Futuristika, Ovi Magazine’de denk geldiği Emine Köseoğlu’nun, fotoğraftan yola çıkıp “sonsuz kere kendi gerçekliğini oluşturabilme” çabasına eğildiği yazısını sunuyor. Ovi, Fince’de “kapı” demek. Yine, algının kapılarını aralama uğraşındayız…
Her şeye iki küçük iddia ile başlayalım:
Çevremizdeki nesneler biz olmadan da varlar aslında. Ama biz nesneleri hep kendimizle ilişkilendirerek düşünme yoluna gideriz. Biz özneyizdir hemen. Aktörler ve aktristlerizdir. Dünya ve nesneler de bize hizmet ederler. Biz onlara doğrudan “temas” etsek de etmesek de yaşadığımız ortamı şekillendiren ya da detaylandıran dekorun parçaları ya da tamamlayıcıları olarak vardırlar.
Ancak, çevremizdeki nesneler biz olmadan da vardırlar. Kendi gerçeklikleri ve varoluşları vardır. Kendimizi, insanlar olarak, özne olarak, cümlenin dışında tutmayı başarabildiğimiz noktada “nesnel gerçeklik” gerçeğini kabul etmek kolay hale gelebilir.
Peki, diyelim ki, nesnel gerçeklik diye bir şeyi kabul ettik. Biz, özne olarak nesnel gerçekliği bilebilir miyiz?
Uyaranlar
Çevremizde binlerce, milyonlarca nesne olduğunu; dolayısıyla her an milyonlarca uyaranla, şeyle karşı karşıya kaldığımızı söyleyebiliriz. Bununla birlikte, bırakın onları nesnel gerçekliklerine uygun olarak bilmeyi ya da betimlemeyi, çoğunu fark etmiyoruz bile. Ancak bir şeyle zorunlu ya da gerekçeli bir ilişki içine girmişsek onu fark ediyoruz, ama yine de bilinçli bir farkındalık oluşturmamışsak onun detaylarını, fiziksel özelliklerini kolay kolay görmüyoruz.
Süreklilik
Çevremizde sürekli akıp giden, olan bir şeyler var. İnsan aslında dünyayı bir süreklilik halinde kavrar ve yaşar; “an”lar/sahneler şeklinde yaşamaz. Her hareket bir olayı oluşturur. Her olay da bir sürecin içinde gerçekleşir ve biter.
İşte bu süreklilik ve devingenlik nedeniyle ve bizim dünyayla olan ilişkimizin değişkenliği nedeniyle nesneleri nesnel gerçekliklerine uygun olarak betimlememiz ve bilmemiz neredeyse imkânsız hale gelmektedir.
“An”lar ve Üretilmiş İmajlar
Bununla birlikte, kendi elimizle, bilinçli olarak oluşturduğumuz imajlar için süreklilik kavramından bahsedemeyiz. Üretilmiş imajlar, bir “an”ı çıkarıp/ayıklayıp önümüze koyarlar. Bu, gerçekte, yaşamın doğal akışı içinde, karşılaşmadığımız bir durumdur. Resim, fotoğraf gibi elimize alabildiğimiz bir ürün, somut ama bir taraftan da içine bir olmuş bitmişliği hapseden bir yansımayı, hatta bir yanılsamayı barındırmaktadır.
Diğer taraftan, sözünü ettiğimiz dondurulmuş, sabitlenmiş, sonlu hale getirilmiş “imajlar”, nesneleri bu sabit halleriyle deneyimlememize, hem de zaman kavramı olmaksızın uzun süreler boyunca onlarla aynı ilişkiyi sürdürmemize olanak tanıyabilirler. İzleriz, bakarız, inceleriz ve her seferinde başka bir ayrıntıyı zihnimize kaydederiz.
