Egemen, kalıntısal, doğmakta olan

Marxist edebiyat eleştirmeni Raymond Williams, egemen kültür çerçevesinde dile getirilemeyenin kalıntılarına dikkat çekiyor.

Kültür hem çeşitli süreçleri ve bu süreçlerin toplumsal tanımları (gelenekler, kurumlar, biçimlenmeler) açısından, hem de sürecin her noktasında, tarihsel olarak değişken ve çeşitli öğelerin dinamik karşılıklı ilişkileri açısından oldukça karmaşıktır. Benim “dönemsel” adını verdiğim çözümlemede kültürel süreç belirlenmiş egemen özellikleri (feodal kültür ya da burjuva kültürü ya da birinden ötekilerine geçiş) olan bir kültürel dizge olarak ele alınır. Egemen ve tanımlayıcı çizgi ve özelliklerin vurgulanması önemlidir ve pratikte de etkileri duyulur. Ancak bu çözümleme yöntemi, hem gelecek hem de geçmişle bağlantı kuracaksa genellikle dizge olarak soyutlanan bir oluşumda bir hareket duygusunu gerektiren tarihsel çözümlemenin farklı bir işlevi için de kullanılır. Gerçek tarihsel çözümlemede her noktada hem özgül ve etkili bir egemenliğin kapsamına giren hem de dışında kalan hareket ve eğilimler arasındaki karmaşık karşılıklı-ilişkileri anlamak gerekir. Bu hareket ve eğilimlerin yalnızca seçilmiş ve soyutlanmış egemen dizgeyle değil aynı zamanda bütün kültürel süreç ile arasındaki ilişkiyi incelemek gerekir. Böylece “burjuva kültürü” dönemsel çözümlemede “feodal kültür” ya da “sosyalist kültürüle karşılaştırılarak dile getirilen önemli bir genelleştirici betimleme ve varsayımdır. Bununla birlikte dört ya da beş yüzyıldır çok çeşitli toplumlarda betimlenen kültürel bir süreç olduğu için tarihsel ve içsel açıdan karşılaştırmalı olarak farklılaştırılması gerekir.

Ayrıca bu betimleme kabul edilse ya da pratik olarak kullanılsa bile “dönemsel” tanım ya o tipin “aşamalarını” ya da “çeşitlemelerini” göstermek için (bu gene de tarihsel bir çözümlemedir) ya da destekleyen kanıtları seçmek ve “birincil önem taşımayan”, “rastlantısal” ya da “ikincil” kanıtları dışlamak için bütün gerçek kültürel süreçlerin ona göre değerlendirildiği duruk bir tip olarak etkisini duyurabilir.

Dönemsel çözümlemeye bağlı kalmakla birlikte hem “aşamaları” ve “çeşitlemeleri” hem de herhangi bir gerçek sürecin içsel dinamik ilişkilerini gösteren bir terim bulabilirsek bu tür yanlışlardan kaçınmış oluruz. Tabii gene de hegemonik olanın bu anlamlarında “egemen” ve “etkili” olandan söz etmemiz gerekir. Ama aynı zamanda herhangi gerçek bir süreçte ve herhangi bir anda hem kendi içlerinde hem de “egemen” olanın özelliklerini yansıtma açısından önemli olan “kalıntısal” ve “doğmakta olan” dan da söz etmemiz gerektiğini anlarız.

Tanım gereği kalıntısal geçmişte oluşmuştur ama halen kültürel süreçte yalnızca geçmişin bir öğesi olarak değil de bugünün etkili bir öğesi olarak etkindir.

