Thomas Bernhard: “Sanatoryumlarda gezerken sevişmek olmazdı”

Türkiye tam da -tekrar- Thomas Bernhard havasında.

[su_heading size=”20″ margin=”10″]Türkiye tam da -tekrar- Thomas Bernhard havasında. İktidar denen pisliğin gölgesi düşüncelerimizi, ruhumuzu kirletirken, yine bu yazara çeviriyoruz yüzümüzü. Belki uzun, belki içiniz kararacak. Goygoyculuğun, edebiyat kâhyalarının, kahvelerini yudumlarken sadece keyif aldıkları metinleri okuyanların, kendilerini yazar diye niteleyen nefes alan reklam nesnelerinin, tanıdıklarını pohpohlamayı editörlük zannedenlerin, sürekli yalnız olduğundan şikayet eden şımarık aile çocuklarının, kötülerin, daha da kötülerin, en kötülerin baş tacı edildiği zamanımızda, aklındakini yazmaktan ve söylemekten çekinmeyen Thomas Bernhard, 29 Haziran 1979’da André Müller’in sorularını cevaplar. Sıradanlığın epey uzağına düşen, Türkçede yer almasına önem verdiğimiz bir söyleşi. Thomas Bernhard belki de ilk ve son kez “içini açmış”, ürperdik, ürpermeye devam ediyoruz.Bu söyleşi ilk kez Hamburg’da Die Zeit gazetesinde (Thomas Bernhard’ın ağzına geleni söylediği yayın) yayımlandı. Gazete söyleşi için, “Ulaşılmaz Thomas Bernhard, ilk kez kitaplarının dışına çıkıp kendisinden, intihar ve cinsellikten, yazmaktan ve yalnız olmaktan bahsediyor” notu düşülmüş.[/su_heading]

Hiç yaşamınıza son vermeyi denediniz mi?

Çocukken kendimi asmaya çalıştım. Ama ip koptu.

Kaç yaşındayken?

Yedi, sekiz yaşındayken. Daha sonra büyükbabamla yürüyüşe çıktım, o zamanlar Traustein’da yaşıyorduk, hiç durmadan yürüyüş yapardık, uygu hapları yutuyordum, sonra aniden kendimi kötü hissetmeye başladım, “Eve dönmeliyim,” dedim. Şehirden otuz kilometre uzaktaydık ve başladım koşmaya, eve kadar. Takip eden dört gün boyunca yataktan çıkamadım, hiç durmadan kustum, midemde bir şey kalmamıştı. O zaman da on yaşlarında olmalıyım.

Daha sonra ne oldu?

Çıngar çıkaran ve aileye uğursuzluk getirmekten başka bir işe yaramayan, ilgi manyağı kaprisli velet diye nitelendim.

Hala kendinizi öldürmeyi düşündüğünüz oluyor mu?

O düşünce her zaman var. Ama hevesim yok, şu an için hiç yok.

Neden yok?

Sanırım merak yüzünden. Tamamen merak duygusundan. Beni hayata bağlayan sadece merak duygusu sanırım.

Neden sadece o? Diğer insanlar merak etmekle ilgilenmez, sadece yaşar gider.

Yaşamın karşısına düşen bir hissiyatım yok.

Yine de, kitaplarınızın intihara teşvik ettiğini düşünenler var.

