Bir Film, Bir An, Bir Fikir

Evrenin bir yerinde, belki de Roy Andersson’un memleketinde ya da en iyi ve acı verici ihtimalle tüm insanlığın ortasında yoğun bir trafik yaşanmaktadır. Öyle ki nedeni bilinmediği gibi “kimsenin mantıklı bir açıklamasını yapamadığı, devam eden kaos” hâline dönen trafikte “yürüyerek daha çabuk olur diye düşündüm” dersiniz ve o trafiğin içindeki araçlardan birine biner soluklanırsınız. O trafik yaşam gibidir bir yönüyle; bir yönüyle değil. Çünkü Andersson, sahnelerinin hiçbirinde sıradan akla ilk gelen açıyı düşünmemiştir. Hep farklı, tahmin/tasavvur edilemez bir yer ya da “ilgisiz” bir duruma odaklanmıştır ve biz onun etrafında olan “esas” konuyu takip etmeye çalışırız. Buna itiliriz biraz da. Yönetmen

Evrenin bir yerinde, belki de Roy Andersson’un memleketinde ya da en iyi ve acı verici ihtimalle tüm insanlığın ortasında yoğun bir trafik yaşanmaktadır. Öyle ki nedeni bilinmediği gibi “kimsenin mantıklı bir açıklamasını yapamadığı, devam eden kaos” hâline dönen trafikte “yürüyerek daha çabuk olur diye düşündüm” dersiniz ve o trafiğin içindeki araçlardan birine biner soluklanırsınız. O trafik yaşam gibidir bir yönüyle; bir yönüyle değil. Çünkü Andersson, sahnelerinin hiçbirinde sıradan akla ilk gelen açıyı düşünmemiştir. Hep farklı, tahmin/tasavvur edilemez bir yer ya da “ilgisiz” bir duruma odaklanmıştır ve biz onun etrafında olan “esas” konuyu takip etmeye çalışırız. Buna itiliriz biraz da. Yönetmen burada onunla bir yarış içinde mi olmamızı ister yoksa en iyimser tevekkülle bizi şaşırtmaya mı çabalar?

Bu trafiğin içinde belki onu oluşturan ama kesinlikle buna neden olmadığına emin olan bir ölüm yalnızlığı ve dışarıdaki canlı dünyanın seslerine zaman zaman kulak misafiri olan, zaman zaman da bir taksiye binerken kapıyı kapatmadan hemen önceki kendi’yi/ben’i duyan bir insan, bizim bunu görmemizi sağlayabilir. İşte Roy Andersson’un peşinde olduğu “şaşkınlık” duyusunu ya da -gerçekçi davranacak olursak- “bizimle olan yarışını” anlamlı kılan fark/ediş bu olsa gerek.

Her şey mükemmel ve bir şey farklı. Bakış açısı. Burada sadece bizimle yarışmıyor yönetmen, ayrıca “onun gibi/ondan farklı” bakamayan her yönetmene de bir laf çarpıyor sanki. Onlara sesleniyor ya da aşağılıyor onları, açı farklı ve anlamam zor; bir yönüyle biz insancıkları müfteri bir imgeleme yönlendiriyor.
Trafiğin içinden çıkan ya da trafiğe neden olan ama her koşulda ilgi çekici ve enteresan bir grup insan, yani artık zombileşmiş ve “makineleşmeye” yüz tutmuş bir grup insan, sıkıca kavradıkları, ucuna taş bağlı halatlarla birbirlerinin sırtına vura vura ilerletiyor oluşan yığını. Zaman zaman acıyla duraksayıp doyasıya çığlık ve acı sesleri yayıyorlar etrafa fakat yine de bir başka ihtimalin varsıllığı artık çoktan kabul edilmişçesine yan yana ve zararsızca yürümüyor, yürüyemiyorlar. Bunun bir önemi yok. Biz orada ucu kapitalizmden insanlık tarihine, varılabilecek tüm tümlere ulaşmaya çabalamış oluyoruz çoktan. Bunların ne kadarı Roy Andersson’un bizi yarıştırmak için kullandığı o yalancı imgelemlerdir acaba? Bunu ondan başkası -ve hatta zaman zaman o bile- bilmez, bilemeyecektir. Olsun. Onu anlamak için, onunla yarışabilirim.

Sen de onunla yarışabilir misin?
Öyleyse İkinci Kattan Şarkıları izle ve işte yalnızca birkaç dakikasından yola çıkarak yazdığım şu uzun cümleleri sen de yazar ve bana okursun.

Bir Film, Bir An, Bir Fikir 3Bir Film, Bir An, Bir Fikir 1 ✪

Önceki

‘Sosyal Heykel’ olarak işgalevi: K77 Vakası

Sonraki

Dave Lebow: Cinnet