Cynan Jones’un çok iyi bildiği bir şey varsa o da ördeklerin büyük sıkıntı olduğu. Ördekler baş belasıdır. Çiftlikte,köyde yaşayan herkes bunu bilir. Ördekler, özellikle kakalarıyla bir çiftliğe zarar verebilirler. Cynan Jones bunu biliyor. Jones, Uzun Kuraklık adlı romanında ördekler, cinsel hayatları ve dışkıları hakkında çok iyi yazıyor. Ötesinde; karanlık, acımasız ve yıkıcı bu romanda ilk bakışta gereksiz gözüken anlamsızlık anlarını metnin bütününe bağlamayı beceriyor. Uzun Kuraklık, Jones’un ilk kitabı, ilk kez 2006 yılında İngiltere’de yayımlandı ve Türkiye’de 2015’de bir başka iyi kısa romanı Kazı ile birlikte YKY tarafından yayımlandı. Jones, yıllar içinde başka kitaplar yayımladı, BBC Hikaye ödülünü aldı. Son kitabı Stillicide BBC’de okunmak üzere sesli roman olarak tasarlandı, matbu versiyonu daha sonra yayımlandı.
Cormac McCarthy ve Ernest Hemingway’den akan damarı takip ediyor denebilir, ki kendisiyle görüştüğümüzde o zamana dek McCarthy okumadığını söylemişti. Aldatıcı derecede basit sözdizimi ile kısa, net cümleler kullanarak saklı gerilimi ve hüznü aktaradan, açık gözüken ama örtük bir tarzı var. Bu kısa roman Galler’deki sorunlar yaşayan bir çiftlikte geçer. Jones, kitabı bir tür hikaye anlatıcısı gibi davranan ve bize yavaş yavaş daha büyük bir resim çizen kısa, neredeyse episodik bölümler kullanarak yapılandırır. Metnin odağı Gareth, çiftliği babasından miras almıştır ve karısı Kate ve iki çocukları Dylan ve Emmy ile birlikte orada yaşıyordur. Kitabın başında birkaç konu ortaya çıkar: kırsalda sert bir kuraklık yaşanmaktadır ve Gareth’in çiftliğindeki hamile bir inek kaybolmuştur. Bu iki talihsizlik, bu aileyi çevreleyen çeşitli fiziksel, finansal, cinsel ve psikolojik yoksunlukları ortaya çıkaracak bir dizi olayı tetikler. Gareth’in dünyası düşükler, cinsel soğukluk, sadakatsizlik, depresyon, para sorunları ve yaklaşan bir aile trajedisiyle boğuşan bir dünyadır.
Romanın ana gerilimi Gareth ve karısı Kate arasında. Birbirlerini seviyorlar ama çiftlik meseleleri ve kendi hayatları, vazgeçtikleri söz konusu olduğunda genellikle karşı taraflarda olduklarını öğrenirler, öğreniriz. Dylan ve Emmy çocukları, onları ayıran en önemli şey, Dylan ve Emmy’yi doğurmak için kat etmek zorunda kaldıkları zorlu yol, düşükler ve arada yaşananlar.
Uzun Kuraklık’taki büyük ve aynı zamanda karanlık ironi, ne kuraklık yüzünden hasadı kaçırılan mevsim, ne de Gareth’in yavrulamak üzere olan kayıp ineği, bu çiftliğin, bu ailenin başına gelmek üzere olan en kötü trajediler değil aslında. Romanın tam ortasında önce geçmişten gelen ve onları fark etmeden ayıran, sonra kitabın sona ermesinden sonra yaşanacak olan ve bunu henüz onların bilmediği – ama okurun öğrendiği- trajedi. Jones başarıyla o yaşanacak trajedinin aslında çiftlik yaşamından, tüm zorluklarıyla doğayla başa çıkmaya aslında bağımlı bir varoluş biçiminden gelen başka bir zorluk olarak görüyor. Daha fazlası değil. Bu yaşanacak olanı daha da yıkıcı hale getiriyor.
Fakat uzun kuraklığın sonunda yine de yaklaşan bir umut ışığı var – yağmurun gelişi biraz öngörülebilir bir şekilde koklanabiliyor artık. Okura ve Gareth’in ailesine bırakılan tek şey: gökyüzü açılacak ve üzerimize yüklenen her zorluğa karşı bir nefes imkanı verecek, ama aynı zamanda yağmurun gerisinde, gökgürültüsünde ve henüz uzaktaki fırtınada bizi bekleyen daha fazla karanlıktan gizleyen bir ışık.
