Bruce Haack, 1931 yılında, Kanada’da bir madenci kampında doğdu. Düzgün bir yolun bile ulaşmadığı madene haftada bir gün bir tren uğruyor, toplanan malzemeyi alıp gidiyordu. Tamamen yalıtılmış bir ortamda büyüyen Haack, maden yakınlarındaki tepelerde, doğanın içinde, madenin dehlizlerinde büyüdü. Önce ailesinin piyanosunda dört yaşındayken melodiler çıkarmaya başlayan Haack, madenden çıkıp da psikoloji okumaya Alberta Üniversite’sine girdiğinde, radyo programları yapıp gruplarda piyano, bas ya da davul çalan, yetenekli bir müzisyen olmuştu. Aslında bir müzisyenden öte, matematikçi gibiydi. Bir melodi duyduğunda, hemen aynısını çalabiliyordu. Tüm dünyadan, özellikle de doğudan müziklerin oluşturduğu geniş bir arşivi ve müzik aşkı vardı.
Haack’ın, müzik tarihinin en tuhaf karakterlerinden biri olarak ortaya çıkmasının temelinde Kızılderililer olabilir. Haack’ı, toplanıp peyote etkisiyle dans ettikleri ritüellerine çağıran Kızılderililer, bu ilginç deneyimleriyle, müzisyenin ileride oluşturacağı elektronik ses örgülerinin temelinde derin bir etki bıraktı. Geleneksel müzik eğitimi almak için başvurduğu okullardan reddedildi yanıtını alsa da, 1960’lı yılların başlangıcına kadar, çeşitli tiyatro performanslarına, reklam müziklerine, TV programlarına ve pop müzik gruplarına yaptığı bestelerle, yeteneğini kanıtlayıp ismini duyurdu.
Dans hocası Esther Nelson’la tanışmasının ardından, Haack’in müzikal anlayışı tamamen deneysel ve uç noktaya taşındı. Nelson’un da tıpkı Haack gibi yalıtılmış bir çocukluktan gelmesi, ikili arasında bir duygu birliği yaratmıştı. Birlikte, çocuklar için müzik yapmak amacıyla Dimension 5 isimli plak şirketini kurdular. Haack aynı dönemde kendi synthesizer ve vocoder’larını yapmaya başladı. Ev yapımı müzik aletleriyle çocuklar için saykodelik ve futurist şarkılar üretmeye başlayan ikilinin arka arkaya çıkardığı albümlerde, çocuklar için müzik eşliğinde yönergeler yer alıyordu. “Sesi duyup hayal kurun”, “şimdi dans etmeye başlayın” ya da “Tekrar tekrar dinleyin” gibi başlıklarda, belirli bir müzik türüne dahil edilemeyen elektronik sesler eşliğinde robotlar, hayal gücü, erken dönem elektronik şarkılar ve bilinç akışı kaydedilen gerçeküstü seslerden serbest fikirler çıkmıştı.
Çocuklar için yaptığı bu çalışmalar dışında, yakın bir arkadaşının etkisiyle dönemin baskın asit ve saykodelik rock müziğine yakınlaşan Haack, yine evde yaptığı ve basitçe “M” diye adlandırdığı elektronik müzik enstrümanını ya da yine ev yapımı vokoder’ını yoğun kullandığı rock albümü “Electric Lucifer”ı 1970 yılında çıkardı. 1970’ler ve 80’lerin sonuna kadar çocuklar için müzik üretmeye devam eden hatta bir albümünde bir adım daha atıp 13 yaşında bir çocuğa vokalleri yaptıran Haack, ilk dönem hip-hop albümü denebilecek Party Machine sonrasında, 1988 yılında kalp krizi geçirip hayatını kaybetti.
Bruce Haack, 2000’li yılların ortasına kadar unutulmuş bir besteci olarak kaldı. Electric Lucifer dışında, kurumsal bir plak şirketiyle albüm yayımlamamış olmasının etkisi dışında, unutulmasına önemli bir sebep de, müziklerini çocuklara yönelik yapmış olması ve bu açıdan tüketici dinleyicilerin hiçbir zaman dikkatini çekmemiş olmasıydı. 2004 yılında “Teknonun Kralı” isimli bir belgeselle yeniden hatırlanan ve aralarında Beck, Stereolab, Eels, Mouse on Mars gibi oldukça nitelikli isimlerin saygı gösterdiği besteci, bugün kimilerine göre sadece kitch bir bilim kurgu yazarı kadar önemliyken, kimilerine göre, Daft Punk’dan Kraftwerk’e kadar geniş bir kitleyi etkilemiş ve popüler elektronik müzik anlayışının temellerini daha 60’lı yıllarda atmış, değeri bilinmemiş bir dahi olarak kabul görüyor.
Bestecinin yeniden hatırlanmasına vesile olan çalışma, yakın dönemde yayımlanan çift albümlük Farad: The Electric Voice isimli toplama albümü oldu. Aralarında Nelson’la yaptığı şarkılar, Electric Lucifer’dan alınan “National Anthem to the Moon” ya da yoğun vocoder kullanılan ve bir robotun söylediği zamansız bir aşk şarkısını andıran The King’in bulunduğu albüm, elektronik müzikte erken dönemde yaratıcı ve uçlarda çalışmalar yapmış bu besteci için hedefini tutturmuş bir saygı duruşu.