Ömer Uluç (1931 – 28 Ocak 2010)
Ömer Uluç, Sezer Tansuğ, Adnan Benk, Önay Sözer ve Cevat Çapan ile söyleşi, 1983, Çağdaş Eleştiri Dergisi
Adnan Benk: Ben seni tuval başında görmedim. Hep sofra başında gördüm. Fakat çok içkiliyken bile, sofrada bardağını çok ölçülü kaldırdığına dikkat etmişimdir. Kadehi başına diktiğini hiç görmedim.
Ömer Uluç: Sen beni herhalde sabah dörtte hiç görmedin.
Cevat Çapan: Ben de eleştirinin bu kadar inceldiğini görmedim.
Ömer Uluç, 2006, Aralıkta Gidip-Gelmeler sergisi davetiyesinden…
“Öncelikle doğu-batı, sonra kuzey-güney, daha sonra yeraltı-yerüstü ve en son cennet-cehennem arasında kalmış, yaşadığımız bu çok cereyanlı ve rüzgarlı mekan için geliştirdiğim bir aralıklar teorim var. Aralıklarda ilginç ve yoğun olaylar yaşanır, keskin yaratıcı anlar vardır, buralar bir çeşit elektrik yüklüdür ve bunlar çakarlar. Önemli olan onların bu özelliğine güvenilmesidir.”
Ece Ayhan ile bir diyalog…
Ece Ayhan: Bu yaşadığımız (Gerçekten yaşıyor muyuz bilmem?) aritmetikli tarihte, bu uslu coğrafyada ya da. Peki sen bir kedi olsan ne kedisi olurdun Ömer? Dikkat et ben bir sokak kedisiyim ha!
Ömer Uluç: Ben olsa olsa sarhoş bir kedi olabilirim. Beni bu dünyada en çok meyhane ya da bar garsonları tanır.
J. D. Salinger (1 Ocak 1919 – 27 Ocak 2010)
Gençler, 1940, Çeviren: Cem Akaş
“… Edna korkuluğa öbür dirseğiyle yaslandı. Tablasında kalan öbür sigarayı yaktı. İçeride birileri ya radyoyu açmıştı, ya da sesi birden yükselmişti. Şarkıcı kızlardan biri, yeni çıkan şu gösterinin meşhur ettiği ve artık getir götür işlerine bakan çocukların bile ıslıkla çalmaya başladığı şarkının nakarat kısmını söylüyordu. Sineklik gibi çarpan kapı yapılmamıştır…”
Git Eddie’yle Görüş, 1940, Çeviren: Cem Akaş
“…“Öyleyse neden evde değiliz?” dedi. Ben de söyledim. Söylemekten çekinmedim yani. Açıkça söyledim. “Çünkü,” dedim, “iki bira içmek istiyorum. Bir hayatım olsun istiyorum. Bütün gün iş peşinde koşturmuyorsun sen. Nasıl birşey olduğunu nereden bileceksin.” Söyledim yani. Ruthie de aklınca komiklik yaptı. “Yani,” dedi, “ben bütün gün çalışmıyorum, öyle mi?”…”
Jim Krawczky ile bir karşılaşma (Hikayenin orijinali için: Morning Edition, Michael Garofalo)
Jim Krawczyk, Milwaukee’de doğup büyümüş bir kitap kurdu. Salinger hayranı Krawczyk, 60’lı yılların sonlarında bir gün New Hampshire’a doğru yola çıkar ve en sevdiği yazarın peşine düşer. Cornish kasabasına geldiğinde postaneye gider ve Salinger’ın nerede yaşadığını sorar veznedeki adama. “Hiç şansın yok!” der adam; Salinger evinden hiç çıkmıyor, alışverişini bile kapıya bıraktığı notlarla yapıyordur. Yolda karşılaştığı emekli bir öğretmenden Salinger’ın evine giden yolu öğrenir, bir patikadan ilerlerken daha önce fotoğrafını gördüğü evi tanır. Evin verandasında Salinger’ın karısıyla karşılaşır, yazarla görüşme talep eder. “Söyleyeceği ne varsa kitaplarında yazıyor.” cevabını yüzüne kapanan kapı eşliğinde alır. Tam oradan ayrılacakken aralanan kapıdan “Boşandık biz ve o yolun karşısında yaşıyor.” dendiğini duyar. Yolun karşısındaki eve ulaştığında arabasını park eder. Kapıyı çaldığında yağmur başlamıştır. Salinger kapıyı açar ve “İçeri gelsen iyi olur.” der. Krawczyk içeri girer, beraber mutfağa geçerler. Salinger ne oturmasını teklif eder ne de içecek bir şey isteyip istemediğini sorar. Krawczyk yazara kim olduğunu söyler ve hiç Wisconsin’e gidip gitmediğini sorar. Yazar, savaş zamanı orada bulunduğunu söyler. Sonra Krawczyk, Çavdar Tarlasında Çocuklar hakkında;
“Hiç bu kadar popüler bir kitap olacağını düşünmüş müydünüz?” diye sorar. Salinger’ın cevabı şöyledir; “Tam bir kabus oldu.”
