Eşekliğin moderncesi: Kişisel gelişim

Çalıştığım birçok yayınevi batmaktan kişisel gelişim, kişiliği geliştirme, adam olma kitapları sayesinde kurtuldu. Ben de kıyasıya kınadığım bu kitapların, onlarca yayınevini ve onlarca yazarı ev bark sahibi ettiğini görerek şaşırdım.

Çalıştığım birçok yayınevi batmaktan kişisel gelişim, kişiliği geliştirme, adam olma kitapları sayesinde kurtuldu. Ben de kıyasıya kınadığım bu kitapların, onlarca yayınevini ve onlarca yazarı ev bark sahibi ettiğini görerek şaşırdım.

Benim gibi adamlar ne kadar sert bir dile sahip olsalar da topluma karşı babacan bir agucu guguculuk beslerler, hani gönül sevdiğine çatar hesabı. Bu lahmacun, kuru fasulye tutkunu, soysuz siyasetçi düşkünü, erdem kaçkını toplum bizim toplumumuzdur, bizde bu toplumun okula gitmiş, badem bıyıklı hocaları tarafından kulakları çekilmiş bireyleriyiz ne de olsa.

İlk gençliğimizi ahlaksız medyatörlerimiz ve Amerikanların hayvan terbiye kılavuzlarından aşırılma bilgilerle harmanlanan milli eğitim mevzuatlarıyla heba ettik. Ama olsun yine de çoğumuz ilkokulu, liseyi, hatta üniversiteyi bitirdi… Şükür hemen hemen hepimiz işsiz olsak da çok azımız ipne, terörist, tarihi eser kaçakçısı, şeriatçı, komünist, godoş, hortumcu veya cani oldu. Devlet büyüklerimizden Allah razı olsun, Allah devlete millete zeval vermesin. Diktatörlerimiz rahat uyusun.

Geçenlerde bizim çıtkırıldım kariyer tutkunlarından biri kolumdan tutup götürmese ne işim var benim o kaşları tıraşlı beyler ve mini etekleri bacaklarına dar gelen dilberlerin içinde. Ben lokması, hırkası ve cinnetiyle mutlu bir Ankaralıyım. Bir zengin semtindeki, oturaklı bir derneğin şatafatlı binasının toplantı salonundaydık. Konuşmacı bitirdiği garip isimli üniversiteleri sayarken biz İngilizce’yi 20 yaşından sonra öğrenmiş faniler kötü yola düşmüş gibi bozuk bozum olduk zaten. Bu bozukluğu sezince sevgili konuşmacı horoz gibi kabardı. Kişiliğimizdeki zayıflığı yakalamıştı işte… Ah olmaz olasıca anamız babamız, bizi de öyle garip üniversitelere göndermediler ki!

Sonra konuşmacının naif halleri ve tatlı diliyle azar işittik bir süre. Benim siyah tişörtüm üzerindeki eşek görünümlü geyiğe takan hanım bir de şişkin gözaltı torbalarım ve sakallarıma takılınca bütün enerjim boşaldı. Lohusa bir fil gibi kalakaldım, gözlerimi bile kırpmaya mecalim kalmadı, o kadar şeker insan arasında ezildim, büzüldüm.

Ardından hanımefendi hazretleri kişiliğimizi geliştirmeye başladı. İlk ders: Görüşmelerinizi randevuyla yapacaksınız, dedi. O kadar okumuş adam zaten insanlara kör bayramın şaşı eşeği muamelesi yapmadığımızı, gittiğimiz yeri önceden kontörümüze kıyıp aradığımızı söyleyemedi. Ben de dâhil hepimiz emme basma tulumba muamelesi yaptık kafalarımıza. Ardından konuşmacımız insanlarla konuşurken onları dinlememiz gerektiğini söyleyince bayağı şaşırdık. Biz de yıllardır insanlarla konuşurken neyi unutuyoruz, yüreğimizin bir parçasını söken eksiklik nedir diye düşünür dururduk. Konuşmalarımızda küfür kullanmamamız gerektiğini de duyunca açıkçası hicap duydum çünkü benim cümlelerim özne yüklem ana ve avrattan oluşur.