[Kitaptan]
Kıvırcık
Kuru toprağa bakarken artık haftalardır üstünde iz kalmayacak kadar kuru olduğunu biliyor, toynaklar, ayaklar, lastikler için. En iyi ihtimalle taze inek dışkısı ya da ineğin koca cüssesiyle zorlayarak geçtiği bir çalı çitin ezilmiş kısmını bulabilme şansı var. Böyle koca karınlarla ve onca ağırlıkla hareket etmelerinin zor olacağını zannedersiniz ama bunlar çok inatçı koca hayvanlar ve canları istediğinde her şeyi ezip geçebiliyorlar.
Küçük bir taş parçasını tekmeleyerek yerden alıp çözemediği bir sicimi kesmekte kullanıyor. Leatherman çakısını bulamıyor. Leatherman’ı ona, parmağını kaybettiğinden sonraki yaşgününde, kendi başına (kendisi seçerek) Emmy almış, – birçok işe yaradığına göre parmağın yerini de tutabileceğini söylemiş. Kızının bu huyunu çok seviyor – cevaplar bularak trajedileri tatlı tatlı hafifleştirmesini.
Sicimi kesmek bayağı uğraştırınca içinden diyor ki, artık yavaş yavaş güçten düşeceğim. Yerinden oynattığı kapı derin bir sızlayışla çökerek yamuluyor. Kapıya öfkelenmeden ileriye, denize doğru bakıyor.
O sabah şafağı izlemişti. Topraktan yükselen şafağı. Oynarken kendi kendine konuşan bir çocuk gibi öten tek bir kuş vardı. Sona eren geceyi, sessiz ölü buzağıyla kayıp ineği, babasının anılarını düşünmüştü, uyumasına ya da almak istediği toprak ve karısının vücudu gibi şeyleri düşünmemesine yardımcı olması için okuduğu; dün gece karısının güzelim vücudunu o kadar çok istemiş olmasının korkunç olduğunu düşünmüştü. İstek azalmıyor. Sır olarak saklamak çok tuhaf – birbirimizin vücutlarını ne kadar çok istediğimizi.
Kol mesafesinde, gözlerin önünde duran parmak eklemleri gibi, kuzeydeki daha çetin dağlar belirmişti o zaman ve üzerlerindeki pus aşağı akarak uzun denizin üstüne yuvarlandıktan sonra bulut olup göğe yükselmişti. Deniz güneşin altında ıslak cam gibiydi.
Bu şafakta, kısacık bir an için, soğuk da vardı – verilen son bir nefes gibi, ve ardından sıcak gelmişti. Haftalardır olduğu gibi yavaşça, dolu dolu ve kendinden emin.
Şimdi, vakit hâlâ erkenken, sıcağı omuzlarında hissederek eğimli tarladan aşağı yürümeye başlıyor. İnek burada değil.
Kırlangıçlar kıvrılıp tarlanın bir köşesine, doğal bir su kaynağının çimleri çoğaltıp gürleştirdiği yere dalarak ıslak otlardaki çiyleri alıyor.
Tarlayı dümdüz geçip dere kenarındaki kuru toprağa yapışmış, eğri büğrü ve mor renkli, çok eskiden kalma güvem eriğinin altından geçiyor. Dere yatağı kuru. Orada burada derinleşmiş topraktan yükselen sular parlak yeşil otlarla ve kuşların ayak izleriyle beneklenmiş çamurdan lekeler oluşturmuş, ama su akmıyor. Bir ardıç kuşunun yiyeceği salyangozları getirdiği keskin bir kayanın etrafına kabuk kırıkları saçılmış. Taşa çarparak kırılan salyangoz kabuklarının çıkardığı o keskin ve net çıtırtıyı duymak hoşuna gidiyor. Kuşların minik minik maharetleri onu büyülüyor. Dereyi takip edip iki kıyı arasında duran işe yaramaz çitin altından geçiyor. Göletin olduğu bir sonraki tarlada kırlangıçlar su içiyor ve hava henüz o kadar ısınmamışken gruplar halinde vızıldayan minik sinekleri avlıyor. Bugün gidip ördekleri alması gerektiğini unutmuş olduğunu fark ediyor. Belki de, hafiften, esintinin başladığını hissediyor. Bu yıl kırlangıçlar erken gelmiş.
Bir süre göletin ve kırlangıçların güzelliğine kapılıyor. Sonra, ineğin burada da olmadığından emin, dönüp eve doğru yürümeye başlıyor. ✪