Evet. Ama kitaplarım tabii ki herhangi bir intihara neden olmuş değil. Fakat geçen gün, önceki gece, penceremde bir kadın belirdi, benimle konuşmak istediğini söyledi. “Tabii ki,” dedim. “Konuşmak istediğiniz konu nedir?” Tam da geberten nezle nedeniyle yatağıma uzanmıştım. “Çok geç olmadan,” dedi kadın. “Kendini mi öldürmek istiyorsun?” Hayır, dedi ve devam etti: “Ama sen kendimi öldürmemi istiyorsun.” “Aklın başında değil, evine git,” dedim. “Hayır, içeri girmeliyim,” dedi. “Bu mümkün değil, ayakta duramıyorum yine uzanmalıyım,” dedim. Kadın “Dert etme” dedi, “Zaten kocam var, seninle yatma derdinde değilim.” Bütün bunlar yatak odamın penceresinin hemen dışında oluyordu. Pencereyi kapamaya çalıştığımda parmağını araya koydu. “Parmağını ezerim,” dedim. Elini hemen çekti, pencereyi kapadım yatağa gittim. Bir süre sonra dışarıya göz attığımda, hala orada bahçede dikildiğini gördüm. Daha sonra nihayet gitti ve sonra bana bir mektup yazdı. Mektupta şu-şu tarihte –Pazartesi gününe denk geliyordu- akşam sekizde mezarlıkta olacağını, en sevdiği nokta olan sağ kapıda bekleyeceğini söylüyordu. Randevu verdiği akşam evde bile olmayacaktım. Bir mektup daha yazdı. Bu kez on altı sayfa tutuyordu. Tüm yaşamını anlatmıştı. Kocasını, nasıl evlendiklerini, evlendiğinde ne kadar genç olduğunu, bunun gibi şeyler. Büyük ihtimalle mezarlıkta birlikte intihar etmemizi istiyordu. Diğer insanları tetikleyen nedenleri asla bilemezsiniz.

Çizim: Christiaan Tonnis
Çizim: Christiaan Tonnis

 

Yazmanın anlamsızlığının bilincinde olmanıza rağmen üretkenliğiniz hayret verici. Yaşamın anlamsızlığından yola çıkıp yazıyorsunuz. Bazıları bunun sahtekarlık olduğunu düşünebilir.

İnsan tam olarak nelerden emin olabilir? Sahte bile olsa, mevzunun özünü değiştirmiyor. Bir olguyu nasıl nitelediğinizin bir şeyi kesinlikle değiştirmediği çok açık. Herhangi bir olgunun varoluşuna dair bir şey bilmediğiniz çok açık. Sadece oturuyor ve elinizden geleni ardına koymuyorsunuz, sonra hepsi yine sona eriyor gidiyor.

Tamam, ama o çabanın motivasyonu nedir? Nihayetinde yatağınızdan çıkıp yazı masanıza her şeyin tam bir anlamsızlık olduğu düşüncesine dalmış şekilde gidiyorsunuz.

Bende sadece frenlenemeyen bir yazma isteği var. Birkaç hafta önce Stuttgart’taydım, bir Çehov oyununda – Üç Kızkardeş. Kendi kendime bu benim oyunlarımdan biri olabilirdi dedim. Daha iyisini yapabilirdim, saha sıkı bir iş çıkarabilirdim, o anda yine yazma iştahı geldi. Ben kuşkusuz herhangi birinin üzüntü duyacağı biri değilim, çünkü güçlüyüm. Zayıf olan biri böylesi konuları yazamaz. O metinleri öyle dizmek için bilek gücü gerekir. Anlattığınız insanlar ve durumlar zayıfladıkça, siz güçlenmelisiniz, yoksa imkansız olur. Siz kendiniz zayıf düştükçe, kağıda döktükleriniz güçlenir, doğruluk kazanır ve zinde olur. Gerginliği seven ve hep sinirlenen Zuckmayer gibileri düşüyor aklıma, çıkar yolu Yerliler, Kızılderililer ya da soyguncu kabile reislerinde arayan ama aslında kendisi sadece bir yaprak kadar gerginleşebilen tipler… Öte yandan yazdıklarım kendi fiziksel durumumla da örtüşüyor. Döngüsel. Görünümüm iyiyse ve havam yerindeyse ve güçlü ve zindeysem, yazmam olur biter, çünkü yazmak için aslında hiç iştahım yoktur.

Ne yapıyorsunuz o zaman?

