David Ivison: Neden Anarşist Değilim

Anarşist anlayışın sınırları nedir? 1972'den şu ana meseleye canlı bakış.
Eylül '23

Neden anarşist değilim? Bir polis komiserinin, din adamının, bir politikacının ya da herhangi bir otoriter kişinin sunabileceği nedenlerle değil, anti-otoriter olduğum için. Yazının başlığının sorduğu soruya hızlı cevap şu: Ben özgürlükten yana olduğum için anarşist değilim, yani sadece anti-otoriter, özgürlükçü olduğum için.

Belirli bir anarşist grubuna saldırmak istemiyorum, bunun yerine geleneksel anarşist düşünceyi, Proudhon, Bakunin ve Kropotkin gibi insanların ait olduğu geleneği tartışmak istiyorum. İlk olarak, klasik anarşist konum olarak kabul ettiğim şeyin kısaca taslağını çıkarmak istiyorum. İkinci olarak, bu konumdaki zayıflıklar veya tutarsızlıklar olarak kabul ettiğim şeyleri tartışmak ve bunların anarşist otoriterliğe nasıl yol açabileceğine işaret etmek istiyorum. Ve son olarak anti-otoriter veya özgürlükçü bir konumun klasik anarşizmden ne kadar farklı olduğunu düşündüğümü belirtmek istiyorum.

Anarşist konum. Devlet sosyalistlerine karşı anarşistler her zaman politik olmaktan ziyade sosyal bir devrimi vurgulamışlardır. Bakunin’in sözleriyle, proletarya diktatörlüğü, “kitleleri özgürleştirmek için önce onları köleleştirmek gerekir” diyormuş gibi görülüyor ve Bakunin, Devlet’in kişinin istediği şekilde kullanılabilecek bir araç değil, bir kurum olduğunu ikna edici bir şekilde belirtmişti. Onu içeriden yok etmeye yönelik her türlü girişimi geçersiz kılacak, kendi çalışma yöntemlerine sahip bir kurum. Kropotkin’in dediği gibi, tarihi bir kurumun istediğiniz yöne gitmesini sağlayamazsınız, o kendi yoluna gitmelidir. Özgürlük uğruna iktidarı ele geçirmeyi içtenlikle isteyenler bile ilk hedefi asla aşamazlar. O halde anarşistler, Devlet sosyalizmine yönelik eleştirilerinde birçok bakımdan, Siyasi Partiler adlı kitabı ilk kez 1915’te İngilizce olarak çıkan Robert Michels’in siyaset sosyolojisinin habercisidirler.

Buraya kadar tamam. Anarşistler, Devlet aygıtı içinde çalışarak özgür bir toplum yaratma olasılığını reddederken, Devlet aygıtının ve onunla bağlantılı güç ilişkilerinin yok edilmesinin gerekliliğini vurguladılar. Ancak teorinin oldukça belirsizleştiği yer burası. En yaygın fikir, inanmış anarşistlerin, devrimci bir öncü olarak, insanları kendi “gerçek” çıkarlarını görmeleri için eğitecekleridir. İnsanın rasyonel bir hayvan olduğu ve ışığı gördüğünde Devletin gücünü yok edecek ve çeşitli grupların “örgütlenip federasyonlar halinde birleşeceği” özgür bir toplumu başlatacak bir genel greve katılacağı söylenir. Doğal eğilimlerine ve gerçek çıkarlarına uygun olarak” (Bakunin.) İnsan doğasının doğuştan gelen anarşizmine bu kadar fazla güvenmek biraz riskli görünüyorsa da daha sonra Kropotkin, insanın doğası gereği işbilikçi ve fedakar olduğunu göstermeye çabalamıştı.

SORUNLAR: Ama eğer herkes bu kadar iyiyse ve “gerçekten” anarşist bir toplum istiyorsa, o zaman neden şimdiye kadar bir anarşist toplum elde edemedik? Bir yüzyılı aşkın anarşist propagandadan sonra neden politikacılarımız ve Devlet aygıtımız var? Eğer herkesin gerçek çıkarı özgür, işbirlikçi yaşamsa, o zaman neden hapishaneler, cezaevleri, mahkemeler ve parlamento gibi kurumlarda görev yapan insanlar var?

