GİRİŞ
Cezaevlerinde süren açlık grevi 61. gününe girdiğinde, Türkiye siyasi tarihinde ilk kez milletvekilleri de süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı. Milletvekilleri açlık grevi süresince TBMM’deki komisyon çalışmalarını da askıya aldı. Çözümsüzlüğe tepki amacıyla eyleme başladıklarını duyuran milletvekilleri, “Çözüm için gerekirse biz de ölürüz” mesajı verdiler. BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, Aysel Tuğluk, Sırrı Süreyya Önder, Sebahat Tuncer, Adil Kurt ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladığı ilan edildi.
Sürecin başından bu yana hükümet başta olmak üzere toplumun önemli kesiminin, bedenlerini ölüme yatıran insanlara karşı yürüttüğü bilinçli yanlış bilgilendirme ve itibarsızlaştırma eylemlerini gözledik. Özellikle ve sürekli, devletin ezici politikalarına meşruluk kazandırmak için hukuku istediği gibi değiştirmesine rağmen, yine de baskı sınırlarını genişlettiği alanı yeterli bulmayan hükümet, yine kendi kanunlarına aykırı olarak tecrit politikasını imha politikasına çevirmek yönünde adımlar atmaya devam ediyor. Türkiye, tarihte olmadığı kadar iktidar saldırganlığını tecrübe ediyor. Hükümetin, açılan davalardan, cezaevlerine atılan insanlardan politika ürettiğine şahit oluyoruz. Sorunun çözümünü, siyasi talepleri olan tarafı yok etmek üzerinden kurmaya odaklanmış hükümetin davranış biçimindeki saldırganlık, yine ne yazık ki toplumun milliyetçi-muhafazakar reflekslerinden besleniyor. Sorumlu olanın devlet olduğunu, hesap sorulması gerekenin de devlet olduğunu hatırlamamız gerekiyor.
Açlık grevinin siyasi boyutunun etkisiyle insani tarafını görmemekte ısrar edenlere karşılık, yakın çevremizden dostlarımızın, editörlerimizin, Avukat Fikret İlkiz’in görüşlerini aldık. İnandıkları davada bedenlerini ölüme yatıranlar varken, sürecin her tarafında ölümler sürerken, açlık grevlerinde bugün 62. güne girilmişken, hiçbir şey olmuyor gibi yaşamaya devam mı edeceğiz?
– Barış Yarsel, Futuristika!
Görüş bildirenler: Av. Fikret İlkiz, Ali Ersen Erol, Av. Behiç Aşçı, Kerim Afşar, Celil Kapar, Vildan Daşdöğen, Recep Şener, mydeniz2001, Armağan T.
illüstrasyon ve kolaj uygulama: Eda Gündüz
AÇLIK GREVLERİ ÜZERİNE
Açlık grevleri üreten ve başka çare kalmadığı düşüncesiyle böyle bir yola başvurulmasına neden olan bir hukuk düzeni, hukuka ve insan haklarına aykırıdır. Hukuk devleti; açlık grevini yaratan ortamın her halini, hukuki düzenini, politik ve siyasal yaşamını, toplumsal sorunlarını ve tercih ettiği ceza adaletini mutlak surette gözden geçirip çözüm üretmelidir. İnsan onurunu ve her şeyden önce yaşam hakkını korumalıdır.
Bilinmelidir ki, açlığa ve ölüme yatmaya karar veren kişinin kişisel kararı sorunların çözümde bir insanın ölümü veya sakat kalması bahasına kazanılacaksa eğer, üstün tutulması gereken asıl değer insan yaşamının korunmasıdır. Bir kişi bile, ölmemelidir, sakat kalmamalıdır. İster hukuki, ister siyasal ve isterse politik tercihlerden kaynaklanan ve kimseye zarar vermeyen ama kendi bedenini taleplerinin kabulü için kendi kararı ile ölüme yatıran her insanın yaşamı korunmaya değer. Açlık grevi ve ölüm orucuna yatmak tasvip ve teşvik edilmemelidir, etmiyorum.
Hukuk devleti, bireylerin hukuken kendilerini güvende hissettikleri böyle bir ortamı yaratmak zorunda olduğunu ve kendisinin de hukuk kurallarıyla bağlı olduğunu bilir, bilmelidir.
