New York’lu ressam ve grafiker Edward Hopper‘ı, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı sonrası Amerikan gerçekçiliğini yansıttığı eserlerinden aslında hepimiz tanıyoruz. Aklında soru işareti olanlar Psycho, Postman Always Rings Twice, Deep Red, The Millon Dolar Hotel, Road To Perdition, Elementarteilchen, Der Amerikanische Freund, Alice in den Stadten, The End of Violence, Blade Runner, Hard Candy, Paris Texas gibi filmleri seyretmişler ise, zihinlerinde beliren kimi karelerin Hopper’ın resimlerinden esinlenilmiş olduğuna gözü kapalı inanabilirler. “Hopper neleri resmetti?” sorusunun cevabı ise şu birkaç anahtar kelime olabilir; şehir, yalnızlık, kadın, yabancılaşma, tren, yalınlık, otel lobisi, tedirginlik, restoran/bar (diner), huzursuzluk, oda, uzaklık, güneş, boşluk, deniz feneri, dinginlik ya da kısaca tek cümleyle; bir “ışığı sonsuz bir zaman zarfında seyretme” halini.
Dönemin sanat camiası ve sanatsever -ya da değil- kompozisyonlarına denk gelenlerle başlayan Hopper’ın eserlerinden etkilenme ve esinlenme süreci hala devam etmekte. Bunun nedenleri; deneysel sanatın patlama yaptığı bir dönemde idealizmden etkilenerek gerçekçiliğe sığınmış bir ressam olması, her tablosu ile her göze ayrı bir düş kurduruyor olması ya da en basit hali ile bakanın kendince anladığı, anlamdırabildiği eserler üretmiş olması olabilir.
Hopper’ın yalnız kadınları ve yılgın erkekleri, çerçevelerinin dışında bir yerlerde ararken cevapları, bir grup günümüz Hopper düşkünü Flickr’da bir grup kurmuş. “Edward Hopper An Ode To The Artist” adlı bu grubun üyeleri, havuza biriktirdikleri şehir fotoğraflarında, yine aynı sorunun cevabını arıyorlar besbelli.
Bir New York gecesinin geç saatlerinde, camdan bir kafese hapsolmuş (sığınmış?) bir garson, genç bir çift ve yalnız bir adam üçlemesiyle zihinlere kazınan bu Edward Hopper tablosu (Nighthawks) için Suzanne Vega söylüyor… Hemen altta da Bansky tarafından çalışılmış bir reprodüksiyonu.
✪