Ne zaman?

Zinde olduğunuzda?

Yazma isteğim olmuyor.

Demek istediğim bu zindeliğiniz kendini nasıl belli ediyor? Aşık filan mı oluyorsunuz?

Çok uzun zamandır aşık olmadım. Kendimi bütünüyle yakalı yirmi yıl oldu.

Kendinizi cinsel anlamda mı yaktınız?

Hayır. Sekse hiç ilgi duymadım. Zaten her durumda benim için imkansız bir durumdu. Hastalığım yüzünden tabii. Hepsinin doğal akışında gerçekleşebileceği zamanlar oldu tabii, öylesi durumların önüne geçemezdim ama mevzunun patlaması için hiç uygun durumda olmadım. Hala yaşıyor olmaktan mutluysanız, kendinizi bir sanatoryumdan diğerine sürüklüyorsanız, tabii ki öyle meselelere kendinizi veremiyorsunuz. O zaman tek düşünceniz oluyor: Ölmek istemiyorum. Ama bu düşünce bile ertesi gün size zıt gelebilir.

Neden böyle söylüyorsunuz? Yaşamında sizin kadar bir sorunla uğraşmış biri tabii ki hayatını öylesine çöpe atıp gitmez?

Ama herkes bilir ki göz açıp kapayana dek bazı durumlarda kalırsınız ki, yaşam anlamını yitirir. Öyle bir ruh haline girersiniz. Sonra hemen ardından, aniden, daha önce olmadığı kadar canlanırsınız.

Çizim: Christiaan Tonnis
Çizim: Christiaan Tonnis

Kontrolünüzü yitireceğiniz bir ruhsal duruma girdiğinizi hayal edebiliyor musunuz?

Yok, onu asla kaybetmem. Ama kuşkusuz bunda herhangi bir kesinlik yok. Tanrım, ne demeliyim? Tam olarak neyi duymak istiyorsun?

Kendinizi öldürmeyeceğinizi söyleyebilirsiniz.

Öldüremeyeceğimi. Olur mu olmaz mı bilemiyorum. Çünkü bir saat içinde işlerin ve insanların nasıl tamamen değişebileceğini o kadar sık gördüm ki. Hiçbir şey ya da insan o kadar dayanıklı değildir. Bazı muhteşem sistemler var, kesinliğinden eminsiniz,  tamamen sımsıkı diyorsunuz, sonra bir bakıyorsun bir dakikada gidivermiş. Doğru rüzgârı bekliyor sadece.

Tamam belki de tezim saçmalıktı. Ama birinin kendisine bakıp kolayca öldürebileceğini – ölümden sonraki yaşama inanmadığını varsayıyorum, düşünemiyorum. Gerçek bir ateist aynaya bakıp kendisini öldürebilir mi?

Bilmiyorum. Ama kolayca birisinin kendisine bakıp bilinci tümüyle berrak biçimde kendisini öldürebileceğini, kahvaltıda oturmuş “Tamam, birazdan bileklerimi keseceğim,” diyeceğini düşünüyorum. Dedemin erkek kardeşi tam olarak böyle yaptı. Bunu neden yaptığını belirten kısa, mantıklı ve açıklayıcı bir not yazdı. Düşünülemeyecek hiçbir şey yoktur çünkü herkes birbirinden tamamen farklıdır. Dünyada birbirine eş iki insan yok.

Anlaşılan intihardan konuşmaya devam edemeyeceğiz.

Gerçekten hiç mi hiç gerek yok. Kendini öldürürken bana mektup yazarsın.

Kesinlikle kendimi öldürmeyeceğim. Baştan beri anlatmaya çalıştığım buydu.

