Derler ki, Francesca Woodman (1958-1981) şair olsaydı Sylvia Plath olurdu. Tıpkı Plath gibi, intihara yakın durdu. Plath gibi, kendi bedenini kendinden farklı bir gerçeklik boyutunda algılamaya çalıştı. Plath’den farklı olarak, ünlü olmadı.
Sanatçı bir aileden gelen Woodman, 13 yaşında fotoğraf çekmeye başladı. Fotoğraflarında ağırlıklı olarak kendisini kullanıyordu. Çalışmalarında çoğunlukla kimliksiz haliyle, bedeninin bölümlerini kullanıyordu. Sanki işkence görmüş, tacize uğramış bir kadın görüntüsü veriyordu.
İlk dönem fotoğraflarında vücudunu çıplaklıkla sergilerken, son döneminde kendini sıklıkla duvar kağıtlarına sarılmış, bir müze camına yapışmış ya da zıplarken, kaçarken, anlık görüntüler halinde göstermeye başlamıştı. Sanki bir filmin bir karesindeymiş gibi, sanki yeryüzünden gittikçe siliniyormuş gibi.
Gittikçe yokolan vücudu ve aklı, fotoğraflarının hammaddesiydi aslında. Kendini New York’daki evinden aşağı attığı yıl olan 1981’de ve öncesinde, 1970’lerde, dönemin feminist sanatçıları karışık duygularla yaklaşıyordu kendisine. Çoğunlukla görmezden geldiler onu. Çalışmaları çok ilgi görmedi, bu durum, onun depresyonunu artırdı.
Çıkardığı tek kitabı, Some Disordered Interior Geometries, bugün en nadir bulunan kitaplar arasında. Tıpkı gerçek anlamda tek kitabı olan Arthur Rimbaud ve gerçek anlamda tek bir albümü olan Jeff Buckley gibi, bu dünyaya nokta atışı yapanlardan. ✪