Hukuk devletinin asıl varlık nedeni olarak kişi haklarını koruyacak ve güvence altına alacak bir hukuk düzeni yaratmaktır.
Demokratik hukuk devletinde, devletin sahip olduğu gücün hukuki sınırları, insan temel hak ve özgürlükleriyle sınırlıdır. Çünkü “özgürlüklerimizi koruyan, biçimsel anlamda yasalar değil, haklardır”. Herkes, içeriği adil yasaların var olduğu adaletli bir toplumda yaşamaya hak sahibidir.
Yasalara aykırı görülse bile hukuksal olan, siyasal olsa bile hukuka, adalete ve hakka uygun olan taleplerin ve sorunların çözümü için Türkiye’nin birçok cezaevindeki açlık grevlerine duyarlı olunması ve yaşam hakkının korunması hepimizin görevidir. Öncelikle, cezaevindekilerin yaşamı devletin koruması ve teminatı altındadır.
Sorunların çözümü için hayatını ölüme ve açlık görevlerine yatıran insanların hiçbirisi “düşman” değildir. Türkiye’nin ceza hukuk sistemi ve ceza adaleti “düşman ceza hukuku” hiç değildir.
Av. Fikret İlkiz
[sws_divider_line]
Tok açın halinden anlar mı?
Geçenlerde aklıma Artin Penik geldi. Hatırlayan kimse çıkmaz muhtemelen. Harabe haldeki Taksim meydanında, o meydanın neler görüp neler geçirdiğini düşünerek yürürken tam da anıtın yanından geçerken geldi aklıma. Yürüdüğüm yer tam olarak onun üzerine benzini döküp kibriti tutuşturduğu yerdi. O zamanlar gencecik halimle her gün yürüdüğüm yolda çakmıştı kibriti hayatına. Üzerinden 30 sene geçti ama aklımdan bir türlü çıkmadı o kibrit ve o isim.
Ve o günden beri hayattan onlarca, yüzlerce kendini feda eden insan suretleri geldi geçti. Bir amaç uğruna bedenini, hayatını ortaya koyan sessizce atılan dünyanın en güçlü çığlıkları… Kendini yakanlar, açlık grevleri, ölüm oruçları… Bu sessiz çığlıkları duymak asgari bir vicdandan başka neyi gerektiriyor bilmiyorum? Hayata tıkanan kulakların kanallarını açmak için ölümün çağrılıyor olması ne kadar acı veriyor insana.
Açlığa yatmış bir bedenin sancısını tokluk hissi ile anlamak mümkün mü, emin değilim. Ramazanda aydınlık boyunca aç kalma karşısında empati bekleyerek açıkta yemek yenmemesini ve kendisine saygı duyulmasını isteyen bir kültürde bugün yaşanan iktidar dilinin kökleriyle nasıl bağlantı kurduğu en azından benim gibi saf beyinler için merak konusudur. Açlıkla ruhunu terbiye edemeyen bünyelerin tuttuğu oruç kabul müdür siz karar verin?
Her gün ‘yaşama hakkından’ bahseden iktidar yancılarının hükümetin ölüm çığlıkları karşısındaki tavırları karşısında insanın kanının çekilmemesi elde değil. Hepiniz çok toksunuz ve maalesef açların halinden asla ve asla anlamadınız. Ne içerideki açların ne de dışarıdaki açların.
Ve de açlık arttıkça ‘son’ da yaklaşmakta.
mydeniz2001
Ölüme yatanları görmezden gelmek
10.000 Kürt Siyasi Tutuklu 62 gündür açlık grevinde. Bu artık bir grev olmaktan çıktı. Gözlerimizin önünde bir katliam yaşanıyor.
Associated Press’in yaptığı bir araştırmaya göre dünyada 2001-2011 tarihleri arasında 35 bin kişi terörle ilişkilendirilen suçlardan tutuklanmış veya hüküm giymiş. Bu tutukluların 13 bini Türkiye’de!