Haydi ama. Böyle söyleyemezsin. Sekiz litre şarap içip kafayı bulan bir dostum vardı. Tam bir küçük burjuvaydı. Böyle küçük şirin şiirler ve berbat düzyazıları olan tam bir aptaldı. Bu küçük burjuvalarda her zaman olduğu gibi, üç karısı ve her birinden iki çocuğu vardı. Bu dev topluluğu ve satış yaptığı dükkanıyla çok mutluydu. Bu adam evine gitti. Karısının elbisesini üzerine geçirdi. Düğmelerini kapadı ve kendisini üzerinde karısının kıyafetiyle astı. Kırk beş yaşında ve geçmişinde en ufak bir bıkkınlık emaresi olmayan bir adamdı.

Tabii bunu anlatarak tezimin doğruluğunu kanıtlamış oluyorsunuz. Çünkü o adam kendisini aynada boynunda bir ip ve üzerinde karısının kıyafetleriyle görmüş olsa, elinde olmadan gülecek ve kendisini öldüremeyecekti. Anlatmak istediğim, tam da o anın komikliği bunu yapmana engel olacaktır.

Bu söylediğin doğru. Ne zaman bu konuda yazsam, sonu intihara giden mevzulardan bahsetmeyi kastediyorum, yazarken belirli şartları belirli biçimde açıkladığımı hissediyorum. Çünkü hiç kendimi öldürmedim, o işten paçayı sıyırdım. O zaman tabii ki, tam da o konuyu muhteşem anlatabilirsin. Farklı bir insan bunu yapamayabilir ya da hepsini anlatırken tahtaya çevirebilir… Ne düşünüyorsun? Aniden suratın değişti.

Bir kez o anda kendini öldürmeyi ciddi biçimde düşünüp düşünmediğinizi merak ediyorum. Otobiyografinde ölümcül hastayken ve doktorlar senden umudu kesmişken yaşama döndüğün o boşluk anını anlatıyorsunuz. Tabii o durum birinin kendisini tamamen kendi elleriyle şekillendirmesinin dışında kalıyor.

Yazdığımın tamamen gerçeği anlattığını kim bilebilir? Ben kendim dahi hep geri adım atan biriyim. Birçok yaşamı kendininkiymiş varsayıyorsun, biri diğerine benziyor zannediyorsun, aslında başkalarının yaşamı kadar farklılık ve bir kadar az miktarda da kendinle benzerlik var. Belli ki aynı anda hem doğru hem de yanlış. Tıpkı her şeyi aynı anda hem güzel hem de çirkin olması, hem ölü hem canlı olması, hem tatlı hem tatsız olması gibi. Önemli olan tek şey, aklının en çok neye yattığı. Bana kalırsa ölüm, sıra dışı bir olgu değil. Ölüm hakkında, bir başkasının akşam yemeği hakkında konuştuğu gibi konuşuyorum.

Thomas Bernhard: "Sanatoryumlarda gezerken sevişmek olmazdı" 4

Farklı bir konu ister misiniz?

Tabii, ne gibi mesela?

İnsanlardan farklı olmak istediğinizi söylediniz.

Herkes ister.

Ben değil. Çünkü kendini normalin dışına atmak isteyen biri öncelikle kaybolmayı istemeli.

Yanlış anlaşılma olmasın diye, çok dikkatli analiz yapmalısın. Açık ki konunun iki tarafı var. Zorlamak itip kakmaya döndüğünde, vazgeçme eğiliminde olan biri gidip saklanmayı deneyecektir. Konuşmayı, yemeyi, diğer insanlar gibi alıklaşmayı deneyecektir. Buraya taşındığımda ben de böyle yapmıştım. “İki inek alıp sağacağım, dümdüz yaşayacağım ve lastik çizmelerle metal işçilerinin gömleklerinden giyeceğim, olabildiğince kirli, ufak ve yağlı olanlarından. Sonra sekiz hafta yıkanmayacağım, böylece olabildiğince buradaki insanlar gibi görüneceğim.” Ama işler böyle yürümüyor, böyle kenara çekilemiyorsun çünkü bilinçli bir biçimde üretebileceğin bir şey değil.

