[su_heading size=”20″ margin=”90″] Biz sorduk, Orwell cevapladı, entelektüeller tepki gösterirken ya da muktedirden yana tavır alırken, neler düşünüyor, devletin yazar ve yazın üzerindeki baskı araçları nasıl işliyor?[/su_heading]
Futuristika!: Bazı yazar ve gazetecilerin Gezi Parkı direnişi sırasında otosansür uyguladıklarını gördük. Bu sizi şaşırttı mı?
George Orwell: Bunda şaşılacak pek de bir şey yoktu aslında. Çağımızda entelektüel özgürlük fikri iki yönden tehdit altında. Bir yanda teorideki düşmanları olan totalitarizmin savunucuları, diğer yanda daha birincil, pratik düşmanları olan tekeller ve bürokrasi var. Dürüstlüğünü korumak isteyen her yazar ya da gazeteci, kendisini fiili bir zulümden ziyade toplumun gene yöneliminden ötürü engellemiş buluyor. Çağımızdaki her şey, diğer tüm sanatçıları olduğu gibi yazarı da üztlerinin belirlediği konular üzerinde çalışan ve asla gerçeklerin tamamını kendi gözünden anlatmayan küçük memurlara dönüştürmek için birlik olmuş durumda. Ancak yazar kaderine karşı giriştiği bu mücadelede kendi cephesindekilerde bile yardım görmüyor; yani onu haklı olduğu konusunda yüreklendirecek büyük bir düşünsel eğilim yok.
Futuristika!: Fakat bu otosansürcü gazetecilerin, sesini çıkaran yazarlara ve gazetecilere de saldırdıklarını, sözlerini çarpıttıklarını gördük.
George Orwell: Çünkü mevcut düzene isyan edenlerin, en azından bunların çoğunluğunun ve en tipik olanlarının, aynı zamanda bireysel dürüstlük ilkesine de isyan etmesi çağımızın garabeti. “Yalnız kalmayı göze almak”, ideolojik anlamda bir suç olduğu gibi, uygulamada da tehlikelidir. Yazarın ve sanatçının bağımıszlığının belirsiz birtakım ekonomik güçler tarafından erozyona uğratılıyor olması yetmezmiş gibi bir de muhafızı olması gerekenler tarafından da altı oyuluyor. Entelektüel özgürlüğün düşmanları, kendi görüşlerini daima bireyciliğe karşı disiplin savunusu gibi sunmaya çalışır ve yalana karşı gerçek meselesini mümkün olduğunda arka planda tutarlar. Hakikati söylemenin “uygunsuz” olacağı ya da birilerinin “eline koz vereceği” argümanları yanıtlanamazmış gibi hissediliyor ve yalnızca çok az sayıda insan, gazetelerdeki yalanların görmezden gelinerek tarih kitaplarına konulmasından rahatsız oluyor.
Futuristika!: Yazarlar dışında, protestocuların yaşadıklarına sessiz kalan yönetici akademisyen sınıfını nasıl değerlendirmeliyiz?
George Orwell: Totaliter devletlerin hayata geçirdiği örgütlü yalan söyleme durumu, kimi zaman iddia edildiği gibi askeri aldatmacalarla aynı nitelikte geçici bir önlem değil, toplama kampları ile gizli polis teşkilatları zaruri olmayı sürdürmediğinde dahi var olmayı sürdürecek, totalitarizmi bütünleyici bir şey. Totaliter bir devlet, aslına bakılırsa, bir teokrasidir ve yönetici kademesi, konumunu korumak adına yanılmaz görünmek zorundadır. Ancak gerçekte kimse yanılmaz olamayacağından, şu ya da bu hatanın yapılmamış olduğunu veya şu ya da bu hayali zaferin gerçekten kazanıldığını göstermek adına geçmişteki olayları yeniden düzenlemek sık sık zorulu hale gelir. Totalitarizm, aslında aslında geçmişin sürekli değiştirilmesine ve uzun vadede muhtemelen nesnel gerçekliğin varlığına inançsızlığa ihtiyaç duyar. Totalitarizmin bu ülkedeki dostları mutlak doğruya ulaşılamayacağı için çoğunlukla büyük yalanların küçük yalanlardan daha kötü olmadığını iddia etme eğilimindedir. Totalitarizmin entelektüellere en büyük baskıyı uyguladığı yer, yazın ile politikanın kesiştiği noktadır. Günümüzde fen bilimleri aynı oranda tehdit edilmiyor. Bu durum, neden çoğu ülkede bilim insanları için kendi hükümetlerinin arkasında olmanın yazarlar için olduğundan daha kolay olduğunu kısmen açıklıyor.
Futuristika!: Basının, iktidarın düşünce özgürlüğüne saldırısına karşı nispeten sessiz kalmaları, hatta çoğu yönetici pozisyonundaki gazetecilerin açıkça siyasi iktidarı destekler söylemlerini nasıl değerlendirmeliyiz?
George Orwell: Düşünce ve basın özgürlüğüne çoğunlukla üzerinde durulmaya bile değmeyecek argümanlarla saldırılıyor. Öyle ki, ders verme ve münazara konusunda biraz tecrübeli biri bu numaraları zaten ezbere bilir. Burada ele aldığı kou, özgürlüğün bir yanılsama olduğu ya da totaliter ülkelerde demokrati ülkelerdekinden daha fazla olduğu gibi iddialar değil, daha makul ve dolayısıyla daha tehlikeli bir mesele olan ve özgürlüğün sakıncalı bir şey, entelektüel dürüstlüğünse topluma zarar veren bir bencillik olduğu iddiası. Çoğunlukla meselenin diğer yönleri ön plana çıkarılsa da, basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü tartışmasının temelinde aslında bu özgürlüklerin arzulanırlığı ile, ya da yalan söylemek veya söylememekle ilgili bir tartışma yatar. Buradaki esas nokta, güncel olayları topluma doğru (ya da en azından her gözlemcinin mustarip olduğu bilgi eksikliği, taraflılık ve kendini kandırma unsurları el verdiği ölçüde doğru) bir şekilde bildirme hakkıdır.
