[su_dropcap style=”simple” size=”4″]A[/su_dropcap]nna Kavan’ın romanı 1967 yılında yayımlandığında, ikinci dalga feminizmin eli kulağındaydı. Bu kitabı feminizm öncülü diye nitelemiyorum, fakat okurken, dönemin ruh haline ayna tuttuğunu da not etmek iyi olur. Soğuk Savaş yıllarıdır ve kutuplara ayrılmış dünyanın, arzu nesnesi haline gelmiş kadınlarının dertleri vardır. Yeryüzünün genel havası, kendi kutuplarına çekilmiş insanın, ikiye ayrılmış insanın intihara eğilimlerini işaret eder. Yeryüzünü kararlı biçimde, ağır ağır ele geçiren buzun yansısında anal-sadist bir hikaye kendine yer bulacaktır. Ölüm kolektif bir şekilde, insanın, doğanın ve nesnelerin kendi yıkımlarını hızlandırmasına yardımcı bir halde hükümranlığını genişletir. Her şey soluklaşır. Karakterler, karakterlerin etraflarına baktıklarında gördükleri, düşünceleri, hatıraları, arzuları saydamlaşır, hızla buz beyazına döner.
Kitapta kurtarılması gereken, acıyı kabullenmiş ve “kız” diye anılan karakterin peşindeki anlatıcı siyaset ve gelir bakımından dönemin alengirli meselelerine bulaştığını ince ince belirtir ve hızla felaketin yaklaştığı dünyada tüm önemli işlerini bir kenara bırakıp, kendisini gündüzdüşleri, hatıralar, pişmanlıklar ve mücadele gücüyle kıza adar. Bunu yaparken, kendi alanında bir başka güçlü karakter de belirir, anlatıcının rakibi diyebileceğimiz bu karakter ile anlatıcının zıtlığı ya da aynılığı anlatırken metin güçleniyor. (Lemurların belirmesini tesadüfen de olsa bir Kadıköy güzelliği diye görüyorum.)
Buz, yazarın hayatındaki travmalarından yola çıkmış diye nitelenip ufaltılacak bir roman değil. Yazarın eroin bağımlılığı ve derin depresyonunun etkisiyle kullandığı dil, anlatım ve okurdan talep eden deneyleri yerinde kullanımıyla zamansız bir kitap. Öncesinde yazdığı başka romanlarındaki gerçeküstü stilini sürdürmesi bir yana, son romanı olduğu düşünüldüğünde, uzun bir ara verdiği yazma edimine dönüşünde, yeryüzünün kıyametinde ötede, insanın kişisel kıyametine yöneldiğini, genelde tanımlandığı bilimkurgu’dan çok, Britanya’nın simgeci yazınına eklenebileceği söylenebilir. İyi kitaplar, büyük yazarlar, en başta kendileriyle olmak üzere, insanın olma çabasını, bu oluş mücadelesindeki yaşadıklarını anlatmazlar mı? Günümüzde roman, hikaye, çizgi romanlar, filmler ve müzikte kıyamet sonrası temasının özellikle ABD kaynaklı yapıtlarda aslında mevcut sistemin kutsanması eğilimini göz ardı etmeden, bu kitabın tüm bunlardan yıllar önce özgün bir kıyamet hikayesi sunduğunu da belirtmek gerekir.
Anna Kavan’ın editörü kitabı birkaç kez reddetmiş. Dilini soyut, romandaki eylemleri belirsiz bulmuş ve akla uygun bir metne dönmesi gerektiğini savunmuş. Kavan ise, kendini tekrar eden düşleri, kendini tekrarladıkça dayanılmaz kabuslara dönüşen görülerin aslında kitabın temelini olduğunu belirtip, iyi ki, diretmiş, “Akla uygun derken ne demek istediğinizi anlayamıyorum, söylediğim gibi, gerçekçi bir yazım değil bu.”
Anna Kavan’ın isim değiştirmesi ve Franz Kafka sevgisi, Kafka’nın kızkardeşi gibi nitelemeler yaygındır. Kitabevlerinde, kütüphanelerinde Kafka ile yan yana dizilebildiği için iyi hissettiği bu detaylara karşı çıkmamakla birlikte, Kavan’ın aslında adanın değerli yazarı Thomas De Quincey’in ardılı olduğunu düşündüğümü de eklemeliyim. Anna Kavan isim değişikliğine 1930’lu yılların sonunda bir intihar girişimi sonrasında kapatıldığı sanatoryumda karar vermiştir. Bu seçim sadece isim değişikliği değil, persona değişimidir ve öncesinde Helen Ferguson adıyla yazdığı kitaplardaki gerçekçilikten kendini sıyırmıştır. Tıpkı bir başka acı çeken İngiliz Sylvia Plath’ın Lazarus’u gibi kendi etinden, artık çürüdüğünü hissettiği ve kendisine yaşam alanı vermeyen kabuğundan sıyrılmış, ölü derisini arkasında bırakıp, kendi ölüsü üzerinden dirilmiş, yeniden ayaklanmıştır.