Sonra konuşmacımız bir şeyler daha geveledi. Ardından ikram servisine yöneldik. Konuşmadaki tek ciddi şey temiz masa örtülerinin üzerine yığılmış kurabiyeler, içecekler ve yüzlerimize bir timsahın yüzüne bakar gibi bakan hayat yorgunu garsonlardı. Ardından mesel bitti. Konuşmacının bir buçuk saatlik zırvaları sonucunda 4000 dolar aldığını duyunca yazarlığı, editörlüğü bırakıp büyücü olmaya karar verdim.

Bu kişisel gelişim çılgınlığı hakkında bir tarihçi olarak çokbilmişlik etmekten çekinerek de şunları söyleyebilirim. Amerika’yı, Avrupa’yı bilmem, onlar ticaret toplumu, bir asırdan beri eşeğe binmiyorlar, kalçaları Mersedes koltuğuna alıştı, elbette ki yaşamlarının bütün dinamiği mal üretip, müşteri bulmalarına bağlı bu medeni yığınlar varlıkları için binlerce usul geliştirecekler.

Türklerin son üç yüzyıllık tarihi Avrupalı büyükler karşısında yenilmişliğin, efendilerin direttiği karaktere karşı, geleneksel karakterin de temel unsurlarını taşıyan, iki kutbun birleşerek edebi bir garabet haline geldiği karakterlerini var edebilmenin tarihi. Son asırların zinde değerlerinin kaynağını hepimiz biliyoruz…

Biz Avrupalılar’dan daha çok yazar, şair, ruşenfekr kurban ettik ama bir sosyal bilim devrimimiz olmadı. Sebahattin Alilerimiz, Nazım Hikmetlerimiz, Mehmed Akiflerimiz mermilere ve sürgünlere kurban gittiler. Siyasetçilerimiz gölgesinde saklandıkları padişahla beraber tarihe gömüldüler, rütbelerini eve koyan çatık kaşlı generallerimiz yüreklerimizin yeni kutbül aktapları oldu.

Tarihi boğmak, dili maymuna çevirmek için koca koca fakülteler açtık insanların eşek bokuna basa basa yürüdüğü bozkır şehirlerine. Muhalefet eden bütün din adamları yağlı ilmiklere ikram edildi ki ortalık cübbeli, sümüklü, Amerikan yalayıcılarının asrısaadetine dönüşsün.

Köyde davar gütmeyi beceremeyenler enstitülere doldurulup öğretmen edildi. Kıçını asma yaprağına silen çobanların cebi saatli maarif takvimi görmeden İlyada’yı, Odesa’yı gördü. İsyanıydı, darbesiydi, Star 1’iydi derken dünyanın en sapık toplumunu el birliği ile inşa edildi. Hem okul, hem cami, hem tarih, kucakta sevilen tanrı televizyon koca bir toplumun üzerine içi saçmalıktan kurtçuklarla dolu bir zehir kustu. Bütün değersizlikler övüldü, erdem hor görüldü.

Bugün en basit muhalefetinizde kafanızı ceviz gibi kırmaya meyleden güruh, cebinde otobüs kartı bile olmayan bir çelişki. Elde var olana, şükredilene, yarı açlığa bile hayret edilesi bir tamah. Bir gecede şapka giyen, bir gecede medeni alfabe kullanan, kanun ithal ederek bir gecede medenileşen bizler mutfak camına asılı bezimizdeki bir avuç kuru fasulyeyi dahi kaybedeceğiz diye korkuyoruz.