Daha gerçekçi anlarında, anarşistler bile argümanlarında bazı kusurlar görüyorlar; bu da şunu söylemekten ibaret: Eğer bir şeyi yeterince güçlü istiyorsanız, tek yapmanız gereken herkesi ikna etmektir ve o şey gerçekleşecektir – sanki insanların çıkar çatışmaları hiç yokmuş gibi.

Örneğin bazı anarşistler, toplumsal devrimi beklemeden mevcut toplumda anarşist komünler kurmaya çalıştılar. Ancak falansterler adını verdiği şeyi kurmaya çalışan Fourier, barışçıl ikna ve propagandanın zenginlerin kalplerine dokunup, kendilerinin gelip zenginliklerini, fazlalıklarını falansterlerin kapılarında bırakacak kadar dokunacağına inanmanın bir hata olduğunu iddia eden Bakunin tarafından eleştirildi. Yani, Devlet sosyalistleri gibi anarşistlerin de sınıf çatışması kavramı var; en azından politikacılar ve patronlar gibi toplumun bazı kesimleri anarşizmden yana değil; yani onların gerçek çıkarları ayrıcalıklı statükolarını sürdürmekte yatıyor.

Ancak toplumsal dayanışma kavramında bir kırılma meydana geldiğinde, toplumsal devrim teorisinin tamamı çöker. Bazı insanların özgürlükle değil, otoriter iktidar yapılarını sürdürmekle ilgilendiğini kabul ederseniz, o zaman HERKESİN gerçek ilgisinin anarşizmde olduğunu ve ihtiyaç duyulan tek şeyin, rasyonel insanların kendi çıkarlarını gerçekleştirmeleri için devrimci bir öncü tarafından eğitilmesi olduğunu iddia edemezsiniz.

Aslında burada iki zayıflık var; birincisi olgusal bir hata, ikincisi ise gizli bir otoriterlik veya ahlakçılık. Toplumdaki sınıf ve diğer çatışmaların gerçek gerçeği, tüm insanların aynı çıkarları paylaşmadığı toplumsal gerçek, aklın üstün geleceğine dair kör inançla klasik anarşist geleneğin ütopyacılığına işaret ediyor. Godwin’in yanılgısı. Ve bu gerçek aynı zamanda toplumsal devrimin ütopyacılığına, herkesin uyum içinde yaşadığı bir durumun (“özgür toplum”) gerçekleşebileceği fikrine de işaret ediyor. Bırakın özgürlük konusu bir yana, herkesin paylaştığı tek bir “gerçek” menfaatin olduğu dâhi doğru değil. Bir ilginin diğerinden daha gerçek olduğunu belirlemenin hiçbir yolu olmadığı gibi gerçek bir ilgiyi sözde gerçek olmayan bir ilgiden asla ayıramazsınız. eğer bir çıkar varsa bu gerçektir ve bir çıkarın bir şekilde diğerinden daha gerçek olduğunu ancak özel bir savunma ortaya çıkarabilir – ama aynı zamanda “gerçek” bir çıkarla ne kastedildiğine ilişkin bu sorunun dışında, bu kabul edilen kaba bir gerçektir. Anarşistler toplumsal çatışmanın var olduğunu, herkesin aynı şeyi istemediğini söylüyor. O halde özgür bir toplumu başlatan toplumsal devrim kavramı imkansızdır; bu, gerçekte yanlış olan bir arzuyu yerine getiren fantezidir çünkü insanların çatışan çıkarları vardır – işçiler bile özgürlükten çok iş koşulları ve ücretlerle daha fazla ilgileniyor gibi görünmektedir, herkesin aynı şeyi istememesi bir hakikattir. 