Dünyanın ve yurdun birçok yerinde binlerce kişi 12 Eylül’den itibaren süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine destek verirken, çok yakında binlerce kişinin ölümünden birinci derecede sorumlu olacak hükümetin başındaki Recep Tayyip Erdoğan, bu durumu bir şantaj olarak değerlendiriyor. İktidar olduğu tarihten itibaren çeşitli örneklerle insan hayatına olan saygısızlığını ve vicdansızlığını türlü örneklerle kanıtlamış biri olduğunu biliyorduk, fakat göz göre göre bir katliamı bize izleterek kendi geçmişimiz ve geleceğimiz üzerinde de büyük bir vebal bırakıyor. Çünkü ölümler gerçekleşmeye başladığında biz hayatta kalanlar bu katliamın yalnızca tanıkları olacağız, onlar için yapabildiğimiz ve yapabileceğimiz sadece polis şiddetinden nasibimizi almış olmak olacak belki de.
Doğuştan sahip olunan anadilini konuşma, anadilde savunma, hukuksuz tecrit, ve barış için bedenlerini ölüme yatırmaktan başka çareleri olmayan tutuklulara sırt çevirmek, görmezden gelmek, ölmelerini beklemek hangi adalete, hangi dine sığar?
Vildan Daşdöğen
Yaşamak için ölümü göze almak!
Umurunuzda mı bilmiyorum? Ölümler artık kapıya dayanmışken, oturduğunuz yerden dünya nasıl gözüküyor, elbette yaşamak için pek çok güzel neden olmalı?
Diğer tarafta insanlar canlarını ortaya koymuşlar, bedenlerine 62 gündür besin girmiyor! Açlık grevi çoktan ölüm orucuna dönüşmüş durumda. iki ay içinde neler yaptığınızı dönüp bir düşünün desem, sanırım içine birçok detay girer. Orada ise her geçen gün büyüyen acı ve azalan vücut direnci var!
Bizlere, insanlığa neredeyse iki aydır ısrarla, hiç pes etmeden bakıyorlar, kararlılıkla gözlerimizin içine doğru. Yaşamak için ölümü göze almışlar, “son” ne zaman ise onu bekliyorlar!
İnsanlık ne yapıyor?
Ölüme giden bu yolu başka bir yola çevirecekler, çevirmesi gerekenler ne yapıyorlar? Olmayan vicdanlarına başka bir boyut ekleyerek yaşamaya devam ediyorlar! Bütün bu vicdan yoksunluğu içinde, ölüm değil de yaşam kazansa? Tek kelimeyle: Umut!
Kerim Afşar
Vicdan
Cezaevlerinde devam eden açlık grevleri 62 günü devirdi. Kangren haline gelen bu sorunun çözümü için hükümetin adım atması yönünde birçok sivil toplum örgütü çaba gösterdi ve bu çabalar devam etmekte. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun eşit haklara dayalı demokratik çözümünde önemli bir adım olacak ve aynı zamanda halkları birbirine yaklaştıracak bu taleplerin karşılanması ülkede uzun bir süredir süregelen gerilimi azaltacaktır. Bu, kabul edin ya da etmeyin bir kısım insanın görüşüdür. Doğru ya da yanlış olduğu kuşkusuz tartışılır bir konudur. Ancak durumun tartışılmasından ziyade dikkat edilmesi gereken asıl detay, 12 Eylül’den bu yana 800 kişi ile başlayan, şu an yaklaşık 11.000 insanın katılımına varan ölüm oruçlarının toplum üzerinde yaratmış olduğu algıdır.
11.000’e yakın kişi ölüm oruçlarında şu anda… Bir amaçları var… Kendi hayatlarını feda ederek dile getirmek istedikleri bir amaç bu. Ne provokasyon, ne tanımı sulandırılmış ve bir devletin işine gelmediği her kesime yaftaladığı terör, ne intihar eylemleri… Haklılığına inandıkları davada ellerinde avuçlarında kalan yegane gücü kullanarak isyan ediyorlar: Bedenleri, canları. Olayı ne siyasi, ne toplumsal, ne de kimliksel yönde değerlendirmek, şu aşamada artık doğru olmaz. Şu anda olayın değerlendirilmesi gereken yegane olgu, eğer varsa artık, ya da kaldıysa, vicdani yanıdır. 40 yıla yakındır çözülmeye çalışılan ancak sonsuz bilinmeyen bir denklem(!) misali çözülemeyen bu sorun, insanların akıllarında hala soru işaretleri oluşturamadıysa, 11.000 kişinin hayatlarını feda etmek uğruna giriştikleri bu eylem, toplumsal zihinde bu farkındalığı oluşturabilir mi?
