Futuristika! [Recep Şener-Barış Yarsel]: Sizi edebiyatçı imgesiyle tanıştıran kimdi? İlk sarsıldığınız, etkilendiğiniz kitap neydi?
Necati Tosuner: Niçin öyledir tam bilemiyorum: Uzun zaman, yazar diye birinin varlığından benim sanki hiç haberim olmadı. Oysa, kitapla ve okuma hevesiyle pek erken yaşlarda karşılaştım. Evimizde bir kitaplık vardı ve heves bir yana, aylarca hiç kalkmadan sürekli yatmam gerektiği zamanlarda, okumak, vakit geçirmek için bir zorunluluk olurdu. Yazarların yazdıklarına “Yazan:…” diye imza attıklarının epeyce geç farkına vardım. İlk yüz yüze geldiğim edebiyatçı, Erdoğan Tokmakçıoğlu. Tam 50 yıl oluyor. Ankara’da, çalıştığı gazetede -Resimli Posta- benim öykülerimi yayımladı. İlk öykü “Onunkiler Maviydi” 1 Şubat 1963.
Sarsıldığım kitap çok olmuştur. Bunların ilki diye, adını bilmediğim bir kitabı söylemeliyim. Amerika’da, sıvı dinamit taşıyan bir kamyonla ilgili bir uzak yol serüveni anlatılıyordu.
F!: Yazmaya karar verdiğiniz o anı hatırlıyor musunuz?
NT: O anı hatırlamıyorum. Ama şöyle bir şey var: Okuduğum romanlardan biri, eşkıyalık falan… Ben de, sonunda dağlara çıkılacak olan bir romanın 100 defter sayfasını yazdım. Sonra, gitmedi. O yazarın adı, Fikret Arıt diye aklımda kalmıştı. Yıllar sonra, bu merakı Cengiz Tuncer’e anlatmıştım. Beni birgün E Yayınları’nda Fikret Arıt’la tanıştırdı, “Çocuğun başını sen yakmışsın!” diyerek. Ama, Fikret Arıt öyle bir kitap yazmamış.
F!: Sıklıkla, yazdıklarınızı yırtıp atıyorsunuz diye biliyoruz. “Yırtıp atmayı da yazmak kadar severim” demiştiniz. Yazınsal yaratıcılığınızın bir zaman durduğunu da söylemiştiniz. Edebiyatçı, yazdıklarından neden vazgeçer?
NT: Yazarken, yazdığınızın yolunda gittiğini, omzunuzdaki biri size söyler, sanki. Yazmakta olmak, yazarken –yazan kişiye- bir haz duygusunu inişleriyle, çıkışlarıyla yaşatır. Omzumdaki kişi, yazdığımın bir şeye benzemediğini söylerse onların üstünü hemen çizer, aynı şeyi bir başka biçimde söyleyerek yazmaya çalışırım. Olmazsa, yırtar atarım.
Temize çektiğim bölümleri de saklamam. Hele, “Yazma sürecinin kanıtları” falan diye, turşusunu hiç kurmam. Yazmış olmanın sevincini, ben böyle daha iyi duyarım.
Ama bunlarla söylemeye çalıştığım, temelde şudur: İnsan kendi yazdıklarına acımayacak! Özellikle de başlangıçta. Bu, kendine yapılacak en büyük iyiliktir. Ben yazdım oldu, olmayacak!
Öyle ‘pil bitti’ kaygısına, ilk kez Almanya’dayken kapılmıştım. Bence, az şey değildi: “Kambur”u yazmış bir yazardım o zamanlar. Sonra, ilk romanım “Sancı.. Sancı…”yı yazdım orada. Niçin böyle oldu?.. Çünkü, mutfak yeniydi ve yabancıydı. Kullanılan malzeme de çok değişikti. Demek ki, neyin ne olduğunu öğrenmek, epeyce uzun bir zaman gerektirmişti.
Daha sonraki duraklama dönemlerinde, ‘pil bitti’ diye bir korku yaşamadım. Dahası, şöyle düşünmem gerektiğine inandım: Bir zamanlar, bir şeyler yazmış olmaktan da sevinç duyabilir insan.