Eğer herkesin özgürlük istemediği kabul edilirse, o zaman anarşist konum yalnızca inanmayan ruhlara özgürlük istemeleri gerektiğini söylemekle kalmaz, aynı zamanda özgürlüğü istemeyen insanlara da dayatmayı içerir – tabi ki terimlerde bir çelişki – eğer onlara bir şey empoze ederseniz, o kişiler özgür olmazlar. Kendi politikanızı, kendileri için en iyi olanı kendilerinden daha iyi bilme kisvesi altında başkalarına empoze etmeye yönelik bu tür bir girişim, açıkça otoriterdir, tipik bir ahlaki hiledir.

Ahlakçılığın ayırt edici özelliği, bir şeyin kendi iyiliği için yapılması gerektiği, bunun açıkça zorunlu olduğu, bizim görevimiz ya da gerçek çıkarımız olduğu iddiasıdır – kişinin neden görevini yapması gerektiğini, neyin zorunlu olduğunu, neyin zorunlu olduğunu hiçbir zaman açıklamadan kişinin kendi çıkarına gönderme yapmaktır. Bu teknik, insanların farklı ilgi ve isteklere sahip olması sorununun üstesinden gelmek amacıyla kullanılır. Ahlakçı açık sözlü olsaydı, şöyle bir şey derdi: “Hapse girmek (ya da vurulmak ya da gizli yaptırım her neyse) istemiyorsan, sana söylediklerimi yapmalısın” ve o zaman öyle olurdu. Birisinin hapse girmeyi tercih edeceğini (ya da kızıl olmaktansa ölmeyi ya da her neyse) tercih edeceğini söyleyen biri olun, sanki anarşist şöyle demiş gibi: “Özgürlükle ilgileniyorsanız, size söylediğimi yapmalısınız, ” ve hitap edilen kişi özgürlükle ilgilenmediğini söyler (ya da özgürlükle ilgilenen bir kişinin kendisine söyleneni yapmasının tutarsızlığına dikkat çeker). Bu nedenle, herhangi bir politikacı gibi anarşist de kamu yararı kavramı olarak adlandırılan şeye, toplumun refahı adına yapılan çağrıya başvurur. Bay Chipp bize esrar içmenin ulusun ahlaki dokusunu bozacağını söylüyor, anarşistler Devlete karşı genel grevde bulunmanın ulusun ahlaki dokusunu iyileştireceğini söylüyor. Ancak herkesin “gerçek” çıkarına olan, ortak iyi diye bir şey yoktur ve olsaydı bile, neden ortak iyinin gerektirdiğini yapmamız gerektiğine dair hiçbir şey söylenmez.

Anarşistlerin daha gerçekçi anlarında itiraf ettiği gibi, tarihe ya da antropolojiye ya da kendi çağdaş toplumumuza bir bakış, her toplumda çeşitli, farklı ve karşıt grupların bulunduğunu ve her zaman var olduğunu gösterir – örneğin Vietnam savaşında karşı çıktılar, Esrar ve sansür konusnunda, son dönemdeki sorunlardan sadece birkaçı; her biri kamu yararı adına konuştuğunu iddia ediyor. Aslına bakılırsa, kamu yararına yapılan çağrılar genellikle, esrar konusunda Chipp’te veya Çinhindi’nde Nixon’da olduğu gibi açıkça çeşitlilik ve muhalefetin olduğu bu durumlarda yapılır. Toplumun tamamına hitap etmenin işlevi, hem anlaşmazlık gerçeğini hem de bira fabrikaları veya askeri-endüstriyel kompleks gibi belirli bir grubun özel çıkarlarını ilerletme girişimini gizlemektir.

Ancak olgusal hatanın ve ahlaki zayıflığın yanı sıra başka bir sorun daha var. Anarşistler yalnızca diğerlerini özgür olmaya zorlamakla kalmıyor, aynı zamanda Devlet ve ona bağlı güç ilişkileri yok edilene kadar kimsenin özgür olamayacağını da iddia ediyorlar. Tam özgürlükten başka özgürlük yoktur ve bu nedenle özgür toplum ütopyası uzak geleceğe sağlam bir şekilde yerleştirilmiştir. Burada iki noktaya daha değinmek mümkündür. Birincisi, hiç kimse burada ve şimdi özgür olamayacağına göre, gelecek ütopyası, “devrimden sonra” özgürlüğü teşvik ettiği kabul edildiği sürece, günümüzdeki her türlü otoriter uygulamayı meşrulaştırıyor. Böylece anarşistler otoriter, ahlakçı olabilir,