Bulgaristan’daki, Yunanistan’daki Türklerin dilleri için vermiş oldukları mücadeleyi haklı görüp, kendi topraklarında bir kimliğin sahiplenilmesini hor gören fikrin en büyük sorunu manipülasyon değil de nedir?
Ucunda ölüm olan, 11.000’e yakın insanın uğruna canlarını feda etmeye hazır oldukları bir ölüm oyunu, kimimizin hemşerisi, kimimizin yoldaşı, kimimizin komşusu, kimimizin sıra arkadaşı 11.000’e yakın insan neden bu taleplerin dikkate alınması uğruna canlarından vaz geçiyorlar? Bu toplumsal duyarlılığın tavana vurduğu yegane olgudur. Türk misafirperverliğinin dile getirildiği şu toplumda feda edilen bu canları görmezden gelmek körlük değilse nedir? Gözleri açmak için daha kaç bin cana ihtiyaç var merak ediyor insan.
Bakkalımız, çırağımız, haber aldığımız, haber verdiğimiz, vergisine ortak olduğumuz bu insanların sesine sağır olmak ne kadar zamandır insani, ne kadar zamandır vatani, beraber bu ülke için can verdiğimiz bu insanların taleplerine sessiz kalmamız ne kadar insani, ne kadar vicdani?
11.000 can, 11.000 sesini yükseltmek adına kendi varlığından geçip haykıran, ayrıca bir o kadar duyulmayan yaşam varken, gerçekten, biz ne zaman bu kadar zalim olduk?
Celil Kapar – twitter.com/zerrdust [/one_half]
[sws_divider_line]
Duyarsızlık tam da bu toplumun davranışıdır
Yurttaşlık göreviyle dört yılda bir kullandığı oyu meclise girmesi kesin olan partilerden birine verir ki oyu boşa gitmesin. Çünkü bilir ki, çoğunlukta olmanın avantajları vardır bu ülkede. Çoğunluğun içinde kendini güvende hisseder, yalnızlıktan kurtulur, geleceğe güvenle bakar. Standartlarını, hobilerini, ilişiklerini çoğunluğa göre belirler ki azınlıkta kalmasın. Çoğunluk meşrudur çünkü. Bu yüzden arada bir gösterdiği toplumsal hassasiyeti çoğunluğa ayarlıdır hep. Ortalama bir hayat kurmanın bile “kendini kurtardı” diye ifade edildiği bir toplumun maldır çünkü o. Akıl makası buna göre kesip vicdan terazisi de buna göre ölçer haliyle.
Kendinden olmayana hep kuşkuyla yaklaşır. Onlar ki bir tehdittir. Yabancıdır. Ötekidir. Toplumsal konularda pazarlık etmeyi taviz olarak görmesi bu yüzden. Böyle bir çoğunluğun ürettiği iktidarın da ölüm oruçları karşında gösterdiği tavır bu maalesef.
Ölüm oruçları adalete, toplumsal duyarlığa dair ölümcül bir çığlıktır. Atılması gereken adımların biran önce atılmasını bekliyorum.
Recep Şener
Ölümlerle ve ölülerimizle açılıyor, büyüyor aramızdaki mesafe. Serap gibi ders yolunda bir belediye otobüsünde yanarak; Ceylan gibi koyun otlatırken şarapnelle; henüz yirmisinde aşık bile olmadan ya da onbeşinde kaçağa giderken çelikten kuşlarla… Şimdi de an be an, hücre hücre yok olarak ölüyor yüzlercesi. Kimimiz ölsünler diye bekliyor, kimimiz ölmesinler diye. Onlarla eriyoruz bizler de…
Armağan T. [/one_half]
[sws_divider_line]
SONUÇ NİYETİNE SORDUK: BOZUK KOSTERİ TAMİR ETMEYE GÖNÜLSÜZ DEVLET, HUKUKA UYGUN MU HAREKET EDİYOR?