Ama imajlar de yanıltıcıdır, bir kere sürekli olanı bir yerinde kesivermek içinde gizli bir yapaylık ve indirgeme taşır (Ergüven, 2007). İkinci olarak da imajlar insan ürünüdür, öznenin nesneyle ilişkisinden doğmuş şeylerdir. Onlar yalnızca gerçeğe aracılık ederler.
Jean Genet: “Resimlerin Çifte İşlevi Olduğu Bilinir; Göstermek ve Gizlemek”
Bir fotoğraf ya da resim aslında, bir sonuç ürüne indirgenmiş bir süreçtir. Bir fotoğraf/resim hem bir anlıktır; çünkü bir anı betimler, hem de sonsuzdur. Sonsuza kadar yaşayacak bir üründür.
Gerçekçi fotoğraflar, keskin hatları, bütüncül kompozisyonları, vurucu renkleriyle bize gerçeği olduğu gibi sunma iddiasındadırlar. Yorumlara, izlenimlere, farklı içeriksel kurgulamalara sanatçısının amacı ve kendi oluşları bağlamında açık değildirler. Ancak daha önce tartıştığımız gibi, gerçeğin olduğu gibi aktarılması, özne ürünü olan imajlarda mümkün olamayacağından bu tür fotoğraflar da sanatçının bir yorumudur ve asla tam olarak gerçeği yansıttıkları söylenemez.
Bir fotoğrafı kimilerine göre anlaşılmaz kılan, kimilerine göre ise gerçekliklerin tekrar ve tekrar inşasına imkân tanır hale getiren bazı kavramlardan söz edilebilir: Bulanık (blurry), grenli (grainy), anlaşılması güç (obscure), belirsiz (ambiguous), odak dışı (out of focus), net olmayan (bokeh), karanlık (dark, nocturnal), kirli (muddy), saklı (hidden) gibi.
Örneğin, “bulanık” fotoğraflar nesnelerin ve kompozisyonun sınırlarını ortadan kaldırdığı için fotoğrafı olumsuz anlamda anlaşılmaz, olumlu anlamda ise yoruma ve izlenimlere açık hale getirmektedir.
Empresyonist izler taşıyan bazı fotoğraflarda da estetik olgusunun sanat kuramlarında ele alınışından farklı algılandığını görürüz. Estetik olmak, klasik öğretide bir gereklilik iken izlenimci için dünyanın kirli taraflarını betimlemek bir zenginlik halini alır.
Bazen de fotoğrafı çeken kompozisyonda bir şeyleri eksik bırakır, saklar ya da bakış açılarını ters yüz eder. Eksiklikleri tamamlamak izleyene kalır.
Sonuç Yerine
Üretilmiş imajlar (söz gelimi fotoğraflar), özne elinden çıktıkları için asla gerçeği yansıtamıyorlarsa, algısal gerçekliklere aracılık eden ürünler olabiliyorlarsa, neden üretilmiş imajları izlenimlere, çağrışımlara, yorumlamalara, anlamlandırmalara açık hale getirmeyelim?
Belki de bu yüzden bir imaj (fotoğraf ) gözlemlemek için değil, hissetmek için var olmalıdır. İzlek imaja bakmalı ve sonsuz kere kendi gerçekliklerini oluşturabilmelidir.
Çağrışımlara, izlenimlere, yorumlamalara, dolayısıyla gerçekliğin yeniden yeniden insan zihninde inşasına imkân tanıyacak olan belirsiz, muğlâk, sınırları gevşek, oransal/kurgusal bütünlüğü kesintiye uğramış imajlar belki de sırf bu nedenle daha fazla gerçek olacaktır.
Kaynaklar: Ergüven, M. (2007), Sırdaş Görüntüler, Agora Kitaplığı, İstanbul.
Bu yazı daha önce “Loose Borders: Between the Real and the Uncertain” başlığı altında Ovi Magazine’de yayımlanmıştır. Tam metin için; Ovi Magazine/Loose Borders: Between the Real and the Uncertain. ✪