İkinci olarak, anarşistler açıkça otoriter olmasalar bile, kişinin kendi özgürlüğünden ziyade gelecek nesillerin özgürlüğü için çalışmak köleliğin, özgür olmamanın bir işareti gibi görünüyor. Her ne kadar burada kölelik kişinin çağdaşlarından ziyade doğmamış nesillere yönelik olsa da, yine de kendini inkar etme ve kendini hayal kırıklığına uğratmadır, özgür olmayan bir kişiliğin işaretleridir. Bu, ahiret gibi muhteşem bir dünyaya girme ümidiyle günahtan kaçınmaya teşvik eden, nefsi inkar eden Hıristiyanlarla aynı düzendedir. Anarşistlere göre özgürlük şu anda bulunacak bir şey değil, yalnızca gelecekte gerçekten gelecek bir şeydir. Yani şimdi ve burada özgür olamayacakları için gelecekteki ütopya umuduyla kendilerini köleleştiriyorlar.

Belki de anarşistleri günümüzde otoriter ve ahlakçı olmaya iten şey, tam özgürlük ve otoriter güç ilişkilerinin olmadığı ütopik bir toplum olasılığı üzerindeki ısrardır; ancak gelecekte özgürlüğün destekçisi, ütopyacılıkta, binyılcılıkta ve anarşizmin sahte dayanışmacı toplumsal teorisinde kesinlikle karşı çıkacak çok şey bulabilir.

ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR POZİSYON. Özgürlük derken, özgürlükçülük derken özgür irade doktrinini kastetmiyorum. Ben bir deterministim ve tüm eylemlerimizin tamamen gerekli ve yeterli önceki koşullar tarafından belirlendiğine inanıyorum. Eğer doğa tamamen determinist olmasaydı, özgür iradenin alanı hiçbir zaman sınırlandırılamazdı, çünkü bu belirlenmemişti ve hiçbir bilim ya da bilgi mümkün olmayacaktı; bir gün olanlar bir daha gerçekleşmeyebilirdi ve kim bilir, Devletler özgürlüğü teşvik edebilirdi!

Hayır. Özgürlükçü konumun, anarşistlerin bazı daha gerçekçi anlarında kabul ettiği şeyle ortak bir yanı olduğunu düşünüyorum. Kropotkin bir keresinde şöyle yazmıştı: “Medeniyetimizin tarihi boyunca iki gelenek, iki karşıt eğilim çatışmıştır: Roma geleneği ve popüler gelenek, imparatorluk geleneği ve federalist gelenek, otoriter gelenek ve özgürlükçü konum.”

Kendimizi anarşist ahlakçılıktan kurtarırsak, özgürlüğün gelecekteki bir toplum meselesi ve toplumsal ilişkilerde topyekun (ve imkansız) bir değişim meselesi olmadığını görebiliriz. Daha ziyade özgürlük, bütün toplumların değil, herhangi bir toplumdaki belirli alt grupların veya yaşam tarzlarının bir özelliğidir ve o zaman bile muhtemelen hiçbir kişi veya grup her zaman tamamen özgür değildir. Özgürlüğün destekçileri her zaman muhalefetle karşılaşacak, otoriterler tarafından her zaman karşı çıkacak ve dünyayı bir şekilde özgürlük için güvenli hale getirebileceğimize dair hiçbir yanılsama olmadan, belirsiz bir gelecek ütopyasında değil, burada ve şimdi özgürlük için savaşmak zorunda kalacaklar. Çünkü güvenlik, özgürlüğün değil, köleliğin bir işaretidir; tıpkı başkalarını özgür olmaya zorlamanın otoriter olması gibi.