Denediniz mi?

Hepsini denedim. Ta ki o yönde gitmekle zaman kaybettiğimi anlayana dek. Ayak basılmamış yoldan içindeki [bendeki ve sendeki gibi] ve herkeste olduğu gibi tüm tuhaf, gaddar, berbat, gergin, garip şeylerle yürümek zorundasın. Yüz adet Hubertus paltosu arasına saklanıp bir bar masasında geri kalan herkesle otururken gülüşüp bir pazar sabahı iyi yapılmış erişte çorbası içip ya da bir Paskalya turtasını götürüp ferahlığın zirvesinde takılamazsın, işe yaramayacaktır. Farklısın, bizim bakış açımıza göre bütünüyle aynı gözüken o insanların hepsi ve her birinin aslında farklı olduğu gerçeği bir yana, sadece öyle olmaya çalışmıyorsun fakat tüm bunlara rağmen, onlar kendilerini oklavanın altına yuvarlıyorlar. Hepsi bir yana, tabii arada birkaç tane havaya biraz yükselen bataklık sazı var ve bu nedenle incinebilir ve korumasızlar. Tabii ki koyunotlarının arasında saklanacak kırmızı zambak ya da saraypatılar için absürd bir durum çünkü bir kırmızı zambak olmaktan gurur duymayı sürdürüp aşağıda diğerleriyle daha mutlu olabilirlerdi. Öte yandan, diğerlerinden daha soylu ve güzel olabilirdi ama aynı zamanda tamamen koyunotlarının arasına sığınmış olacaktı. Böylesi bir durumun ürkütücü ve korkutucu yanı, işe yaramayan tarafı bu. Her ne isen o olacaksın ve kalıbına en iyi şekilde oturacaksın.

Birlikte vakit geçirmekten hoşlandığınız kimse var mı?

Çevremde herhangi bir süre olmasını istediğim ya da sabredebileceğim herhangi birini tanımıyorum. Yani kalıcı birliktelik imkansız bir durum. Örneğin, birinin benimle arka arkaya iki gün ve gece aynı evi paylaştığını düşünemiyorum. Seksen beş yaşındaki teyzem hariç. Ama o bile ancak belirli şartlar altında gerçekleşebiliyor, dolayısıyla bu durumun zor olmasının yanı sıra iş giderek groteskliğe yaklaşıyor ve bu sayede biraz çekilebilir oluyor. Böyle bir durum bile bir haftadan uzun zaman dayanmıyor. Bazen tabii ki aynı şeylerin ihtiyacını duyuyorsun, çevrende seninle olacak insanların, Brüksel, Viyana, Zürih ya da herhangi bir yerde, oldukça zor. Bir şehre taşınabilirim ama sağlık sorunları nedeniyle bunu yapamam, çünkü o şehirde tıkılır kalırım. Tabii kırsalda yaşamak üzere doğmuş biri değilim pek. Doğaya sıfır ilgim var. Ne bitkilerle ne kuşlarla ilgiliyim çünkü birini diğerinden ayırt edemem, bugün hala sıradan bir karakuş neye benzer bilmiyorum. Ama bir şeyi kesin biliyorum, bu soluk borumla şehirde uzun süre yaşayamam. Bu durumda kış gelince çiftlikten hemen hiç ayrılmıyorum, çünkü şehre gitmem demek kendimi öldürmem anlamına geliyor. O zaman iki olasılık beliriyor, her şeyin ilginç olduğu şehirde yok olacaksın ya da etrafta sinirlerini zıplatan bir kişiyle olacaksın. Bu çözümü olmayan bir problem.