Pratikte ayırt edilmeleri çok zor olsa bile ben “kalıntısal” sözcüğünü “arkaik” sözcüğünden farklı bir anlamda kullanıyorum. Herhangi bir kültürde geçmişin izlerine rastlanabilir ama bu geçmişe ilişkin öğelerin çağdaş kültürde değerlendirilme biçimleri farklıdır. Bütünüyle geçmişin bir öğesi olarak kabul edilen, ve özel bir biçimde gözlemlenen, incelenen, bazı durumlarda da bilinçli olarak “yeniden canlandırılan” öğe “arkaik”dir bana göre. Oysa ki “kalıntısal” sözcüğünün anlamı farklıdır. Tanım gereği kalıntısal geçmişte oluşmuştur ama halen kültürel süreçte yalnızca geçmişin bir öğesi olarak değil de bugünün etkili bir öğesi olarak etkindir. Dolayısıyla egemen kültür çerçevesinde dile getirilemeyen ya da özsel olarak doğrulanamayan bazı yaşantılar, anlamlar ve değerler daha önce varolan toplumsal ya da kültürel bir kurum ya da biçimlenme kalıntısında (hem kültürel hem de toplumsal) yaşanabilir ve uygulanabilir. Kalıntı sözcüğünün egemen kültür ile alternatif ve hatta karşıt bir ilişki içersinde olabilen bu anlamı ile egemen kültür ile büyük bir ölçüde ya da bütünüyle bütünleşmiş ve dolayısıyla etkin bir biçimde görülebilen(arkaik sözcüğüyle arasındakifark da budur) kalıntısal anlamı arasındaki farkı belirlemek gerekir. Çağdaş İngiliz kültüründe özellikle üç durumda bu ayrım kesin bir çözümleme terimi olabilir. Örneğin örgütlenmiş din görüşü kalıntısaldır, ama bu din içersinde pratik olarak alternatif ve karşıt anlamlar ve değerler (mutlak kardeşlik, hiçbir karşılık beklemeden başkalarına hizmet etmek) ile bütünleşmiş anlamlar ve değerler (resmi ahlâk, öteki dünyayla uğraşanın farklı bir tarafsızlaştırıcı ya da onaylayıcı bir unsur olarak görüldüğü toplumsal düzen) arasında önemli bir ayrım vardır. Aynı şekilde kırsal toplum düşüncesi de kalıntısaldır, ama idealleştirilmiş, ya da fantezi ya da egzotik (oturmak için ya da yalnızca kaçış olarak) bir zaman geçirme işlevi olarak egemen düzenle bütünleşmiş olsa bile bazı sınırlı açılardan endüstriyel şehir kapitalizmine alternatif ya da karşıt bir görüş oluşturur. Gene aynı şekilde monarşide de etkin bir biçimde kalıntısal (alternatif ya da karşıt) hiçbir öğe yoktur ama özellikle arkaik olan kullanılarak bir kapitalist demokrasi biçiminin özgül siyasal ve kültürel işlevi (hem yöntemleri hem de sınırları belirleyici) olarak kalıntısal bir işlev tam anlamıyla bütünleştirilmiştir.

Kalıntısal bir kültürel öğe genellikle etkili egemen kültürün içinde yer almaz, ama bazı bölümlerin (özellikle de geçmişteki önemli bir alanın kalıntısı ise) bu alanlarda kendini duyurabilmesi için etkili egemen kültürle bütünleştirilmesi gerekmiştir. Ayrıca belirli noktalarda egemen kültür çok fazla kalıntısal yaşantı ve pratiğin kendi sınırları dışına taşmasına izin – veremez, en azından belli bir rizikoya girmeden izin veremez. Seçici geleneğin işlerliği, kalıntısal olanı yeniden yorumlama, yansıtma, kabul etme ve dışlama yoluyla bütünleşmesiyle belirginleşir. Bu durum özellikle “edebi gelenek” için geçerlidir. Edebiyata ilişkin seçici yorumlardan edebiytın şimdi ne olduğu ve ne olması gerektiğine ilişkin geçmişle bağlantılı ve bütünleşmiş tanımlar yapılır. Bu çok önemli bir kaç alandan biridir çünkü edebiyatın eskiden ne olduğu ve edebi yaşantının ne olduğu ve olması gerektiğine ilişkin alternatif ya da karşıt görüşlerin bazılarında bütünleşmenin baskılarına karşın etkin kalıntısal anlamlar ve değerler korunur.

Kültürel sürecin egemen öğelere seçenek oluşturan ya da karşıt olan öğeleri için toplumsal zemin her zaman vardır.

“Doğmakta olan” sözcüğüyle sürekli olarak yeni anlamların ve değertierin, yeni pratiklerin, yeni ilişkilerin ve ilişki çeşitlerinin yaratıldığını belirtmek istiyorum. Egemen kültürün yeni bir aşamasındaki öğelerle (ve bu anlamda “türü-özgül”) özsel olarak bu egemen kültüre seçenek ya da karşıt olan öğeleri birbirinden ayırmak oldukça güçtür: Yalnızca yeni olan değil en katı anlamıyla doğmakta olan. Kültürel süreç içindeki ilişkilerden söz ettiğimiz için kalıntısalın tanımı gibi doğmakta olanın tanımı da ancak egemen olanla ilişkisi değerlendirilerek yapılabilir. Gene de kalıntısalın toplumsal yerini anlamak daha kolaydır çünkü hepsi olmasa bile büyük bir çoğunluğu içinde gerçek anlam ve değerlerin üretildiği kültürel sürecin daha önceki toplumsal biçimlenme ve aşamalarıyla bağlantılıdır. Böylece egemen kültürün belirli bir aşamasındaki boşluğunda, geçmişte gerçek toplumlarda ve perçek durumlarda üretilmiş olan ve egemen kültürün karşı çıktığı, bastırdığı, görmezlikten geldiği ve hatta farkedemediği insan yaşantısına arzusuna ve ilerlemesine ilişkin alanları temsil ettikleri için önemini koruyan anlam ve değerlere dönülür.