Edebiyatçı, yazdıklarından neden vazgeçer denilince, çok değişik durumlar söz konusu olabilir. Pek sık rastlanılanı ve en üzücü olanı, yazdıklarının modasının geçmiş olmasıdır.
Benim yazarlığımın başlarında önemli bir vazgeçme öyküsü vardır. Ama bu, o zamanki genç yazar için, bir başarıdır ve bugün bana övünç vermektedir. 1965 yılında ilk kitabım “Özgürlük Masalı”nı çıkarırken, daha önce yazdığım 30 kadar öyküyü, kitabıma almadım. Nerden buldumsa, bu seçiciliktir bugün “Özgürlük Masalı”nı var kılan.
F! “Sancı.. Sancı…”da duvarda “Umut.. hâlâ umut” yazıyordu. ‘Dünya Öykü Günü’nde sorduğunuz “Necati Tosuner ne zaman usta olacak?” sorusunu da katarak, sizin duvarınızda şu an büyük harflerle ne yazıyor?
NT: “Necati Tosuner ne zaman usta olacak?” sorusunu, o özel günde, öykü yazan ve öyküyle ilgilenen kişilerden oluşan bir topluluğa karşı sordum. Ve yanıtı, bir sessizlik oldu. Ama dışarıda karşılaştığımızda, “İyiydi, çok kısa söyledin.” dedi Oktay Akbal. Sonraları, M. Sadık Aslankara’nın o günden söz eden bir yazısı sayesinde, o toplantıda olmayanlar da bu soruyu öğrendi. Ama doğrusu Sadık, titizliğini esirgemedi ve o sorunun sorulabilmesi için kendimi harcamaktan çekinmediğimi de belirtti.
Ben değil ama “Sancı.. Sancı…”daki Osman 70 yaşına geliyor olsa, bugünkü Türkiye’de yaşıyor olsa, benim gibi düşünüyor olsa, sanıyorum duvarında şöyle yazardı: “YİNE DE UMUT!”
F!: John G. Fitzgerald, “İyi bir yazar, iyi bir yalancıdır” demişti. Siz ise “Kasırganın Gözü”nde “Ben, kendini oynayan yabancı” demiştiniz. O kitap bir yenilgi günlüğü gibi. Yenilginin o kendine has, vakur edasını dillendiriyor. “Kasırganın Gözü” sonrasında çocuk kitabı yazdınız. Ardından gelen kitabınız “Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı!” düşündüğünüzün tersine, yazmamanın sancıyı artırdığını muştuluyor sanki. Roman yazmaya tekrar nasıl başladınız?
NT: Güzel, muştulama! Çünkü, yazmaktan başka hiçbir şeyi olmayan bir adam…
Yazarlıkta, ‘erdemli’ diye adlandırılabilecek bir yalan vardır. Çünkü yazar bizim için yalan söylemektedir. Hele bir de yazınsal değerler taşıyarak, bunu yapmaya çalışıyorsa…
Varlığından hiç hoşnut olmadığım ve gelecek için kaygılar salan bir yönetim vardı “Kasırganın Gözü” yazılırken.
Yazarlık merdiveninde, o sahanlığa gelince, durup bir bakınmak istedim.
Geçmişte, “Keleş Osman”ları yazarken çok sevinç duymuştum. Bir engel yoktu ama niçinse ondan sonra da uzun yıllar, hiç çocuk romanı yazmadım. İşte, “Kasırganın Gözü”nden sonraki o dönemde yazıldı “Arda’nın Derdi Ne?” ve “Dur Bakalım Petek” adlı çocuk romanları.
Bu, gittikçe giden.. uzadıkça uzamayı alışkanlık edinen dönemde, yaşadıkça.. sustukça, kendini çok belli etmeden yazıldı “Susmak”.
Bu roman da demin sözünü ettiğim merdivende bir sahanlık. Peki, şimdi ne yapmalıyım?.. Düşüneceğim, hele, kitap biraz eskisin…
F!: Yazmak, sizin için, hayatla bir hesaplaşma biçimi denebilir mi?
