatında. Tesadüf değildir ki otobiyografisinin son sayfalarını, yani vedasını, kendi çocukluğunu da yutmuş olan ve şimdi yeniden hortlama tehdidi taşıyan faşizme karşı direnişe ayırmıştır. Çokluğun zaafı ve korkusu, der bize, bir kez daha, tüm neşe ifadelerini yasaklamak isteyen, mülkiyet, ataerki ve egemenliğin yüceltilmesini arzulayan bir teröre alan açmaktadır. “Faşizm”, der Toni, “korku üzerine dayanır, korku üretir, halkı korku içinde şekillendirir ve sınırlar.” Faşizmin parolasına, “yaşasın ölüm”e karşı, Toni düşünce, yoldaşlık, sevgi ve mücadele ile dolu bir yaşam inşa etti. Bunu anmanın en iyi yolu, onun otobiyografisinin son paragrafını aktarmaktır:

“Faşizme karşı direnişte, onun hâkimiyetini parçalama çabasında, bunu başaracağıma dair kesinlik içinde yazdım bu kitabı. Geriye kalan, dostlarım, size veda etmek. Bir gülümsemeyle, bir şefkatle, bu sayfaları benden önce gelip yıkım ve özgürlük sanatında usta olmuş erdemli kadın ve erkeklere, ve benden sonra gelecek olanlara adıyorum. Onların ‘ebedi’ olduklarını söyledik – öyleyse ebediyet bizi kucaklasın.”

Via: A Communist Life | Çeviren: Ramona Frost ✪