Yaklaşık 16 yıl önce çizgi roman dünyasının devi Superman çizgi romanlar fazla satmıyor diye Doomsday’de öldürüldüğünde hayranları ayağa kalkmış, yer yerinden oynamış hatta bazı fanatikler süperadam için mezar taşı bile yaptırmıştı. Superman hikâyesinin bitirilişi radikal bir karardı, zira süper kahramanlar ne olursa olsun ölmezdi, ölmemeliydi.
Ne var ki değişen zaman içinde onlar da işlevlerini tamamlayarak yavaş yavaş bu dünyadan ayrılmaya başladı. Geçen yıl Kaptan Amerika bir keskin nişancının kurşunuyla çizgi roman dünyasına veda etti, şimdi de sıra Batman’de.
Gotham şehrinin şövalyesi, Bruce Wayne’in geceleri dönüştüğü yarasa adam artık aramızda değil. Onun koruduğu Gotham da bundan böyle Kara Şövalye’si olmadan diğer kahramanlarıyla ayakta kalmaya çalışacak. Dünyanın varolmayan ama en bilinen şehirlerinden biri olan Gotham’ın kendi tarihçesine sahip olması ise gayet ilginç.
Kendi yaşadığı şehrin tarihini araştırmayan, bilmeyen milyonlarca insan varken bir çizi roman kentinin tarihçesinin olması kimilerine ilginç gelmeyebilir. Ancak yaptığı işe inanıp en ufak ayrıntıları düşünmenin başarının anahtarı olduğunu bilenler için bu şehrin tarihine bir göz atmakta yarar var. Ayrıca bize çocukken süper güçler olmadan da kahraman olunabileceğini gösteren adama saygı için onun şehrinin hikayesini anlatmak istiyorum.
Sevgilisinden ayrılmışların, terk edilmişlerin, unutulmuşların, kaybedenlerin, aslında yalnız olduğunu bilen kalabalığın içindeki insanların ruhunu anlatan şehirdir Gotham. İnsanlar yalnızlıklarını paylaşacak, kendi varoluşsal acılarını anlayacak o şehre gitmek, orada bulunmak isterler…
Batman’in ilk ikametgâhının New York olduğu biliniyor, ancak daha sonra yazar Bill Finger şövalyenin başka kimseyle bağdaştırılamayacak bir şehirde yaşaması gerektiğine karar vererek bu yeni kente uygun isim arayışına girer, olduk olmadık her yeri şehrin ismi için kurcalarken telefon rehberinde Gotham Mücevherat ismini görür ve efsanevi şehrin adı da böylelikle belli olur: Gotham.
Zaman içinde Gotham’ın tarihçesi yazılırken New York’unkine benzerlikler gösterir. Norveçli tüccarların bulduğu ve ilk binaları inşa ettiği Gotham’ı daha sonra İngilizler ele geçirir. New York’tan tek farkı kurucularının Hollandalı olmasıdır.
Kendine özgü bir tarihçesi olan Gotham, Ra’sal Ghul’un şehre “Clench” adlı virüsü yayıp daha sonra Batman’in yardımıyla bu virüsten temizlenmesiyle farklı bir boyut kazandı. Şehrin 7.6 şiddetinde bir deprem yaşayarak bir dönem ABD’den ayrılması da yaratıcılarına büyük özgürlük sağladı. Devletin şehri artık bir parçası saymaması kanun kaçakları için bulunmas fırsattı. Ne var ki o şehrin koruyucuları; Batman, eski Robin şimdilerde şehrin diğer kahramanı Nightwing olan Dick Grayson, Bean Batman’in belini kırdığında Bruce Wayne’in kimliği açığa çıkmasın diye onun yerine bir dönem Batman’lik görevini üstlenen Jean-Paul Valley halk için görevdeydiler. Şehir semalarında en son görülen Batwoman’ın dışında Batman’in diğer süper kahraman arkadaşları da zaman zaman Gotham’a uğrardı.
İşin bir başka ilginç yanı ise Gotham’ın ilk olarak Batman’de değil de Jack Kirby’nin Bay Scarlet adlı 13 Aralık 1940 tarihli hikâyesinde ortaya çıkmasıdır. Akan zaman içinde Gotham şehri de değişim geçirdi. Batman’in ilk dizi filminde, daha Batmobil, Joker, Penguen gibi hikâyenin en önemli karakterleri ve araçları ortaya çıkmamışken Gotham klasik bir Amerikan şehriydi. Suçluları yakalayan Batman ve Robin alınlarına bir yarasa mührü basıp kulübelerden polisi arar, sonrasında da arabalarıyla mağaralarına dönerlerdi. Batman dizileri yenilendikçe Gotham şehrinde mimari değişimler de göze çarpar oldu. Fakat hiçbiri Tim Burton’ın Gotham’ı kadar gotik değildi. Usta yönetmen kendi hayal dünyasının Gotham’ını aktarmıştı filme. Soğuk, mesafeli ve karanlık Gotham tıpkı kahramanı Batman’in iç dünyası gibiydi.
Uzun binaların ve köprülerin olduğu, sokaklarında süper kötülerin gezdiği, yolsuzluğun ve mafyanın cirit attığı şehir ne kadar temizlenirse temizlensin bir türlü renklenmiyordu. Gotham’ın bu karanlık atmosferi sadece Batman’den kaynaklanmıyordu tabii ki. Batman dışında, onunla pek bağlantısı olmayan karakterler de yaşadı Gotham’da, ancak şehri o zamanlar da kendine has bir gizem perdesiyle çevriliydi.
Kahramanı kim olursa olsun Gotham kendi varlığını hissettiriyor, adeta rol çalıyordu. Belki de şehrin kahramanından ayrı ama ona benzeyen bir karakterinin olması Batman’in daha da sevilmesini sağlıyordu.
Bruce Wayne artık yok, onun bize bıraktığı, korumak için canını verdiği Gotham şehriyse sadece hayallerde bizimle. Belki bir gün biz de onun gibi yalnızlığımızı anlayıp bize acımadan, vakur bir tavırla omzumuzu sıkacak bir yerde yaşar ve kendi kendimizin Batman’i oluruz kimbilir… ✪