Özgürlükçü veya özgürlük aşığı, özgürlük ile otorite arasında sürekli bir çatışma olduğunun farkındadır. Ancak özgürlükçülüğün kendisinin hiçbir özel iddiası yoktur, özgürlük yolunun izlenmesi gerektiğine veya izlenmesi gerektiğine dair hiçbir ahlaki düşünceye sahip değildir. Liberteryenler özgürlükten yanadır ancak kendi çıkarlarının, otoritenin yardımıyla konumlarını güvence altına almak gibi güç ilişkilerinin sürdürülmesi veya geliştirilmesinde yattığını görenler, açıkça ve haklı olarak özgürlükçü değerleri reddedeceklerdir. Anarşistlerden farklı olarak özgürlükçü, gerçek çıkarlar, ortak çıkar ya da gelecekteki bir ütopya adına başkalarını kendisini desteklemeye zorlamaya çalışmaz. Özgürlüğü bütün bir topluma dayatmaya çalışmıyor. Aksine, özgürlükçü sonu olmayan bir anarşisttir; onun rolü, Max Nomad’ın dediği gibi, otoriteye karşı sürekli muhalefet rolüdür.özgürlüğün toplumsal bir devrimle veya başka herhangi bir yolla bir kez ve tamamen güvence altına alınabileceği yanılsamasına kapılmadan sürekli protesto . Özgürlüğünü burada ve şimdi sergiliyor ve benzer çıkarlara sahip başkaları da bu mücadelede ona yardımcı olabilir. Özgür faaliyetlere kendisinin veya doğmamış nesillerin çıkarları için değil, onları sevdiği için katılıyor.

Özgür olmak, her türden nihailerin reddini içerir; her şeyin varoluşu için bağlı olduğu herhangi bir tek nihainin (Tanrı gibi) reddedilmesi, herhangi bir nihai gerçekliğin reddedilmesi (böylece hiçbir şey diğerlerinden daha gerçek değildir). sıradan, gündelik varoluşun lehine, karmaşık tarihsel şeylerin aksine, sonuçta basit olan her şeyin reddedilmesi. Özgürlükçü gerçekçidir, deneycidir ve çoğulcudur; onun için olaylar yeterince iyidir.

İnsanı özgür kılan da bu gerçek olabilir; özgürlüğün ayırt edici özelliği ahlakçılardan, yapılması gerekenler hakkındaki yanıltıcı düşüncelerden kurtulmaktır, böylece kişi bağımlı, itaatkar ve köle olmaz, kendini inkar etmez, sırf kendisine ne yapıldığına, otoriterlerin gerçek motivasyonlarının ne olduğuna ve kişinin kendi çıkarlarının ne olduğuna dair gerçekçi bir farkındalığa sahip olduğu için, kendisini manipüle edenlerin çıkarları konusunda kendini hayal kırıklığına uğratan ve kendini kandıran biridir. Eğer ahlakçılığın içini görmek özgürlüğün bir koşuluysa, o zaman hepimizin bu kültürde almış olduğu ahlakçı yetiştirme yoluyla içimize yerleşen yanılsamalara karşı, kendi içimizde özgürlük için mücadele etmemiz gerekecektir. O zaman kendi içimizde sürekli bir zihinsel mücadele olduğu gibi, dışarıdaki otoriterlere karşı da sürekli bir toplumsal mücadele vardır.

Biz özgürlüğü nasıl tanımlarsak tanımlayalım, özgürlüğün aşığı, liberter, özgür olduğu sürece ahlakçılığa, ütopyacılığa, milenarianizme, anarşizmin hatalarına sığınmayacaktır. Daha ziyade şu anda özgürlük için savaşacak, hem patronlarına hem de kurtarıcılarına güvenmeyecek, otoriterliğe karşı bitmek bilmeyen bir mücadeleye hazır olacak, kendi çıkarları için özgür faaliyetlerde bulunacak, çünkü o özgürlükle ilgilenen türden bir insan. Kendisinin ya da gelecek nesillerin bunlardan elde edebilecekleri şeyler yüzünden değil; ve herkesin onunla aynı fikirde olması gerektiği yanılsamasına kapılmadan mümkün olduğunca nesnel ve gerçekçi kalmak.

Önceki

[Muriel Spark] Işıktan sert bir şey

Sonraki

Okuma ediminin değişmezliği üzerine