Kitabınız Ses Taklitçisi’nde okurları Orta Avrupa ülkelerinin tüm başkanlarına suikaste çağırdığınız bir bölüm var. Bu bölüm bir sanatın korumacı etiketinin altında, edebiyat yayıncısından çıkmış kitapta değil de siyaseten partizan bir gazetede çıkmış olsa, şeye yakınlıktan hakkınızda dava açılırdı…

Tabii ki yakınlık duyuyorum. Ama neye yakınlık duyduğumu bilmiyorum…

Demek istediğim bugünlerde ne isterseniz yayımlanır ve kimse söylediklerinize şaşırmaz.

Onu bilemem. Mesela Die Zeit’a üç ay önce bir mektup yazdım, Kreisky’ye karşı doğaçlama gibi bir şeydi. Beş hafta masalarında tuttular sonra da bana bir yerden diğerine ilettiklerini bildiren mektuplar yazdılar sonra yazı hiç iz bırakmadan kayboldu gitti. Böylesi bir duruma Bayan Hintermüller’i bile katmak istemezsin. Söylemek istediğim ben de herkes kadar entrikalara ya da zararlara açığım. Bu insanlar Kreisky’nin kılına zarar gelmesin istiyorsa, çünkü kendisi o çevrede pek popülerdir ve biraz çılgın çocuk diye bilinir, benim de kendimi bilinen ironik damardan formüle etmem gerek olmayabilir, ne de olsa basılmayacaktır.

O yazıyı bastırmak için hiç mücadele ettiniz mi? Yazı adına savaştınız mı?

O şirin, ahlaksız oportünistlerden oluşan Die Zeit editöryal kadrosuyla savaşmak tamamen aptallık olur. Hiçbir şekilde anlamlı olmazdı.

Peki o yayında kim kaldı? Aptal diye nitelemediğiniz kim kaldı?

Neden? Kimse… Söylediğim bu zaten.

O zaman tam da söylediğim gibi, hiç ayrım gözetmeden herkese küfrediyorsunuz ve belli ki kimse sizi artık ciddiye almayacak ve saldırılarınız amacına ulaşmayacak.

Neden ulaşmasın? Amaçlanan hedefleri vardır ya da yoktur. Her durumda, saldıran kişi o kısmı umursamaz.

Yazarken kimi düşünüyorsunuz?

Bu tabii ki tamamen aptalca bir soruydu.

O kadar aptalca değildi. Kızgın olduğunuz birini düşüyor musunuz ya da bazen sizi anlayan birini?

Yazdıklarımı okuyacak herhangi birini düşünmüyorum çünkü okuyacak herhangi biri zerre umurumda değil. Yazarken kendi keyfime bakıyorum, bana da böylesi yeterli. Daha iyi ve kendini vermiş yazmayı sürdürmeye çalışırsın, bir dansçının her zaman daha iyi dans etmeye çalışması gibi, ama tabii bu kendi kendine olacaktır, çünkü herkes, kim olursa olsun istisnasız herkes, tekrarlayarak mükemmelliğe yaklaşacaktır, aynen tenis oyuncusunun servisi gibi, bir yazar ya da yüzücü ya da oda hizmetlisi ya da gündelikçi olmak gibi. Kadın, beş yılın ardından her şeyi kırıp döküp temizlediğinden fazlasını bok ettiği ilk gününe göre daha iyi temizlik yapacaktır.

Yazmak aynı zamanda insanlarla iletişime geçmeyi denemek değil midir?

