[su_dropcap style=”light”]V[/su_dropcap]arsa yoksa “frikik”… Sanal âlem kadın bedenini parçalara bölüp bölüp önünüze atıyor her Allah’ın günü ama doymuyorsunuz! Eliniz apış aranızda, (Yağmur Atsız gibi) berbâd, acınası imlânızla diksiyonu, artikülasyonu pürüzlü haber spikerlerinin “frikik”lerini arıyorsunuz fallik fallik! Gözünüzü Hugh Hefner, Bob Guccione doyuramadı, toprak doyurur belki!
Kafam karışık. Gündem kelle paça çorbasından farksız. Hava nemli, pis sıcak, yağmur desen yağmurluğu kalmamış, mevsim normalleri küresel ısınma turlarında telef oldu, beş köşeli ofislerde petrodolarların provaları çıkartıldı, ırak bir hata biçildi gelişmekte olan finansal piyasalara gani gani albüminli… Hedda Gabbler’i tek “b” ile yazanları ayıplayan yok… Arturo Ui de “yükselmiyor”, “tırmanıyor” nasılsa! Nüanslar tükendi, kalaslara yolculuk!
Kalas dedim de aklıma “klas” kelimesi takıldı. Çok klas, çok şık bir eserdir, Süleyman Çelebi’nin Mevlid olarak bilinen Vesiletü’n-Necât’ı edebî kriterler göz önüne alındığında. Nasıl ki gardırop Atatürkçülüğü modadır, gardırop Müslümanlığı da pek bir “in”dir memleket umumisinde. Süleyman Çelebi, “Giderli 16”nın icracısı kadar bilinmiyor. Gamlı Baykuş olmak Süleyman Turan’a değil, en çok bana yakışır. Cumhur, reisini ararken lapsuslar havada uçuşuyor algı biçimlendiricilerin Önder Somer hainliğiyle ve kıvrılıyor kaytan bıyıklar, rey hesabıyla ebced acemiliğinde. Ugh! Büyük “reis”tir Edip Cansever! “Siz ne yaparsınız bundan sonra, biz ne yaparız/Bir bütünün parçalarıyız, bir bütünün parçalarıyız” oysa!
Eli öpülesi bir şahıstır Süleyman Çelebi. Mekânı pür nur olsun. 732 beyitlik bir şaheser vücuda getirmek öyle her babayiğidin becerebileceği iş değildir “Laik” geçinen birtakım çevreler “ışıklar içinde yatsın” terkibini kullanarak beni küplere bindirmekten imtina etmezler. Allah, imtihan ediyor beni muhtemelen. Nur topu gibi doğar bebeler, “ışık topu” gibi değil! Ne demeye bu sabun köpüğü hassasiyet, ha, ne demeye? Kelimelere atfettiğiniz bu ideolojik sayıklamalarınız beni dinden imandan çıkartacak! Bir İman vardı sahiden, ne oldu ona? David Bowie’nin zevcesi İman Muhammed Abdülmecid… Peh!
Karışık kafam. “Confused Harmony” ne iyiydi. Mâzi tabii. Temiz. Okay ağabey… Testereyi titretip dile getiren her daim genç müzik adamı. Aka Gündüz Kutbay’ın mest edici nefesiyle de demlenen yürek o. Kafam karmakarışık. Kar+arma+karış+ışık+şık işte! Nasıl oldu da sanal pazardan ikişer üçer Kaşgar’ları toplayıverdim, nasıl oldu da nefis Kars kaşarının lezzetine benzer beyinsel tatlar yaşatan Kaşgar’ları kanayan kalbime tütün basar gibi bastım, bilmiyorum. Oluverdi işte! Oliver Twist olacağım bu gidişle! Bu gidiş de gidiş değil ya, neyse!
Cevdet Karal ile Ömer Erdem’in kaptanlığında edebiyat âlemine nurlar yağdırmış bir Kaşgar ekolünü nasıl olmuş da görememişim. Ömer Erdem ile Cevdet Karal isimleri kulağıma da, kalbime de âşinaydı oysa. Kabuğunu sıyırdım kalbimin, çıktı işte kabuki. Dergâh’ta, Türk Edebiyatı’nda şiirlerini görmüş olmalıydım. Kaşgar’ın kapak çalışmaları (moda deyişle) bir efsane! Günümüzde bu kadar özenilmiş dergi kapağı var mı? René Magritte esintisi taşıyan illüstrasyonlar çok şık. Dedim ya, kafam karışık!
İşte Ömer Erdem! Şiir kitabı çıkmış Everest Yayınları’ndan: Kör. “Göstererek gizleyenlerin” oyununa mı düşmüştüm yoksa? Kaşgar’ın ismini duyup da satın alamamak… İzahı zor. Yıkıl içimden Adnan! Gözüm gözüne değmesin, yoksa çok fena olacak! Çabuk yak kendini, çabucak yak! İşte Ömer Erdem’den beni yakan bir tespit, sen de bak: “Göstererek gizliyorlar artık her şeyi. Demokrasi var ama özgürlük yok. Kapitalizm çağı; yani para çağı var fakat yoksulluk her geçen zaman artıyor. Hukuk fikri her fırsatta dillendiriliyor ancak hak ve adalet yok. Eğitim anlamsızlaşıyor. Kültürlü ve eğitimli insanın bir karşılığı yok.” Yok. Kültür. Yok. Eğitim. Yok. İnsan. Yok. Yok’lar Var oluyor. Andy Warhol’un ruhunu bal eyliyor popüler kültürün tanrıları; bala buluyorlar faşizmi, bala buluyorlar totaliter mitleri…
[su_quote cite=”A.A.”]Bohumil Hrabal. Prag Hastanesi’nde kuşları beslemeye çalışırken beşinci kattan düşüp ölmüştü[/su_quote]
Bohumil Hrabal. Prag Hastanesi’nde kuşları beslemeye çalışırken beşinci kattan düşüp ölmüştü 3 Şubat 1997′de. Yo, kimse ittirmedi sırtından. Prag. Gürkal Aylan, yalnızlığın prangasını takmıştır yüreğime öte âleme giderek. Reklamcıdır. Çevirmendir. İnsan gibi insandır. “Beyefendi” kelimesinin tastamam karşılığıdır. 20 Ocak 2009’da Prag’a uğurladık bu mütevazı ruhu da. Görüşeceğiz mutlaka. Görüşeceğiz Gürkal Bey, Prag’da.
Ne diyordum? Değişen zamana, modern hayatın sunduğu, dayattığı lolipop şekerlerine alışamayan bir işçinin felsefe, bira, ölüm üzerine serüvenini okumak isterseniz Gürültülü Yalnızlık iyi gelir. Ruha ve beyne sağlam gelir. Hrabal’ın asıl zirvesi ise Sıkı Kontrol Edilen Trenler adıyla dilimize Zeyyat Selimoğlu’nun kazandırdığı Ostre Sledovane Vlaky adlı romanı. Aslan Asker Şvayk kadar iyidir. Jiri Menzel, 1967’de “En İyi Yabancı Film” Oscar’ını alır Sıkı Kontrol Edilen Trenler filmiyle. Savaşla güzel güzel dalgasını geçer Hrabal. Söylemek bile fazla: Baldır bal!
Şüphe yok ki, “popozella”lar ile “memezilla”lar arasında kafanız tatlı tatlı karışacak. Tıpkı benimki gibi… ✪