İçtimai mefkûreci hezeyanlarla devlet şiirleri yazdık, dünyanın en büyük ekonomik krizlerini gördük. 150 yılda bir tane Nobel’i anca hak ettik, ama gecelik ekonomik küçülmelerde Surinam’ı bile solladık. Bir yumurta kadar Türk, bir düdüklü tencere kadar Müslüman, bir hasır sepet kadar medeni bir heyulayı kucakladık. Bir ülke insan, tarih, politika ve ana kurumlar eliyle dünyanın en kişilik mahrumu yaratıkları haline geldi. Gazetecileri dangoz, akademisyenleri köylü, katilleri mağrur ve tüccarları açgözlü…

Bugün tarihçilik 300-500 yıl geride kalmış değerleri bulup onu heybe suratlı İlber’in kırıtkan dilinden NTV’de sunma sanatı haline geldi. Sanat güneşi ipne, kahramanı Recep İvedik olan bir toplum elbette ki biriyle görüşmeye giderken randevu alması gerektiğini UZMANlardan öğrenecekti. Konuşurken küfür etmemesi gerektiğini de…

Eh bunları öğreniyoruz şükür, gelişme tutkumuzu cebimizdeki para ile kanırtıyoruz. İnternette sürekli görüyoruz, 3 haftada 7 santimi garanti ediyor timsah gülüşlü, armut memeli lolitalar. Krizler bile yanımıza yanaşamıyor, her türlü belanın teğet geçtiği Allah’ın seçkin milletiyiz.

Bunların politikayla, tarihle ne alakası var diyeceksiniz. Bende “Onlarla alakalı olmayan var mı?” diyeceğim. Açlığa, yoksulluğa, yabancılaşmaya, kan içiciliğe karşı tepkisel olmadıktan sonra kişiliğin neyi gelişmiş sayılır. Ve bir insan sırf iyi satış yapacağım ya da aldığı diplomaların yaşamın gerçekliğinin saçtığı strese dayanıksızlığını yüzüne geğirtiler zırvalayanlardan mı öğrenmeye çalışır?

Uğur Kaymaz’ın kim olduğunu bilmeyenin, bir fahişenin ruhundaki dağınıklık hakkında iki dakika tefekkür etmemiş adamın, ulan bu insan neden böyle canavar diye düşünmemiş adamın kişiliği olsa n’olur olmasa n’olur… Yine de biz yürürken adım atmayı unutmayalım. Dişlerimizi fırçalarken diş fırçası kullanalım ve Cuma namazlarına koşarken, namaz esnasında osurmanın namazımızı bozacağını aklımızdan çıkarmayalım. ✪

24 Comments Bir yanıt yazın

  1. muhteşem, komik, çılgınca… Bu yazı ah böyle yazılar!

  2. Gerek yazıdaki dokundurmalar gerekse yorumlardaki tepkiler zaten seçinti takipçisi olan bir site ve ortam için güzel bir ateşleme. Mantıken başarılı

  3. bir yazara, neyi soyleyip neyi soylememesi gerektigini soylemek curetinin bulanlar, tarafindan begenilmese de, gayet begendigimi soylemeliyim.
    yazinin verdigi ‘lanetli sinif’ havasi tam yerinde olmus ki, yorumlarda ‘beyfendi ve hanimefendiler’ hemen ‘o iyi, bu kotu, onu diyebilirsin, bu olmaz’ moduna girmisler.

    koylu’ demisin, ki bundan 220 sene filan once tum insanlik koyluydu dostum, sen ne curetle boyle bidi bidi…

  4. anladıgım kadarı ile bu kadar yazdıktan sonra arada sanat güneşine bir giydirme yapmışın ,bende sinirlendiğim zaman pek ayırt etmiyorum kim oldugunu ama sonradan özür dilemekte bir erdem,
    yazı iyidi

  5. Ne yani kötü ithaflarda bulunduğuna laf etmekle  ; yazıyı ortalarından başlayıp,  sona gelmeden okumayı  bitirmiş olduğunuzu düşünüyorum  bir örnek vermemizi isterseniz “Biz de yıllardır insanlarla konuşurken neyi unutuyoruz, yüreğimizin bir parçasını söken eksiklik nedir diye düşünür dururduk. Konuşmalarımızda küfür kullanmamamız gerektiğini de duyunca açıkçası hicap duydum çünkü benim cümlelerim özne yüklem ana ve avrattan oluşur.” kısmı bana anlam katmamda yardımcı oldu saygılar..