Hiçbir şekilde herhangi biriyle iletişime geçme derdim yok. Ne zaman biriyle temas etmeyi denemişim? Tam tersine, benimle temas etmeye çalışanlardan kaçtım durdum. Bana gelen tüm mektupları aynen çöpe atıyorum. Çünkü teknik olarak onlarla baş etmek imkansız, iki sekreteri olan ve küçük bir notla ayaklarına kapanmış götlekleri son raddesine dek emen o siktiriboktan yazarlar gibi davranamam. Yazdıklarımın basılmasını, kitap haline gelmesini ve böylece onlarla işimin bitmesini istiyorum sadece. Böylece onu dolabıma yerleştiririm, hem kaybolmaz hem de orada oldukça güzel durur. Yazılarımı oldukça kalitesiz, ucuz ve emici kağıtlara yazıyorum ve düzgün bir yazıtipine geçince keyfini çıkarıyorum, sonra yayıncım ban ayda bir biraz para gönderiyor ve tam o noktada tüm hikaye sona eriyor. Bundan vazgeçme isteğim yok henüz, yazmaktan ve beni içine alan ruh halinden, çünkü yazmaktan müthiş keyif alıyorum ve aslında başka bir şeye de ihtiyacım yok ve sadece burada Avusturya’da değil, dünyanın herhangi bir yerinde dahi başka birinin tekrar edemeyeceği bir şey yapıyorum gibi hissediyorum. Kırk ile altmış yaş arası düzyazı yazan biri için uygun yıllardır, bazıları için biraz daha genç olabilirsin ama ben geç gelişenlerdenim ve tam da kendi zirveme ulaşırken bu duyguyu öldürmek istemiyorum. Bunu yapmam için gerçekten deli olmam lazım. Tabii ki kimse delilikten muaf değildir…

Kesinlikle sizden yazmayı sona erdirmenizi istemiyorum. Sadece sizi anlayan ve çalışmanıza yarar sağlayacak birileriyle temas edebilirsiniz diyorum.

En çok olabildiğince yalnız olduğumda istim üzerinde oluyorum, neye yol açarsa açsın, yol açtıkları da tabii aksaklıklardan başka bir şey değil, onları da hiç kafama takmıyorum. Başka kimsenin ilgisinin olmadığı şeyleri sevebiliyorum. Sizi [Peter] Handke’yi burada üç gün yaşatmayı denemeye davet ediyorum, çığlık çığlığa kızına kaçar gider. Güçsüz, zayıf, küçük bir aile çocuğu o ve buna rağmen yalnızlıktan şikayet edip duruyor. Bu tipler tamamen yalnız olmaya dayanamayan kişilerdir. Çünkü aslında yalnız olmak oldukça çaba isteyen bir iştir. Bu çabayı göze almadan kimse benim gibi yazamayacaktır. Önemli ya da değil, bu günler tartışılır noktadadır. Handke’nin o şirin ufak kızı var. Bu beni hep kötü yola itiyor, çünkü her zaman ailenin ve benzerlerinin karşısında oldum, çünkü ailesi, çocuğu, savurgan kayak kıyafetleri ve benzeri çer çöpü Noel zamanı üzerine geçirmiş ve yanlarında çocuklarıyla St Moritz’deki lüks yayıncılarını ziyaret ediyorlar, bunları görünce dehşetten içim dışına çıkıyor, bir dakika önce burada olan, bir dakika sonra şuraya giden, kendilerini Amerika’ya davet ettirip ders veren, bir şey yazınca editörün odasına koşup iki gün sonra gazetede yayımlatanları görünce dehşete kapılıyorum. Takmıyorum, benzer şekilde davranmıyorum. Başkaları bundan rahatsız olup vazgeçebilir. Ama ben daha az umursamıyorum. Kurabiye kavanozunun kapağını tutmamı sağlayan bu güç.

Çocuklu ailelerin canınızı neden sıktığını açabilir misiniz? Annelerin her yerde kulaklarının kesilmesi gerektiğini söylemiştiniz.

