JG Ballard ve Duygunun Ölümü

Kentsel çevre ile insan doğası arasındaki ilişkiyi en iyi kavrayanlar teorisyenler değil, roman yazarlarıdır. Psikocoğrafya (Londra Yazıları)'dan aktarıyoruz.
Ağustos '23

Ticari zenginliğin ilk aşamasının örnek üretimi olan otomobi­lin diktatörlüğü, eski kent merkezlerini altüst eden ve bugüne ka­darki en geniş ayrımı zorunlu kılan otoyolun egemenliğiyle birlikte çevreye damgasını vurmuştur.1


Guy Debord, The Society of the Spectacle (Gösteri Toplumu)

Debord otomobilin egemenliğini ve yayanın ölümündeki doğal sebeplerini kabul ederken ve bu eğilimi tersine çevirebi­lecek yükselmekte olan devrimci başkaldırının arayışınday­ken, JG Ballard bu yeni manzara karşısında çok daha anlamlı bir tutum sergilemiştir. Debord arabanın saldırısını politik bir sorun olarak izleyicinin geleneksel alanı üzerinden görmüştür fakat Ballard farklı bir düşüncenin ışığı altında arabayı birey­sel özgürlüğün sembolü olarak yorumlamıştır. Bu açıdan, gündelik hayatın sıkıntısını özetlemesine rağmen araba, etra­fımızın bayağılaşmasını aşabileceğimiz bir anlam haline gelir­ken, araba kazası Ballard’ın en ünlü çalışmasının baş kahrama­nı için şu anlamı taşır: ‘Yıllardan beridir yaşadığım tek gerçek deneyim.2

Çarpışma’nın 1995 baskısındaki giriş bölümünde Ballard şöyle yazar: ‘Fazla söze gerek yok ki; Çarpışma’nın esas rolü uyarıcı olmasıdır, teknolojik manzaranın sınırlarından bizleri gün geçtikçe daha ikna edici bir şekilde çağıran gaddar, erotik ve parlak dünyaya karşı bir uyarıdır.3‘ Yine de bu uyarı, Bal­lard’ın insan davranışlarının tezatlarında da bulunan özgürlü­ğü ve canlılığı açık bir şekilde övmesiyle susturulmuştur. Günlük hayatın sıradan gerçeklerinden hiçbir kaçış yolu gös­termeyen bir manzara, çevremizin uygunluğuna karşı tepki göstermek için bizi kışkırtarak bu beklentilerimizi çok geçme­den altüst eder.

Eğer sitüasyonistlerin ölümü avangard sürecin sonunu4 be­lirtmek için gösterilmişse, o zaman Ballard 60’ların sonu ve 70’lerin başını içeren süre boyunca, bariz bir şekilde sürrealist betimlemelerden ve tekniklerden yararlanarak bir dizi çalışma üretmeye ve romanında modern kent içi bölgelere dair, her si­tüasyonist araştırmanın benzerini yapınayı hayal edebilece­ğinden çok daha detaylı bir psikocoğrafi haritayı derlemeye devam ederek bu durumdan mutlu bir şekilde habersiz kal­mıştır. 60’lı yılların ikonik görüntülerine dair parçalar halin­ deki ‘romanı’ Vahşet Sergisi’nde, hem sürrealist kolajdan, hem de Alfred Jarry’nin The Assassination of ]ohn Fitzgerald Kennedy Considered as a Downhill Motor Race adlı parodisinde görünen Marilyn Monroe ve john F. Kennedy gibi medyanın ünlü figürlerinin detournement’inden faydalanması bakımından önemlidir. Oysa Ballard kentsel çöküşe dair serbest üçlemesinde (Crash (Çarpışma), Concrete Island (Beton Ada) ve High Rise (Yüksek) modern teknolojinin ‘kişiliklerimizdeki anormal gerginliklere sonsuz bir bayram sunduğunu’5 anlatır. Bu çalışmalar; kentsel çevre ile insan doğası arasındaki ilişkiyi en iyi kavrayanın teorisyenler değil, roman yazarları olduğunu açık ve net bir şekilde gösterir.