  6. Yazı harika ve düzeysiz, yorumlar düzeyli ama içleri boş ve sloganik. Güzel olan futuristika.

  7. haha… Yorumlar olmasa yazılar eksik kalacak ama harbiden yazı da yorumlar da dinamik. Böyle yazılar ve böyle yorumlar bekliyoruz be futuristika.

  8. “Köyde davar gütmeyi beceremeyenler enstitülere doldurulup öğretmen edildi. Kıçını asma yaprağına silen çobanların cebi saatli maarif takvimi görmeden İlyada’yı, Odesa’yı gördü.”

    bu bahsettiklerin benim annem ve babam… gercekten aydin ve duzgun bir dunya icin calistilar, senin farkinda olmadigin bedeller ödediler ve sen simdi sikip attin herseyi! bu kadar etiketci yazi kendi egonun göstergesidir. Yuvarla, topla, kapakla ve tam “türk” gibi sik at gec.. aferin.

  9. Özkan Şahin’in daha önce Toplumsal çıldırma adlı yazısını okumuştum, mükemmeldi. Bu yazısını da zevkle okudum. Yazı biraz haddini bilmezce ve saldırganlığı hoş değil. Ama böylesi kokuşmuş bir dünyanın değersizliği de ancak bu şekilde en içten şekilde ifalendirilebilir. Bu yazı tipi ve bu edebi şiddet önümüzdeki dönmde asi gençliğin evrimini şekkilendirecek etmenlerden biri de olacak inancındayım. Düzeye dikkat etmek ve daha çok yazı görmek dileğiyle. Teşekkürler Futuristika.

  10. Öyle laf ola diye bakıveriyordum. Beğendim. Kalemine sağlık. Uslubünuz, biçiminiz güzel bir uyum içinde. Takdire şayan. Özü itibarıyla da son derece doğru çıkışlar. Fakat, insanlar çaresiz. hayatta kalmak için bu düzene girmek zorundasınız. Uyduruk saçma-salak şeylerle birbirlerini manipüle eden,  kadıran insanların var olabileceği bir yapı, mevcut ekonomik sistem. Üretmek yerine “global satış stratejileri” gibi saçma şeylerleri bir realite, boş laf yapmayı iş addeden bir yapı. Hayatta kalmak ekmek alabilmek, şanslıysa  Uğur Kaymaz gibi hayatı harcanmazsa bizim kuşağımızın sonu; bu saçma şeylerle moronlaşmak. Moron yerine konularak, yitilmek, yutulmak.

    Ah aksi mümkün mü? Üzgünüm, tükettiğin kadar adam, yediğin kadar insan, becerdiğin kadar erkeksin! Bunarın hepsi de şartlandırılmış kafalara, ieçerde kalmak için  yalvaran insnlara ihtiyaç duyar. Her türlü moronluğu yakıştırdıkları, azarladıkları halde, çemberin dışında kalmamak için yalvarabilirsen insansın.

    O vakit pasifize olmak mubah? Hayır tabi. Lakin, karyer delileri olmadan, üretmek, bir şeyler ortaya koymak adına insanlar çalışmalı. Kariyeri değil yaptığı işi önemsemeli. Bugün tezgahtara ” ürün danışmanı” pazarlmacıya “müşteri temsilcisi”, hizmetliye “idari işler personeli” deniyor. Adlarla, anlamlarla oynayarak hala içeride, tutmak,yalanla yürütülen bir düzenin göstrgesi. Yalnızca  biraz uyanık olmak, “kreatif düşünce direktör yardımcılığı”na inanmamak yeter diyorum.