Böyle söyledim çünkü insanlar dünyaya çocuk getirdiklerine inanarak yanılıyorlar. Bütün mevzu tümüyle işe yaramaz. Nihayetinde hepsi yetişkin olacak, çocuk değil. Terli, zalim, göbekli bir mal sahibi ya da soykırımcıyı doğruyorlar, yaptıkları şey bunlar, çocuklar değil. İnsanlar bebeklerinin olacağını söylüyor, aslında gerçekte seksen yaşında üzerlerine işeyecek, leş gibi kokacak, kör, topal ve gut hastalığından kıpırdayamayacak birini dünyaya getiriyorlar, dünyaya getirdikleri işte bu. Ama bunu görmüyorlar, o zaman doğa, üstün geliyor ve bütün bu boktan iş sürüp gidiyor. Ama tabii ki benim umurumda değil. Benim konumum bu noktada ancak gülünç olabilir. “Papağan” demek istemiyorum çünkü bu kelime çok cafcaflı duracak, o zaman “yaygaracı küçük kuş” diyelim. Bu küçük kuş biraz gürültü çıkarıyor, sonra ortadan kayboluyor, gidiyor. Orman büyük, karanlık. Ormanda bir baykuş bazen ciyak ciyak bağırıp diğerlerine huzur vermiyor. İşte ben oyum. Ve başka herhangi bir şey olmak için en ufak arzum yok.

Otobiyografinizde imzanızın karakteristiğinin farklı olmadığını yazıyorsunuz.

İşte olduğu gibi alınamayacak bir konu daha. Ben herhangi bir şeyden farksız değilim, ama her şeyden farksız da olmalıyım, çünkü başka türlü devam edemem. Bu konuda söylenebilecek yegane şey bu.

Teyzenizin sizin ve çalışmalarınız üzerindeki etkisi nedir?

On dokuz yaşımdan beri hayatımda hiç kuşkusuz en önemli insan hep o oldu.

Onun öleceği düşüncesi sizi ürkütüyor mu?

Neredeyse dayanılmaz buluyorum, ama göreceğiz. Yakında böyle olacak gibi görünüyor. Beni çığrımdan çıkarabilir. Dürüst olmak gerekirse, durum bu. Daha sonra tamamen bitebilirim, ama bir şey ancak bir kez olur diyebilirsiniz, çünkü kuşkusuz hiçbir şeyi tahmin edemeyiz. Teyzem öldüğünde, ölü olacak. O zaman ben de seni arayacağım, böylece sen dayım olacaksın.

Diyosunuz ki, yerine konamayacak bir insan vardır, bağlanabilen biri? 

Bir yerden bir şekilde bir sütçü kız çıkagelir boşluğu doldurur. Hayır, tabii ki yerine konamayacak kimse yoktur.

O zaman şu açıklamanızda ısrarlısınız: “Yalnız kalmak istiyorum.”

Başka şansım yok anlamıyor musun? Yaşamdan istediğim gibi keyif almak için, yalnız olmaktan başka şansım yok. İşin aslı başka insanlarla yakın olmak benim için ölümcül. Ama bu benim için üzgün hissetmeye bir neden değil. herkes kendi derdi için sadece kendini suçlamalı.

Yaşamda sizin için, yazmanın yerini tutabilecek bir şey var mı? 

Herhangi bir şeyin yerine konacak bir başkası yoktur. Her zaman bisiklet sürebilirim mesela, ama sence bunu başka bir şeyin yerine mi yapıyorumdur?

Güzel bir gün, aniden aklınıza fikir gelmemeye başlarsa ne yapacaksınız? 

Böylesi sorular seni hiçbir yere götürmez. Bir şarkıcıya sesin olmazsa ne yaparsın demek gibi. Ne cevap vermesini istersin? “Sessizce şarkı söylerim” mi desin? Şöyle olabilir, ne zaman bir şey yazsan, son olduğunu düşünürsün, tekrar yapamayacağını ve yapmak istemediğini. Ama beni başka hiçbir şey ilgilendirmiyor.

Peki yarın aniden hayatınızın aşkıyla karşılaşırsanız? 

Bunu engelleyemem.

Çeviri: Ömer Naci Jr. ✪

Önceki

” “Liberal” Bir Hak Olarak Vicdani Ret ” – Mehmet Tarhan

Sonraki

[Jeff Shantz] Devletin Ötesinde: Anarşiye Geri Dönüş – 2003