Ballard; modern hayatı, ileri endüstri toplumlarında duygu­sal hassasiyetin kaybı olarak karakterize eder.  Maruz kaldığı­mız medya görüntülerinin yaylım ateşi arasında, duygusal tepkilerimiz körelir ve televizyon ya da reklam görüntüleri ol­madan çevremizle direkt olarak bağlantı kurmakta yetersiz kalırız.  Sitüasyonistlerin  de  belirttiği  gibi  sonuç,  bu  duyusal açmazdan bizi kurtaracak olan çıkış yolunu tüketmek için mücadele ettikçe, gündelik hayatın giderek bayağılaşmasıdır. Fakat Ballard’ın hikayeleri bu varsayımları sorgular ve yalnız­ ca sıkıntıyı kışkırtmaya değil fakat aynı zamanda etrafımızı çevreleyen vahşi ve cinselleştirilmiş görüntüleri giderek daha da artan bir şekilde yansıtan en uç davranış biçimleriyle so­nuçlanmaya eğilimli olan hayatımızın çeperindeki (ve gitgide tüm kentsel alanı daha fazla temsil eden) bu mekansızlığı da ortaya koyar. Bu anlamda, gösteriş toplumu, gönüllü olarak, Debord’un da bizzat düzenlemeyi umduğu öngörülemeyen ve hatta devrimci davranışlar üretecektir.  Fakat ne yazık ki yine de, Westway boyunca araba sürse ya da etrafı çevrili güvenlik­li yaşam alanlarında yalıtılmış olsa da, Ballard’a göre, sınırlar­la keskin bir biçimde ayrılmış bölgelerle nitelendirilebilen bu davranış biçimlerinin, sitüasyonistlerin öngördüğü çevresel ve uyumlu alanlara benzerlik göstermesi pek mümkün olmaya­ caktır. Aksine, kişisel saplantılar içinde bir dizi bireysel sığı­nağa ayrılan apartman ya da idari köy tarafından düzenlenen canlı toplum sembolleri, merhametsizliğe, cinsel sapkınlığa ve eksiksiz bir çöküntüye giden tam teferruatlı bir yokuş teşkil edecektir.

Ballard’ın çalışması, psikocoğrafyanın popüler olarak ilişki­lendirilmiş olduğu donanımlardan hiçbirini sergilemez ve ke­sinlikle lain Sinclair’in çalışmalarını karakterize eden tarihsel ya  da  edebi anlayış  bulundurmaz.  Aslında, Ballard, tarihsel mirasının ağırlığından dolayı Londra’ya karşı açık bir şekilde ilgisizdir ve şu yorumu yapar:

Şehri yarı-tükenmiş bir form olarak sayıyorum. Londra temel olarak bir on dokuzuncu yüzyıl şehridir. Ve; yirminci yüzyılın Londra’sında geçen romanlarda yaşayan on dokuzuncu yüzyıla uygun ruh halleri, bugünkü yaşantıda aslında neler olduğunu anlamaya pek uygun değildir. Bence varoşlar, insanların açıklayacağından çok daha ilginçtir. Varoşlarda merkezlenmemiş hayatlarla karşılaşırsınız … Böylece insanlar kendi hayallerini, kendi saplantılarını keşfetmek için daha fazla özgürlüğe sahiptirler.

Çarpışma ve devamında dahi eksik olan, erken dönem çalış­malarındaki avangard imajken, Ballard’ın kurgusunda, Ac­kroyd’un benimsediği gizemli bağlantısallık da eksiktir. Beton Ada; otoyoldan sapan kent Crusoe’larını bekleyen izole ve ve­rimsiz kaderi açık bir şekilde gösterirken, izleyicinin ya da eylemsiz yayanın, bir Ballard romanında kendi yolunu bulama­yacak kadar talihsizse, çabucak ezilmesi muhtemeldir. Bu ko­nuları ortaya koyan Ballard’ın her nasılsa düzyazısını, yalnızca birey ve doğa arasındaki ilişkiye odaklanan ve otoyolların ya da apartmanların karşıladığı insan etkileşimlerine dayalı özgürlüğü kolaylaştıran modern kent hayatını basit bir kina­yeye sıkıştırabilmiştir. Bu en karamsar haldeki ve bağışlayıcı olmayan tarzdaki durumuna getirilmiş psikocoğrafyadır ve bu metinler, diğer herkesten önce, anonim bir yalnızlığı yaşayan fani bir toplum tarafından karakterize edilen bir gelecek za­man şehrinin ana hatlarını haritaya dökmüşlerdir. ✪


  1. Guy Debord, The Society of the Spectacle (Gösteri Toplumu), Luckhurst’den alıntı­lanmıştır, s. 123. ↩︎
  2. JG Ballard, Çarpışma, s.32 ↩︎
  3. Ballard  ,  Çarpışma, Giriş  (1995). ↩︎
  4. Peter Wollen, Luckhurst’den alıntılanmıştır, s.83. ↩︎
  5. Ballard, Beton Ada, Giriş (1994). ↩︎