Warden’ın üç boyutlusu daha korkunç

Aynı kuşaktan insanlar masaya oturduğunda konu ister istemez seksenlere gelir, ki acayiptir seksenli yıllar. Eğlenceli kısımlarını bir tarafa bırakırsak o yıllar vahşet filmleri de öne çıkar.

Aynı kuşaktan insanlar masaya oturduğunda konu ister istemez seksenlere gelir, ki acayiptir seksenli yıllar. Eğlenceli kısımlarını bir tarafa bırakırsak o yıllar vahşet filmleri de öne çıkar. Kırmızı boyalar hunharca oyuncuların üzerine sürülür, genelde yüzü maskeli katiller ergen gençleri kesip biçer, bu da yetmezmiş gibi kötü efektler, kötü oyunculuklarla birlikte ortaya bol kanlı bir sürü film çıkmış ve bunların birkaç tanesi de kült mertebesine ermiştir. Cadılar Bayramı/Halloween böyle bir ortamda şöhreti yakalamıştır mesela, 13. Cuma Friday the 13th da farklı değildi. O dönem için yarattıkları dehşetle ünlenen bu filmleri yeniden izlemek sadece nostaljik bir yolculuk oluyordu ne zamandır, katiller korkutmuyor, kanların boya olduğu belli oluyor, yapay çılgınlıklar insanı vahşet filmlerinden neredeyse soğuma noktasına getiriyordu. Ama nedense o dönem yaratılan Jason, Freddy, Michael Myers gibi efsaneleşen katiller şimdinin sinemasında pek çıkmıyor ve bu çağ vahşete seksenlerden daha fazla yatırım yaparken kahraman yaratamıyor, yaratamadığı için de yeni versiyonlarla eski katilleri beyazperdeye taşıyor. Sevgililer günü münasebetiyle vizyona giren Patrick Lussier’ın çektiği Sevgililer Günü Katliamı/My Bloody Valentine 3D de eski kahramanı yeniden geriye getirmek için yapılan bir film ama, biraz farklı. Öncelikle film, her hangi bir sinemada izlediğinde 1981 yılında George Mihalka’nın çektiğinin yeniden çevrimi olarak görülebilir. Böyle bir izlemenin ardından hayal kırıklığı yaşamak olası, çünkü filmin eskisi kadar korkunç olmadığı açık. Ama herhangi bir üç boyutlu sinemada filmi izlerseniz durum değişiyor ve izleyici kendini bir vahşetin içinde buluyor. Patrick Lussier’ın filmin tüm karelerini üç boyutlu görüntüde yakalayacağı gerilime göre ayarlamış. Film başladığı andan itibaren zaten kan ve vahşetle seyirciyi gerip peşi sıra üzerine kazma, çene, kan, kurşun gibi nesneler sıçratarak rahatsızlık dozunu daha da yükseklere taşıyor.

Günümüzden 11 yıl öncesinden başlıyor hikaye, madenci Harry Warden dört arkadaşıyla birlikte göçük altında kalıyor ve kalan son oksijenin kimseye yetmeyeceğini bildiği için kazmayla yanındaki arkadaşlarını öldürüyor. Harry Warden bu olayın ardından bir yıl komada kalıyor. Sevgililer Günü’nde uyanıp ilk önce hastanede yatanları, ardından karşısına çıkarları, nihayetinde de geceleri madene girip cesaret gösterisinde bulunun ergen çocukları kazmayla vurmak suretiyle hakkın rahmetine kavuşturuyor. Toplamda 22 kişiyi tek bir gecede öldüren katil, bu sayıyı 23’e çıkaracakken polisler tarafından öldürülüyor. Bu yaşananlardan sonra herkes gaz maskesi takıp kazmayla önüne geleni öldüren bu yaratığın bir gün geri gelebileceği tedirginliğini yaşıyor. Ama tam ölecekken, hatta katil kafasına kazmayı çakacakken kurtulan Tom Hanniger’ın bunu hissi hepsinden daha çok duyuyor. Kasabadan kaçan Tom on yıl sonra geri dönüyor ve onun gelmesiyle birlikte Harry Warden geri dönüp en sevdiği işi yapmaya maalesef devam ediyor, işte meslek aşkıyla yanıp tutuşan bu işgüzar arkadaş ortalığı kan gölüne çevirip parçalanmış organ ve kalplerle süslüyor.

Konu biraz hassas ve biraz da iyi işlenmemiş, hikâye üç boyutlu çekilince vahşetin dozu çok yukarılara çıkmış ama ben yine insanların sevgililer günü için daha iyi tercihleri olmasını umut ediyorum. Malûm, o ilişkinin istikbali için böyle bir günde böyle bir film tercih etmek pek iyi bir seçenek değil… ✪