Krawczyk daha fazla soru sormaz; yazarın kitaplarına konu olan “ikiyüzlü/phony”lerden birisi olmak istemez. El sıkışırlar. Krawczyk, yazarı görebilen nadir insanlardan birisi olmanın ayrıcalığıyla yaşamına devam eder, hayatında yaptığı en güzel tatil bu küçük kasabada geçirdiği saatlerdir.
İki Taraf İçin de, 1944, Çeviren: Cem Akaş
“…Bobby’nin sağ elinin parmakları aniden Helen’ın omzunun altına saplandı. Helen acıyla haykırdı, döndü ve zor bir pozisyonda olsa da fırçasının tersiyle Bobby’nin eline olanca gücüyle vurdu. Bobby zor bela nefes aldı ve hızla arkasını hem Helen’a, hem de o sırada kahveyle gelmiş olan Elsie’ye döndü. Elsie tepsiyi, Helen’ın tırnaklarını törpülediği sandalyenin yanındaki pencere önü koltuğuna bırakıp odadan kaçtı. Bobby koltuğa oturdu ve öbür eliyle kahvesini sade sade içmeye başladı. Helen tuvalet masasında saçını yapmaya koyulmuştu. Eski moda bir gül topuz yapıyordu…”
16 Hapworth, 1924, Çeviren: Cem Akaş
“…Ey tanrılar ve küçük balıklar! Kişinin yoğun kamp yaşamı sırasında ailesiyle iletişim kurabilmek için bir parça boş zamanının olması ne kadar da sevindirici ve tatmin edici birşey! Bugün kalbin ve zihnin gereksinimleriyle ilgilenmek için ne kadar çok zamanımın olduğunu tahmin bile edememeniz çok kolay; ayrıntılı açıklama az sonra…”
Çavdar Tarlasında Çocuklar, 1951
“Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.”
Esme İçin Sevgi Ve Yoksunlukla, 1950
“Charles: Bir duvar bir duvara ne demiş?
.
.
.
Charles: Köşede buluşalım demiş…”
Howard Zinn (24 Ağustos 1922 – 27 Ocak 2010 )
13 Mayıs 2008, Howard Zinn ve Ziga Vodovnik
“…Rousseau, eğer yüz kişilik bir grubun parçası isem, doksan dokuz kişinin sırf çoğunluk oldukları için beni ölümle cezalandırma hakkı var mıdır diye soruyordu. Hayır, çoğunluk haksız olabilir, çoğunluklar azınlıkların haklarını çiğneyebilir. Çoğunluk yönetiyorsa hâlâ kölelik var demektir. Nüfusun % 80’i, % 20’sini köleleştirdi. Çoğunluk yönetiyorsa sorun değil mi? Bu, demokrasinin kusurlu tarafı. Demokrasi halkın orantılı ihtiyaçlarını, sadece çoğunluğun ihtiyaçlarını değil azınlığın ihtiyaçlarını da hesaba katmalıdır. Ayrıca özellikle medyanın kamuoyunu manipüle ettiği toplumlarda çoğunluğun tamamıyla haksız ve kötü olabileceğini hesaba katmalıdır. Yani evet, insanlar inançlarına göre davranmalıdır, çoğunluğun seçimine göre değil…”
Marx Soho’da / Marx’ın Dönüşü, 1999, Oyun metninin önsözünden…
“…Karım Rosyln yazdıklarımı hep çok olumlu bir şekilde eleştirmiş, çok iyi değerlendirmiştir. Karım beni, oyunu Marks ve Avrupa’nın 19. yüzyıldaki haliyle ilgili tarihsel bir eser olmasındansa, daha çok günümüzle ilgili bir şeye çevirmem için kışkırttı durdu. Bu konuda haklı olduğunu biliyordum. Bu fikirle bir süre cebelleştikten sonra, Marks’ın bir tür fantezi olarak, her neredeyse oradan günümüze döndüğü bir oyun fikri aklıma geldi. Dahası Amerika’ya gelecekti. Böylece sadece 19. yüzyıl Avrupa’sında kalan yaşamı üzerine değil, aynı zamanda bugün burada (Amerika’da) olanlar hakkında da yorumlar yapabilecekti. Yetkililerin, her kimse, Marks’ı yaşadığı yer olan Londra’daki Soho’ya göndermeleri gerekirken, bürokratik bir hata sonucu New York’taki Soho’ya göndermelerine karar verdim…” ✪