Entelekektüel özgürlüğün düşmanları, kendi görüşlerini daima bireyciliğe karşı disiplin savunusu gibi sunmaya çalışır ve yalana karşı gerçek meselesini mümkün olduğunca arka planda tutarlar.
Futuristika!: Devletin yalanlarının sözcüsü olanlar ya da şiddetine sessiz kalanlar, yazmayı nasıl sürdürecekler?
George Orwell: Tümüyle gayrisiyasi olan bir yazın yoktur, özellikle de doğrudan siyasi türden korkuların, nefretlerin ve sadakatlerin tüm insanların bilincinin yüzeyine yakın olduğu bir çağda. Tek bir tabunun bile aklı tamamen felç edici bir etkisi olabilir, çünkü serbestçe peşinden gidilen herhangi bir düşüncenin yasak düşünceye götürmesi tehlikesi her zaman vardır. Buradan çıkardığımız sonuç, totalitarizm ortamının düzyazı kaleme alan her türlü yazar için ölümcül olduğu, ancak belki bir şairin, en azından bir lirik şairin bu ortamda nefes alabileceğidir. Birkaç nesilden uzun bir süre hayatta kalmayı başaran bir totaliter toplumda, son dört yüzyıl boyunca var olan türden düzyazı muhtemelen ortadan kalkmak zorundadır.
Gerçek şu ki, kimi konular sözcüklerle övülemez ve tiranlık da bunlardan biri. Engizisyonu öven bir kitap yazmayı hiçkimse beceremedi. Üç yüz yıllık bir süre boyunca kaç kişi aynı zamanda hem iyi bir romancı, hem de iyi bir katolik olmayı başardı ki?
Futuristika!: Ancak gazetelere, sosyal medyaya bakınca, asi olmamak, terbiyeli yazar olmak çabasını görüyoruz. Okuyucular da bunu tercih ediyorlar sanki? Hayalgücünü kısıtlayabilirler mi?
George Orwell: Endüstriyelleşmiş ülkelerdeki büyük insan kitlelerinin hangi türden bir yazına ihtiyaç duyup duymadığı şüpheli. Ne olursa olsun, bu kitleler çeşitli eğlence türlerine harcadıkları parayı okumaya harcamaya gönülsüz. Belki de insan inisiyatifini minimuma indiren düşük kalitede duygusal bir kurmaca var olmayı sürdürecek. Makinelere kitap yazdırmak, büyük olasılıkla insan yaratıcılığının ötesinde bir eylem olmayacaktır. Ama bir çeşit makineleştirme sürecinin film ve radyoda, reklam ve propagandada ve gazeteciliğin düşük kaliteli sahalarında iş başında olduğu görülebilir.
Totalitarizm her yerde tamamıyla zafer kazanmış değil. Esas kötü olan özgürlüğün bilinçli düşmanlarının aynı zamanda özgürlüğün en fazla şey ifade etmes gerekenler olması. Halk yığınları bu konuda ne olduğuyla ilgilenmiyor. Şu anda tek bildiğimiz, kimi vahşi hayvanlar gibi, hayalgücünün de esaret altında üreyemeyeceği. Kitaplar büyük ölçüde bürokratlar tarafından planlanacak ve o kadar çok elden geçecekler ki, bittiklerinde Ford marka bir otomobilin montaj sürecinin sonunda olduğundan daha bireysel ürünler olmayacaklar. Bu şekilde üretilecek her şeyin çer çöp olacağını belirtmeye gerek yok. Zaten çer çöp olmayan tüm kitapların da devlet yapısını tehlikeye sokacakları için geçmişten arta kalan yazınlar gibi yasaklanması ya da en azından dikkatle yeniden yazılması gerekecektir.
Futuristika!: Evet bunu yapıyorlar. Devlet sözcülerinin her fırsatta Ece Ayhan’dan alıntı yapması örneğin. Utanmazlık ya da kocaman bir çıldırış hali gibi. Samimiyetsiz.
Totalitarizm, bir inanç çağından çok bir şizofreni çağı vaat eder. Toplum, yapısı belirgin bir biçimde yapay hale gelince; yani yönetici sınıfı işlevlerini kaybetmesine rağmen güç kullanarak ya da sahtekarlıkla iktidara tutunmakta başarılı olunca totaliterleşir. Böyle bir toplum ne kadar uzun olursa olsun asla ne hoşgörülü olabilir ne de entelektüel açıdan istikrarlı. Asla ne olayların gerçeğe uygun şekilde kaydedilmesine ne de yazınsal yaratımın ihtiyaç duyduğu duygusal samimiyete izin verir.
George Orwell, 1946’da basılan “Books v. Cigarettes” isimli kitabında (Türkçeye 2013 yılında “Kitaplar ve Sigaralar” diye Levent Konca çevirisiyle Sel Yayınları’ndan yayımlandı) totaliter rejimlere karşı yazının korunması ve yazarların, sanatçıların tavrı üzerine değerlendirmelerde bulunmuştu. Gördük ki, 1946’dan çıkagelen George Orwell’in hayaleti, Gezi Parkı direnişindeki entelijansiyanın tavrını açıklıyor, 2013 yılında bize bizi anlatıyor.
✪