  11. Futuristika’nın kalitesine yakışır bir yazı olduğunu söylemekten herhangi bir çekince duymayacağım. Öncelikle garip ve anlamsız bir kent ahlakıyla donanmış modern birey nerede böyle sistemli ve entelektüel saldırganlıklar görse, yazının muhtevasını ayrı bir saldırganlık mecrası yapıyor. Yazı gerek muhtevası, gerekse dili açısından gayet kaliteli -tabi ki adamına göre- Yazarın diğer yazılarını da inceledim, daha önce de hayranlıkla okuduğum yazıları olmuştu. Öncelikle gerek muhtevası gerekse yenilikleri ile üst düzey bir site olan Futuristika’nın bir okuyucusu olmaktan duyduğum gurur bu yazıyla pekişti. Pekişen bir şey de anlama, anlamlandırma ve etiğe saplanmışlık konusundaki zaafın her geçen gün gelişerek büyüyor olması. Daha fazla uzatmayacağım. Futuristika’dan entelektüel derinliğini ve sokağın dilini aynı sayfada buluşturan yazıların üzerine düşmesini bekliyoruz. Sizi seviyoruz.

  12. “Konuşmalarımızda küfür kullanmamamız gerektiğini de duyunca açıkçası hicap duydum çünkü benim cümlelerim özne yüklem ana ve avrattan oluşur.” özetleyen cümlelerden birisi de bu olmuş. “derginin düzeyinin” dışında, ama kendi düzeyiyle tutarlılık arz eden farklı bir yer işgal edecek farkında bir yazı olmuş. zaman zaman devrikleşen cümleler dışında okunmaktan esefle zevk alınacak bu yazı için tebrikler. herşeye rağmen yayınlayanlara teşekkürler.

  13. Tek kelime ile müthiş. Özellikle son vurgu, Özellikle bir bankacıysanız ve sürekli size bir şey katmayan ve lise düzeyndekionlarca seminere katılıyorsanız yazının ruhunu daha iyi kavrıyorsunuz.

  14. Hayrettin bey, eleştirilerinizde haklısınız. Normalinde bu tarz ayrımcı ifadeler editlenir, bizim de gözümüzden kaçtı. Dikkatli davranıp uyardığınız için teşekkür ederiz.

  15. sıkı bir futuristika takipçisi olarak bu yazınızdan sonra futuristika’nın kalitesinden şüphe etmeye başladım.zeki müren’e “ipne” , köy enstitülerine “Kıçını asma yaprağına silen çobanların” gittiği yer olarak göstermek bilgi yoksunluğunun göstergesinden başka bir şey değildir.futuristika’nın kalitesine yakışmayan bir yazı.olmamış

  16. İpnelik,ibnelik? Ben herhangi bir cinsel yönelim terimi duymadım literatürde ”ipnelik” yahut ”ibnelik” adı altında. Ele aldığın kişiyi eleştirmek,kişiye tek bir cümlede yafta giydirmek istiyorsan bunu nedenlerini belirterek yapman gerekir. Otoriteler değil,medya tüccarları tarafından ”sanat güneşi” ilan edildi diyorsan, referans vermek zorundasındır. Kaldı ki bunu yaparken Zeki Müren’in bugüne kadar yaptığı çalışmaların kritiğini de bir şekilde yapman gerekir. Eleştiri kültürü malesef bu kadar kolay değildir. Kolay olmadığı için de  güzel bir yazın tek bir cümle nedeniyle fazlaca seksist kokuyor. Ve herhangi bir dayanağı olmadığı, recep ivedik ile zeki müren’i tek bir cümlede kullandığın için de uygunsuz.

  17. İpneliği onun popülerliğinin temel etkeniyse ve bu popülerlik sanat otoriteleri değil de medya tüccarları tarafından bir güneşliğe dönüştürülmüşse yaklaşımın sesksistliğinden ziyadesi mi düşünülmeli…

  18. oysa ki bu yazının ardından cümleler iki kelimeden oluşmak zorunda,dehşetsin usta:)

  19. ”’Sanat güneşi ipne, kahramanı Recep İvedik olan bir toplum elbette ki biriyle görüşmeye giderken randevu alması gerektiğini UZMANlardan öğrenecekti” Sanat güneşi’nin ”ipne” oluşu, ve bu durumun toplumun olumsuz yönlerini yansıtan birer gösterge olarak sunulmaya çalışılması oldukça cinsiyetçi(seksist) bir tutum.

Comments are closed.

Önceki

Politika ve sinema üzerine…

Sonraki

Rock’n Coke 2009 ve temizlik üzerine