Doğmakta olanın durumu temelde farklıdır. Herhangi bir toplumun yapısında ve özellikle de sınıf yapısında, kültürel sürecin egemen öğelere seçenek oluşturan ya da karşıt olan öğeleri için toplumsal zemin her zaman vardır. Marksist kuramda böyle bir zemin oldukça iyi betimlenmiştir: Yeni bir sınıfın oluşumu, yeni bir sınıfın bilinçlenmesi, ve bu süreçte yeni kültürel biçimlenmenin öğelerinin ortaya çıkması (genellikle de düzensiz bir biçimde). Dolayısıyla işçi sınıfının (örneğin İngiltere’de 19.yy’da) bir sınıf olarak ortaya çıkması (doğması) kültürel süreçte hemen belli olmuştur. Ama sürecin farklı bölümlerinin katılımı eşit değildi. Yeni toplumsal değer ve kuramların oluşturulması kültürel kuramların oluşturulmasından daha önemliydi, ve özgül kültürel katılımlar önemli olmakla birlikte genel ya da kurumsal yeniliklerden daha az kesinlikli ve özerktiler. Yeni bir sınıf her zaman doğmakta olan kültürel bir pratik kaynağıdır ama henüz ikincil bir sınıf iken kültürel pratik eşitsiz ve tamamlanmamıştır. Çünkü yeni bir pratik tabii ki soyut bir süreç değildir. Ortaya çıkma derecesine ve özellikle de alternatitten çok karşıt olma derecesine göre bütünleşme süreci başlar. Bu durum aynı dönemde (19.yy) İngiltere’de köktenci halkçı basının ortaya çıkmasında ve daha sonra etkili bir biçimde bütünleşmesinde gözlemlenebilir. Aynı şekilde işçi sınıfı edebiyatının doğmasında ve bütünleşmesinde de gözlemlenebilir.

Bu tür durumlarda bütünleşme zemini kabul edilmiş edebi biçimlerin üstünlüğü (yani doğmakta olanı zaten koşullandıran ve sınıflandıran bir bütünleşme) olduğu için ortaya çıkma sürecine ilişkin sorunlar açıkça belli olur. Ancak gelişme her zaman eşitsizdir. Doğrudan bir bütünleşme görünebilir alternatif ve karşıt sınıf öğelerine (sendikalar, işçi sınıfı partileri, işçi sınıfı yaşam tarzı-yaygm basın, reklam ve ticari eglence olarak bütünleşmiş bir biçimde-) uygulanır. Bu koşullarda ortaya çıkma süreci pratik bütünleşme aşamasının ötesindeki sürekli olarak yinelenen, her zaman yenilenebilen bir harekettir: Bütünleşme, bir tanıma, onaylama ve dolayısıyla Kabul etme biçimi olarak görüldüğü için bu süreç daha da zorlaşır. Bu karmaşık süreçte aslında yerel olarak kalıntısal (bütünleşmeye karşı bir direnme biçimi olarak) öğeler ile genellikle doğmakta olan ögeler sık sık karıştırılır.

Bir sınıfın doğması ve artan gücüyle ilişkili olarak yeni kültürel öğelerin doğması her zaman önemli ve her zaman karmaşık bir süreçtir. Ancak bu doğma (ortaya çıkma) çeşitli biçimlerde gerçekleşebilir. Pratik kanıtı çok olmasına karşın böyle bir olguyu kuramsal olarak anlamak zordur. Hem kalıntısal hem de doğmakta olanın’önemli öğelerini tanımlayabilmek ve egemen olmanın niteliğini anlayabilmek için, hiçbir üretim tarzının ve dolayısıyla hiçbir egemen toplumsal düzenin ve dolayısıyla hiçbir egemen kültürün gerçekte bütün insan pratiğini, insan enerjisini ve insan amacını kapsamadığını ya da tüketmediğini hatırlamak gerekir. Bu, egemen tarzın dışında ya da ona karşı oluşan önemli şeyleri açıklamamızı sağlayan olumsuz bir önerme değildir. Tam tersine egemenlik tarzlarının geniş bir insan pratiği alanından bazı öğeleri seçip dolayısıyla da diğerlerini dışladıklarım belirten bir olgudur. Dışlanan Ögelerin kişisel ya da özel ya da doğal ya da hatta metafiziksel olduğu düşünülebilir. Aslında dışlanan bölge bu terimlerden biriyle tanımlanır, çünkü egemen olan toplumsal tanımını özellikle vurgular.

