Her şey birdenbire değişebilirmiş demek… Oysa ne güzel bir Haziran sabahı idi bu sabah! Hatta bir bayram sabahı… En güzel giysilerimi giymiş, anne ve babamla birlikte durağa gelmiştim. Eminönü Tramvayı’nın geçtiği durağa… Eminönü’nde bayram yerini gezerken neler yapabileceğimi düşününce içim içime sığmıyordu. Salıncağa binecektim. Paramın yettiği kadar sallandıktan sonra salıncakçının izniyle biraz daha kalabilirdim belki… O, bu sırada “cabası, cabası!” diye bağıracak ben de bu fazladan eğlencenin tadını çıkaracaktım. Tıpkı geçen bayram olduğu gibi…
Ancak, annem ve babam birden bire ortadan kayboldular. Durakta yapayalnız kaldım. Tek başıma! Bayram giysileri ile gezmeye gitme heyecanındaki küçük bir kız! Durakta benden başka insanlar da var. Onlara annemleri sorsam mı acaba? Ama annem beni “tanımadığın insanlarla, yabancılarla konuşma sakın!” diye sıkı sıkı tembihler. Ben de uslu bir çocuğum. Daima anne ve babamın sözünü dinlerim. İyi de, niye gelmediler hâlâ? Nereye gitmiş olabilirler ki? Canım gerçekten sıkılmaya başladı. Böyle durumlarda hep ayaklarımı sallarım. Yine ayaklarımı sallamaya başlıyorum. Karşıda duran adam bana bakıp dalga geçermiş gibi gülüyor. Hemen ayaklarımı sallamayı kesiyorum. Zaten bacaklarımda garip bir ağrı var. Dün sokakta arkadaşlarımla koşturmuştuk belki ondandır.
Sıkıldım ama ben! Yanımdaki teyzeye annemleri sorsam iyi olur. O, belki görmüştür nereye gittiklerini. Elimi uzatıp teyzeye dokunuyorum. İrkiliyor. Dalmıştı herhalde.
– Annemleri gördünüz mü? Az önce birlikte gelmiştik…
Kadın şaşırıyor. “Görmedim” dercesine bir kafa işareti yapıp oturduğu yerden kalkıyor. Durağın dışına gidip orada beklemeye başlıyor. Bir yandan da tedirgin bakışlarla bana bakıyor.
Beni dilenci mi sandı acaba? Hâlbuki üzerimde en güzel giysilerim var. Hem sabah annem saçlarımı güzelce tarayıp ördükten sonra gül suyu bile sürmüştü güzel kokayım diye. Kadın niye korktu ki? Belki de tanımadığı insanlarla konuşmaktan hoşlanmayan biridir…
Ya annemler gelmeden tramvay gelirse? Kaçırırsak hiç iyi olmaz. Uzun süredir durağın dışında bekleyen bir amca var; ona sorabilirim. Oturduğum yerden kalkıp adamın yanına gidiyorum…
– Eminönü Tramvayı geçti mi acaba?
Amca bana şaşkınlıkla bakıyor. Sonra garip bir gülümsemeyle cevap veriyor.
– Tramvay mı? Ne tramvayı yaa? Buradan tramvay geçmez ki? Otobüs durağı burası!
Hiçbir şey demiyorum. Adam buraların yabancısı demek… Biz, ben doğduğumdan beri Arnavutköy’de oturuyoruz. Eminönü’ne de hep tramvay ile gideriz. Belki de başka bir şehirden gelmiştir bu adam.
Arnavutköy, ne güzeldir! Sıcak havalarda kıyı boyunca denize girenler olur ama bana yasak! Akıntı varmış da, kapılırsam kimse beni kurtaramazmış. Laf İşte! “Abim niye giriyor? O girerken akıntı yok mu?” diye çıkıştım bir keresinde. Abim, kaş- göz işaretiyle beni fena yapacağını ima etti. Babam da “Abine de yasak! O da giremez tabi” diyerek öfkelenmişti. İyi olmuştu. Abim, erkek diye hep kendisine ayrıcalık tanınsın ister. Hava kararır, ben eve koşarım; o arkadaşlarıyla dolaşmaya devam eder. Ben annemler olmadan bir yere gidemem; abim arkadaşlarıyla İstanbul’da tur atar. Kızdığım zaman da “Ben erkeğim! Beni kendinle bir tutma!” der. Ne desem boş!
Nerden geldim bu mevzuya; ha Arnavutköy’den! Güzel yerdir gerçekten. Yazın sahilde dolaşıp denizi izleriz. Sonbaharda kıyıya yanaşan kayıklardan ayva almak çok keyiflidir. Kaç ayva isterseniz; siz parayı atarsınız kayıkçılara, onlar da ayvayı ya da ayvaları… Ben her seferinde para ya da ayvalar denize düşecek diye korkarım ama korktuğum gibi olmaz. Kayıkçılar parayı havada kapar; alıcılar da ayvayı! Her mevsimi ayrı güzeldir bu semtin.
Yok, bu adam kesin başka bir şehirden gelmiş. “Tramvay geçmez” diyor bilip bilmeden. Tramvay durağı burası! Bir de pişkin pişkin gülüyor çok garip bir sual duymuş gibi…
Ay, çok sıkıldım ben! Kalkıp eve mi gitsem acaba?
Belki anneme ya da babama bir şey olmuştur. Yoksa burada beni böyle yalnız bırakırlar mıydı? Korkmaya başladım. Evet, en iyisi eve gitmek galiba…
Tam böyle düşünüp ayağa kalkmış iken, bir feryat duyuyorum.
– Anneee!…
Yaşlı bir kadın bana doğru koşuyor.
– Ah anne, burada mıydın?
Deli mi ne? Koca kadın bana, anne diyor!
– “Ben sizi tanımıyorum!” diyorum öfkeyle!
– Arkamı dönmeye gelmiyor! Nasıl geldin buraya, ilaçlarını da içmemişsin.
Beni kaçırmak mı istiyor nedir? Kimse de bir şey demiyor.
– Sizi tanımıyorum dedim! Annem gelir şimdi, Eminönü’ne gideceğiz biz. Bayram yerine!
– Anne, şu incecik kıyafetle çıkmışsın ya! Donacaksın kalk! Eve gidelim hadi!
– Annemle babam gelmeden hiçbir yere gitmem ben! İmdaaatt!
Kimse yardım etmiyor! Kadın göz göre göre kaçıracak beni. Son çare durağın yanındaki yabancı adama yalvaran gözlerle bakıyorum. O ise donuk bir ses tonuyla konuşmaya başlıyor.
– Hadi teyzecim, uğraştırma kızını! Hasta olacaksın bak!
Yok, bu adam da bunların işbirlikçisi!
Hâlbuki ne güzeldi bu sabah! Ne güzel bir Haziran sabahı idi. Hatta bir bayram sabahı… En güzel giysilerimi giymiş, anne ve babamla birlikte durağa gelmiştim. Tramvay durağına! Her şey bir anda değişebilirmiş demek…
✪