Av. Fikret İlkiz: İmralı Ceza İnfaz Kurumu, “F Tipi Yüksek Güvenlikli” ceza infaz kurumudur. İmralı Adası 2. derece askeri yasak bölgedir ve ada güvenliği Jandarma Komando Birliği tarafından sağlanır. Ceza infaz kurumunun dış güvenliğinden jandarma, iç güvenliğinden ise infaz koruma memurları sorumludur. Güvenliğin sağlanması ile hükümlülerin aile yakınları veya avukatlarla görüştürülmesi birbirinden çok ayrı hukuki kavramlardır. Hükümlülerin görüşmeleri ceza infazı ile ilgili 5275 sayılı Kanun ile tüzük ve yönetmelik hükümlerine göre gerçekleştirilir. Dolayısıyla bir adada cezası infaz edilen hükümlülerle görüşmek isteyen “görüşmecisini” görüştermek; adaletin gereğidir. Kanun gereği görüşmelerin nasıl düzenleneceği hem kanunda ve hem de tüzük ve yönetmelik hükümlerinde açıktır. Görüşmenin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümlerine uygun olmayan nedenlerle gerçekleştirilmemesi hukuka ve kanuna aykırılıktır. Görüşmelerin yapılamaması gibi bir sonuç doğuran fiziksel engellerin kaldırılması zorunludur. Eğer fiziksel koşullar cezaevine ulaşımı engelliyorsa, bu koşullar görüşmenin hemen sağlanması yönünde iyileştirilmeli ve sorun çözülmelidir. Aksi takdirde kanuna uygun yapılması gereken hükümlülerin cezasının infazı, hükümlünün tecridine dönüşebilir. O yüzden cezaevine ulaşımda engel oluşturacak fiziksel koşullar vakit geçirilmeden iyileştirilmelidir.
İlgili yasal düzenlemeler buradan okunabilir.
[sws_divider_line]
EK -13 KASIM 2012 – AV. BEHİÇ AŞÇI’NIN GÖRÜŞLERİ
PKK tutsaklarının yapmakta olduğu ve bugün (12 Kasım 2012) itibarıyla 62. günde olan açlık grevi haklı ve meşru bir eylemdir. Talepleri demokratik talepler olup yerine getirilmesi için herhangi bir düzenleme yapılması gerekmemektedir. Anadilde savunma için herhangi bir yasal düzenlemeye ihtiyaç yoktur. Ülkemizdeki mahkemelerde yargılanan ve Türkçe bilmeyen her insan için zaten tercüman hazır edilmektedir. İngilizce, almanca, ispanyolca v.b. her dilde yapılan savunmada tercüman mahkeme heyeti tarafından hazır edilir. Ancak kürtçe savunma yapılmak istenildiğinde bu talep kabul edilmez. Oysa çok değil daha yedi yıl önce anadilde savunma mahkemelerde (Kürtçe) kabul edilmekte idi. Yargılanan Kürtler anadillerinde savunmalarını verebilmekteydi. Daha sonra AKP Hükümetinin aldığı bir idari kararla bu hak ortadan kaldırıldı.
Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesi konusunda herhangi bir şey söylemeye dahi gerek yoktur. Her tutuklunun şartsız ve istediği zaman, her hükümlünün ise vasisinden alınacak vekaletname ile avukatı ile her zaman görüşme hakkı vardır. Avukat görüşü sınırlanamaz, yasaklanamaz. Bu nedenle Başbakan Erdoğan suç işlemektedir. Erdoğan, Öcalan’ın ailesiyle görüşebileceğini ama avukatlarıyla görüşemeyeceğini söylemişti. Bu durum, yasalar karşısında suç işlemektir. Yasa hükümleri çok açıktır ve tercih hakkı yoktur. Yani görüştürülebilir denmemektedir, görüşür denilmektedir. Yasal düzenlemeler hükümetin ya da başbakanın idari tasarruflarıyla kaldırılamaz.
Bu durumda aslında PKK tutsakları yasaların uygulanması talebiyle açlık grevi yapmaktadırlar. Bu da haklı ve meşru bir taleptir. Gelinen noktada artık eylemin açlık grevi ya da ölüm orucu eylemi olup olmadığının önemi yoktur.
AKP hükümeti hak gasplarına son vermeli ve direnen PKK tutsaklarının taleplerini derhal yerine getirmelidir.
Av. Behiç AŞCI
[sws_divider_line] ✪