Yakında seksen iki yaşında olacaksın. Boyun altı santim kısaldı, olsa olsa kırk beş kilosun ve hâlâ güzel, çekici, arzu uyandırıcısın. Elli sekiz yıldır birlikte yaşıyoruz ve ben seni her zamankinden çok seviyorum.
O sıralarda mı, önce mi, yoksa sonra mıydı? Her hâlükarda yaz mevsimindeydik, binanın avlusunda kırlangıçların havada yaptıkları akrobasiyi hayranlıkla seyrediyorduk ve sen şöyle demiştin: “Bunca az sorumluluk için ne büyük özgürlük!” Öğle yemeğinde bana, “Üç gündür benimle tek kelime konuşmadığının farkında mısın?” dedin. Merak ediyorum, tek başına yaşıyor olsaydın, kendini benimle olduğundan daha mı az yalnız hissederdin acaba?
La Vieillissement’in sonunda şu öz-teşvik yer alıyor: “İnsan sona gelmiş olduğunu kabul etmeli: başka hiçbir yerde değil burada olduğunu, başka bir şeyi değil bunu yaptığını, onu da asla ya da daima değil şimdi yapmakta olduğunu (…) sadece bu yaşama sahip olduğunu kabul etmeli.”
Kendimle işbirliğinden -kendime dalkavukluk yapmaktan- kaçınmak için, yazarken üçüncü şahıs kullanmaya karar vermiştim. Üçüncü şahıs beni kendimden belli bir mesafede tutuyor, kendi var olma ve hareket etme biçimimin neredeyse klinik bir portresini tarafsız, şifreli bir dilde oluşturmama izin veriyordu.
Kitap haline gelen hiçbir metnimi asla tekrar okumadım. “Kitabım” ifadesinden nefret ederim (…) Kitap artık “benim düşüncem” değildir; çünkü başkalarına ait bir dünyanın nesnesi haline gelmiş ve benden çıkmıştır.
Şunun farkındayım ki; “her şey söylenmiş olduğunda, her şey hâlâ söylenmek için kalır, her şey hâlâ söylenmek için kalacaktır daima” -başka bir deyişle, söylenmemiş olanı önemli kılan sözdür-, bu yüzden, yazmış olduğum şey, daha sonra yazabilecek olduklarımdan çok daha az ilgilendiriyordu beni.
Senden aşkla sevdiğim tek kadın ve birlikteliğimizden ise ikimizin de hayatındaki en önemli karar olarak söz etmek istiyorum. Ama hiç kuşku yok ki; bu hikâye beni çekmiyor (…) İlk defa tutkulu bir biçimde âşık olmak, karşılığında da sevilmek, bu, açıkça fazla bayağı, fazla basit, fazla sıradandı: Evrensele dahil olmamı sağlayacak nitelikte bir konu değildi. Engellenmiş, imkansız bir aşk ise tersine, soylu edebiyatın yaratıcısıdır. Ben başarının ve kabul görmenin güzelliğinde değil, başarısızlığın ve yıkılışın güzelliğinde rahat ediyorum.
(Yazdığı kitaplardaki karakterlerden birini anlatıyor) Şurası doğru ki; hayatında özel olarak birine yer yoktu (…) çünkü kendisi özel bir insan değildi ve ona özel bir insanmış gibi bağlanılması onun için önemli olmazdı.
Arabamızın olması, bireysel taşımacılığı, insanlara ortak yazgıdan kurtulma fırsatı sunduğunu iddia ederek onları birbirlerine karşı kışkırtan iğrenç bir siyasi seçim olarak görmekten alıkoymadı bizi.
Sen bana tüm hayatını ve olduğu gibi kendini verdin; kalan zamanımız boyunca, ben de sana kendimi tümüyle verebilmek isterdim.
Seksen iki yaşına yeni girdin. Hâlâ güzel, çekici, arzu uyandırıcısın. Elli sekiz yıldır birlikte yaşıyoruz ve ben seni her zamankinden çok seviyorum. Son zamanlarda sana bir kez daha âşık oldum ve sadece benimkine değen bedeninin sıcaklığıyla dolan, kahredici bir boşluk taşıyorum göğsümün ortasında yeniden. Geceleri bazen, boş bir yolda ve ıssız bir manzarada bir cenaze arabasının ardından yürüyen bir adamın karaltısını görüyorum. O adam benim. Cenaze arabasının taşıdığı ise sen. Senin yakılma törenine katılmak istemiyorum; elime, içinde küllerinin bulunduğu bir kavanoz vermelerini istemiyorum. “Die Welt ist leer, ich will nicht leben mehr”i (Dünya boş, ben daha fazla yaşamayacağım) Kathleen Ferrier’in sesini duyuyor ve uyanıyorum. Nefesine kulak veriyor, hafifçe seni okşuyorum. İkimizin de dileği, diğerinin ölümünden sonra yaşamak zorunda kalmamaktı. Birbirimize sık sık söylediğimiz gibi; olmaz ya, eğer ikinci bir hayatımız olsaydı, o hayatı da birlikte geçirmek isterdik. / 21 Mart-6 Haziran 2006
André ve Dorine Gorz, 22 Eylül 2007 tarihinde, Fransa’nın Vosnon bölgesindeki evlerinde birlikte intihar ederek yaşamlarına son verdi.
Çeviri: Onur Erdem @medreruno ✪