2004’te Tahranda başlayan roman, zamanda sıçramalarla 1940’larda müttefik ordularının (Ruslar, Fransızlar, İngilizler ve Amerikalılar) kentte hüküm sürdüğü dönemi ve 1950 başlarını anlatıyorsa da, atmosfer pek değişmiyor. Faili meçhul cinayetler, herkesin ortasında gerçekleştirilen infazlar ve bu keşmekeşte kimvurduya giden kitleler. Zamanda sıçrayışlardan çok yazarın karakterlerle ilgili hamleleri öne çıkıyor. Metni sürükleyen bir ya da birkaç ana karakter yok. Bir karakterin bıraktığı yerden (ki birkaç sayfayı geçmiyor) bir diğerinin hikâyesine geçiş yapılan roman, Tahran’dan portreler galerisi sunuyor.
Belki gecikmiş avangart bir metin. Ancak Khorram’ın niyeti bir İran -yahut kent romanı olduğunu hesaba katarsak- Tahran anlatısı kotarmak değil. Yazar savaşın kaçınılmaz olarak tırmandırdığı şiddeti öne çıkarırken siyasal çalkantıların, yaşanan kaos ortamında yer tutmak için birbirini ezenlerin, sık sık el değiştiren rejimin dört bir yana savurduğu insanların karanlık hikâyesini ortaya koymak adına bunca karaktere başvurmuş.
Khorram, romanın ilk sayfalarında kurduğu cümlelerle bir sinopsis havası oluşturuyor: “Tarih öğrencisi tartarlı dişleriyle, ağır olan çantasını sağomzunda oynatır.” veya “Tam karşısında şemsiye altında, naylondan şapkaları veya renkli gazeteler altındaki başlarıyla insanlar, yeşil olmasına daha yüz otuz saniye olan ışığı bekliyor. Saniye sayan mantolu zayıf kızın teninin içinden ve elinde şemsiyesiyle takım elbiseli yaşlı adamın gövdesi üzerinden kayarak tarih öğrencisinin gözlerinin içine kadar gelir.”
Şiddetin ince ayrıntılarla anlatılmasını görünce olup biteni kirli gerçekçilikle mi yansıtmak istiyor diye düşünebiliriz. Khorram kafasında kırk tilkiyle dolaşan biri. Bir süre sonra karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir kaplumbağa, ölmüşlerin ruhları, başına gelenlerden haberli bir Stalin afişi romana dâhil oluyor, gerçekçiliğin esamisi kalmıyor. Khorram savaş sırasında ‘müttefiklerin’ oyuncağı haline gelmiş kitleleri, toplumdaki siyasal gerilimin ortamı nefes alınamaz hale getirdiği dönemleri anlatıyor. Ama şiddet detaylı yine: “Caddenin, Amerikan filmlerine acayip benzeyen o birkaç dakikasının içinde ağzı bozuk sert bir çocuk tuğlayla, millete silah doğrultan kızın kafasına vurmuştu… Kızın kafasındaki kan, yerli sabunların kokusunu veren ve birkaç güne kadar da askere gitmek isteyen çocuğun tuğlasında pıhtılaşmıştı.”
Zevkli İşkenceci, devlet adına çalışan, öldürdüğü insanların uzuvlarını biriktirip evinde saklayan bir cani. Bir yandan da sanatsal duyarlılığa sahip ve sürrealist şiirler yazıyor. 12 Eylülde darbeci ressamın yaptıkları ve yaptırdıkları mı? Zevkli İşkenceci’nin kendi toplumuna reva gördüklerinden farklı mıydı? Khorram’ın dilinden romanda temsil edilen bütün ideolojiler ve devletler payını alıyor. Tahran Konferansı’nda Churchill’in sigarasının pahalı Alman çakmağıyla yakılması gibi kara mizah pasajlar. Romanda sık sık devreye giren grotesk karakterler, sözgelimi Kötü Benekli Ruh ve King Kong posterine tutkun güreşçi. Yazarın imgeleri güçlü biçimde kullanması ve dili dikkat çekiyor. ✪