1942 yılında ikinci evliliğinden oğlunun ölümü üzerine tekrar intiharı denemiştir. Taşındığı New York’da adını kanun önünde de değiştirmiş Anna Kavan, Yeni Zelanda’ya geçip iki yıl orada yaşar. Sonunda Londra’ya yerleşip askeri bir tesiste psikoloji departmanında araştırmacı olarak iş bulur. Aynı zamanda kullandığı eroini de tedarik eden Dr. Karl Theodor Bluth ile uzun yıllara dayanan dostluğunda, isimlerinden türettikleri Kathbar isimli bir sirk atını anlattığını düşündüğüm gerçeküstü-alegorik bir metin yayımlar. 1964 yılında Bluth ölünce Kavan üçüncü kez intiharı dener. Çareyi çok sevdiği bazukasını anlatan metni yazmakta bulur.
Buz’un çevirmeni Selahattin Özpalabıyıklar’ın kitabın yirmi yıl önce ilk yayımlanma hikayesini anlattığı ve Onat Kutlar’a selam gönderip, Enis Batur’u nasıl kandırdığının detaylarını aktardığı enfes giriş yazısı, kendisini yersiz yere fazla ciddiye aldığını düşündüğümüz çağdaş Türkçe yazın ortamında keyif vermesinin yanında, yol gösterici oluyor. Anna Kavan bugün ilginç biçimde, İngilizce yazın ortamının canlılığına rağmen pek bahsedilmeyen, adı anılmayan, unutulmuş bir yazar görünümünde. Buna rağmen Buz’un ilk yayımlanmasının ardından yıllar sonra tekrar baskısını yapan Everest Yayınları ve çevirmeni Selahattin Özpalabıyıklar’ı Hasan Celal Güzel coşkusuyla (siyasetiyle değil), Güzel’in geliştirdiği teknik olan el enseyle karışık kucaklıyor ve öpüyorum. Bu kitabın bu dönemde yayımlanması, Türkçe yazında önemli bir gelişmedir. Şimdi ağlayacağım.
[su_divider top=”no” style=”dashed” size=”2″][sws_divider_basic][/su_divider]
[su_box title=”Anna Kavan” radius=”4″](Helen Woods), 1901′de bir İngiliz ailesinin çocuğu olarak Fransa, Cannes’da doğdu. Zengin bir baba ile çocuğunu hem ezen hem de inkâr eden bir annenin kızıydı. 14 yaşındayken, babası ona “hayat boyu yalnızlık” bırakarak öldü. Kavan’ın müreffeh ama sevgisiz çocukluğu Avrupa ve California’da geçti. Yazmaya ilk kocası Donald Ferguson’la birlikte yaşadığı Burma’da (şimdiki Birmanya) başladı. Anna Kavan adını “Women’s Liberation için öncü bir çaba” olarak nitelenen Beni Rahat Bırak romanının kadın kahramanından aldı. Kavan, kahramanın nefret ettiği ve küçümsediği kocasının soyadıydı. (Bu soyadı, ayrıca, Kavan’ın hayran olduğu Kafka’ya da açık bir göndermeydi.) Yaptığı iki evlilik de başarısızlıkla sonuçlanan Anna Kavan, 1925′ten ölümüne kadar iyileşmez bir eroin bağımlısıydı. 1968′de Londra’daki evinde kalp krizi sonucu ölmüş olarak bulunduğunda, elinde yazdıklarında “bazuka” adıyla geçen şırıngası vardı. Anna Kavan, egzotik hayatını yazdıklarına yedirişi, düş dünyası ve kâbus dolu muhayyilesi dolayısıyla sık sık benzetilip kıyaslandığı Anaïs Nin gibi kültleşmiş bir yazar. Düş, mesel, alegori ve masal gibi araç-formlar kullanarak otobiyografik yanları belirgin, ama iyi sindirilmiş, öykü ve romanlar yazdı.Buz (YKY) , Kartal Yuvası (Merkez Kitaplar) Türkçeye çevirilmiştir. Başlıca eserleri: Helen Ferguson adıyla: Let Me Alone (1930, Beni Rahat Bırak), The Dark Sisters (1930, Esmer Kızkardeşler), Rich Get Rich (1937, Zengin Zengini Alsın); Anna Kavan adıyla: Asylum Piece and Other Stories (1940, Tımarhane Parçası ve Başka Öyküler), I Am Lazarus (1945, Ben Lazarus’um), Sleep Has His House (1948, Uykunun Evi Vardır), Eagle’s Nest (1957, Kartal Yuvası), Who Are You? (1963, Sen Kimsin?), Ice (1967, Buz). [/su_box] ✪