Yeni öğelerin doğmasına yol açan bu iki kaynak (sınıf ve dışlanmış toplumsal alan) hiçbir şekilde çelişkili olmak zorunda değildir.

İşte karşı konulması gereken nokta da bu vurgulamadır. Çünkü değişik ölçülerde de olsa özgül ilişkilerde, özgül alımlamalarda, özgül hünerlerde de pratik bilinç bulunur ve tartışılmaz bir biçimde toplumsal ve özgül bir biçimde egemen olan toplumsal düzen bu bilinci görmezlikten gelir, dışlar, bastırır ya da tanımaz. Herhangi bir egemen toplumsal düzenin ayırt edici ve karşılaştırmalı özelliği bütünleşme çabasıyla pratik ve yaşantı alanlarında ne kadar uzağa ulaşabildiğidir. Görmezlikten gelmek istediği alanlar olabilir: Özel olarak nitelendirmek ya da estetik olarak özgülleştirmek ya da doğal olarak genelleştirmek istediği alanlar. Ayrıca toplumsal düzen değiştikçe kendi gelişen ihtiyaçları açısından bu ilişkiler de değişir. Dolayısıyla gelişmiş kapitalizmde emeğin toplumsal özelliğinin iletişimlerin toplumsal özelliğinin, ve karar-verme sürecinin toplumsal özelliğinin değişmesinden dolayı egemen kültür kapitalist toplumda “korunmuş” ya da boyun eğen yaşantı, pratik ve anlam alanlarında şimdiye dek olduğundan çok daha ilerilere gider.

Dolayısıyla artık egemen düzenin toplumsal ve kültürel sürece sızma alanı genişler. Bu da yeni öğelerin ortaya çıkmasını zorlaştırır ve alternatif ile karşıt ögeler arasındaki farkı daraltır. Egemen görüşün önemli alanları için söz konusu olan alternatif karşıtmış gibi değerlendirilir ve çoğunlukla da baskıyla karşıt görüşe dönüştürülür. Ama gene de burada bile kendi sınırlı özelliği ya da bozulmasından ötürü egemen kültürün gerçekten farkedilmediği pratik ve anlam bölgeleri bulunabilir. Doğmakta olan ögeler bütünleştirilebilir ama çoğunlukla bu bütünleşmiş biçimler doğmakta olan kültürei pratiğin tıpatıp aynısıdır. Bu şartlar altında egemen tarza karşı ya da onun ötesinde herhangi bir yeni öğenin ortaya çıkması çok zordur. Gene de öbür çağlarda olduğu gibi bizim çağımızda da doğmakta olan kültürel pratik olgusu yadsınamaz ve bu olgu ile etkin bir biçimde Kalıntısal olan pratik olgusu egemen olmayı amaçlayan bir kültür için gerekli bir zorluktur.

Bu karmaşık süreç kismen sınıf terimleriyle betimlenebilir. Ama bu durumda her zaman gözden kaçan ve dışlanan öteki toplumsal varlık ve bilinç söz konusudur: Dolaysız ilişkilerde başkalarının alternatif alımlamaları; maddi dünyanın yeni alımlamaları ve pratikleri. Pratikte bu yeni alımlamalar ve pratikler nitelik açısından oluşan sınıfın gelişen ve açık seçik çıkarlarından çok farklıdırlar. Yeni öğelerin doğmasına yol açan bu iki kaynak (sınıf ve dışlanmış toplumsal alan) hiçbir şekilde çelişkili olmak zorunda değildir. Bazı zamanlarda çok yakın olabilirler ve siyasal pratikteki bir çok şey de aralarında ilişkiye bağlıdır. Ancak kültürel olarak ve kuram açısından bu iki alan ayrı alanlar olarak ele alınabilirler.

Egemen ve kalıntısal kültürden farklı olan doğmakta olan kültürün anlaşılabilmesi için doğmakta olan kültürün hiçbir zaman yalnızca dolaysız pratikle ilgili olmadığmı hatırlamak gerekir; doğmakta olan kültür gerçekte yeni biçimler ve biçim uygulamaları bulmakta ilgilidir. Yeniden belirtelim ki bizim gözlemlemek zorunda olduğumuz aslında doğmaktla-olan öncesidir, etkin ve zorlayıcı niteliğine karşın bütünüyle dile getirilmeyen öğe; oysa ki açıkça doğmakta olan rahatlıkla isimlendirilebilir. Doğmakta olan -öncesi koşulunu, doğmakta olanın daha açık biçimlerini, Kalıntısal olanı ve egemeni daha iyi anlamak için duygu yapıları kavramını incelememiz gerekir.

Raymond Williams ✪

Önceki

Félix Guattari ve UIQ’nun Aşkı – Ölümümüzü bize geri ver

Sonraki

Monarşinizin mezarlarına tüküreceğiz