NT: Özellikle, başlangıçta. Ve belki adı da böyle konulmadan. Yazarlığa, kutsallık yükleyen yazarlardan değilim. Sanıyorum, ben bu işi sevdim. Çok önem verdim ama ona tapınmadım. Epey şey harcadım onun için, o da bana sevinçler, üzünçler yaşattı. 50 yılda 20 kitap. Üstelik biri de derleme. Çok mu? Değil. Ama, az da değil!
F!: Kendi yaşamınızdan yola çıkarak engelli insanları, onların toplumsal yaşamdaki sıkıntılarını dile getirdiniz.
NT: Yıllar önce, kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak yazdığım öykülerin yansıttığı içtenlik ve anlatma çabası, o öykülerin bugün de okunabilmesini sağlıyor. Kendini ameliyat etmek gibi bir şeydi. Aynı zamanda, içinde yaşanılan toplumun da anlatılmış olması -bunun önemi ya da başarısı- çoğu zaman görülemedi.
F!: Özellikle, müzikle aranızın nasıl olduğunu öğrenmek istiyoruz. Örneğin, yazarken müziğe ihtiyaç duyar mısınız?
NT: Yazmaya başladığım yıllarda, evdekiler yatınca mutfağa çekilir, orada çalışırdım. Sabahleyin bizimkiler namaza kalkınca, ben de yatmaya giderdim. Oradan kalma, geceleyin ve sessizlikte çalışma gibi bir alışkanlığım var. Ama bir kahve uğultusunda sayfalarca yazdığım da oldu. Bir müzik seçme kaygısını hiç taşımadım. Ama sesi hüzzam birini tanırım ve çok da severim. “Bir Tutkunun Dile Getirilme Biçimi”nde bu renk, yoğun olarak ve sevgiyle örülerek yansıtılır.
F!: 50. yazın yılındaki edebiyatçıya sormadan edemedik. Sizin genç yazarlara tavsiyeleriniz neler?
NT: Bu söylediklerimde önemli bir şey bulacak olurlarsa, ondan yararlansınlar. Beni anmayı da unutmasınlar!
Necati Tosuner, yazarlığının 50. yılında Susmak – Nasıl da Yoruyor İnsanı- ile unutulmak için geriye itilmiş, hatırlanınca insanın yüreğini çatlatacak gibi çarptıran olayları ve duyguları aktarıyor. Yazar, Kasırganın Gözü’nde başlattığı, hayalindeki dinleyiciyle cevapsız, uzun, kendi kendine bir konuşmayı yeni romanında sürdürüyor. İlk öyküsü 1963 Şubat’ında yayımlanan yazarın ilk kitabı Özgürlük Masalı 1965’te çıktı. 1977 yılında ise ilk romanı Sancı.. Sancı… yayımlandı. Her yapıtında içtenliği ve harikulade dil ustalığı öne çıkan Necati Tosuner, defalarca pek çok ödüle layık görüldü. Sıkıntıyla inen bir akşamdan korktuğun gibi ürpertilerle içten içe titreşerek beklediğin bu güz sonu, üzünçlerden damıta damıta yoğunlaştırdığın geçmiş.. yaşanılmış -ve çoğu da yaşanılmadan geçmiş- o buruk sevinç -damıtılmış üzünçlerin var kıldığı sevinç- gücünü zorladığın sınırlardan artık hep geride kalmayı alışkanlık edinmeye başlamış olan o ağır aksak.. o yorgun yıkık.. o esrik tökez.. o tık yine, tık yine sürüklendiğin boğulma, acıtmayan, korkutmayan ve merak ettiren o boğulma, yanağında genişlemeyi sürdüren kabarık ve düz koyu lekenin kapsama alanı içinde çok gerilerde yitmiş olan ve bir gün görüleceği beklenilen dudak üstü tüylenmede dolaşan dil ucu… Necati Tosuner’in Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndaki kitapları burada.
✪