Çalışmaları yakınlaştırıp, detaylı baktığınızda, insanların yüzlerindeki şiddet, hiddet ve öfkesinin, basit ama oldukça ürkütücü çizgilerine vakıf olabiliyorsunuz. Los Angeles’lı sanatçının çalışmalarında dünya mini mahşer yerlerinden oluşuyor. Her resim kendi içinde kaotik şiddeti anlatıyor. Bir yandan, resimlerde iktidar unsurları göze çarpıyor. Üniformalılar, erkekler, çoğunluklar… Öte yandan, bazı resimlerde ise, günlük hayattaki statülerinin ağırlıklarından sıyrılmış, kendilerine güvenlerinden eser kalmamış aristokrat, orta-üst sınıf insanlar, “gölgeler” tarafından şiddete uğruyor, tecavüz ediliyor ve katlediliyor.
Tam da bu noktada, ressamın da zaman zaman gönderme yaptığı, Jung arketipti “Gölge”nin hatırlanması gereklidir. İnsandaki istenmeyeni reddedilen tüm özellikleri içine alan gölge, egonun karanlık yüzüdür; potansiyel kötülüğümüz genelde burada saklanmaktadır. Gerçekte gölgenin bir etiği yoktur; iyi ya da kötü değildir, tıpkı hayvanlardaki gibi. Bir hayvan yavrularını şefkatle sevme ve avlarını yiyecek için vahşice öldürme yeteneklerine sahiptir. Ama ikisini de yapmayı seçmez. Ne isterse onu yapar. O “masumdur.” Fakat bizim insani bakış açımızdan, hayvanların dünyası vahşi ve acımasız görünür, bu yüzden de gölge, kişiliğimizin itiraf edemediğimiz yanlarının saklandığı bir çöp kutusu haline gelir.
Gölgenin sembolleri, yılan, ejderha, canavarlar ve şeytanlardır. Gölge çoğu zaman bir mağaranın ya da su dolu bir havuzun; kollektif bilincin girişinde bizi bekler. Bir daha rüyanızda şeytanla mücadele ettiğinizi gördüğünüzde farkedeceksinizdir ki mücadele ettiğiniz yalnızca kendinizdir.
Cleon Peterson da gölgeleri, toplumun bizzat kendisi gibi kurguluyor ve şiddeti kendi içimize yönlendiriyor. Sokak sanatı, graffiti, sitencıl görüntüler benzeri resimleri bu açıdan bakıldığında son derece dikkat çekici.
Ressamı Anthem Journal, Platinum Cheese ve MyArtSpace söyleşilerinden bir kolajla selamlıyoruz.
“Psikiyatrist resimlerinden birini satın almış ve anneme deli olduğumu söylemiş”
Cleon Peterson: témoin du désordre Mediapart
Büyükannem şair, annem ise dansçıydı. Tüm çocukluğum annemin bana aktardığı resimler ve filmlerin etkisiyle çizim ve boya yapmakla geçti. 15 yaşında liseyi bıraktım. Yarıda bıraktığım birkaç sanat okulu sonrasında, eğitime tasarım okumak için döndüm.
Herkesin, dünyayı, kendi geçmişlerinin tecrübelerinin merceğinden gördüğünü düşünüyorum. Bugünün dünyasını, insanın her ne olursa olsun istediğini almayı başardığı o ilkel güdüsüne dönmüş bir hali olduğunu düşünüyorum. Özümüze döndük yani. Bu bakış açısı insanın şu an tüm ekonomik ve sosyal durumunu karşılıyor.
Resimlerim bir parça distopik. Ayrıca, insanlara çalışmalarımı nasıl okuyacakları konusunda herhangi bir yol gösterme konusunda çok isteksizim. Duygusal olarak resimler bir diyalog kaynağıdır ve açık okumalara açıktır. Ayrıca çalışmalarımda gerçek bir komedi de vardır. Her şey bir kaynama noktasında, absürtlüktedir. Bugünün kültüründe sinizm ve nihilizm var ve sanırım Hollywood tarzı mutlu sonlar ve körlemesine olumlu olmak üzerine sosyal baskı bir parça iki yüzlü ve midenin kaldırmakta zorlanacağı bir durum.
Bir psikiyatrist resimlerinden birini satın almış ve anneme deli olduğumu söylemişti. Bilmiyorum, olabilir. Resimlerimin bir kısmı tecrübelerimden, düşmüş bir yaşam sürdüğüm, canki olduğum dönemden kaynaklanıyor olabilir. Ben gerçekliği resmediyorum gibi düşünüyorum. Ressamlarda sembolist eğilimler görürsünüz, Oysa ben bundan uzak durup gerçekliği ama kaotik, zalim bir gerçekliği resmediyorum.
Tüm sanat tarihinden, odamın duvarına asacağım tek resim Kurt Vonnegut’un “Götdeliği Yıldızı” olurdu.[1. Futuristika notu: Bahsedilen resim, bir Futuristika hareketi olan La Gazette Della Fanzin’in ikinci sayısının da kapağını oluşturuyordu.]
✪