(Ev) Hâlâ Georgia, Athens’de yaşıyorum. Pyke County’deki fare deliğinden ayrıldıktan sonra oraya taşınalı neredeyse on iki yıl oldu. Bu gezegende kendimi bu kadar evimde hissettiğim başka bir yer yok. Ama garip bir şekilde, orada daha az zaman geçiriyorum. Son altı yıldır, sık sık gezdim durdum. Müzik, kayıtlar ve turlar zamanımı gittikçe daha fazla kemiriyor. Athens’e döndüğümde tek bir şeyi arzuluyorum: karım Tina (aynı zamanda grubunun basçısı) ile sessizce durmak, akan günleri izlemek, verandamızda yıldızlara bakmak. Konsere gitmiyorum, altı yıldır Athens’de yeni bir grup görmedim. İzin günlerimde ofise gitmekten hoşlanmıyorum… orada, gitarımı günde iki saat tıngırdatıyorum. Yeni şarkılar yazma amacıyla değil. Doğaçlama yapıyorum, mırıldanıyorum, şarkı söylüyorum. Bazen trompeti sesi çıkarıp gitara eşlik ediyorum. Kazadan önce nasıl çalındığını biliyordum, parmaklarım hala yeterince güçlüyken. Ben böyle mutluyum. Bu benim ev hayatım, ilginç bir şey yok.

(Müzikten para kazanmak) Benim için hâlâ yeni bir durum, bu yüzden işin eğlencesindeyim. Nefret ettiğim ise tüm bu iş adamlarından beni ayıran önemli boşluk yavaş yavaş dolduruldu. Aynı uçaklara, aynı taksilere biniyoruz. Aynı otellere gidiyoruz, aynı kahvaltıyı yapıyoruz. Artık daha açık ama daha sessiz olduğumu düşünüyorum. Artık geçmişte olduğu gibi, birdenbire “Senden nefret ediyorum, sen sadece pis bir domuzsun” diyen kendimden nefret ettiğimi söyleyemem. Bazı açılardan, hayatımı seviyorum, müzik bana gerçek tatminler getiriyor. Ve insanların tepkisini gördüğümde çok duygulanıyorum, ya da Sweet Relief II derlemesi örneğin, Madonna, Kristin Hersh, Garbage veya REM gibi farklı sanatçıların şarkılarımı yorumladığı çalışma örneğin.

Bazen o geçmiş yılları şefkatle düşünüyorum. Ama sonra herhangi bir nostaljik duyguyu atmak için bugün bana ne olduğuna bakmam gerekiyor. O zamanlar kendimi neredeyse insanüstü biçimde kendimi yok etme mantığına adamıştım. Karmaşanın süper kahramanı olmak, mutlaka zarar verir, can acıtır. Dünyadaki hiçbir şey için bunu tekrar yaşamak istemem. Athens’e gelişimden sonra inanılmaz acı dolu günler yaşadım. Yaşamasaydım herhalde böyle biri olmazdım. Kendi zor zamanımı, kirli geçmişimi yaşamak zorunda olduğuma inanmak. Bugün hangi acı ve sefalet eşiğine dek gidebileceğimi biliyorum. Bana çok şey öğretti. Bana entelektüel bir sabır verdi. Beni kendin hakkında biraz olsun anlamı elde etmek için uzun süre beklemeyi bilmen gerektiği düşüncesini kazandırdı.

Gençken de aynı tür şarkılar yazıyordum. Ama ruhsal durum açısından, bugünün Vic’i o zaman kendini gösterdi. Elbette, umuyorum o zamandan beri olgunlaşmışımdır. Evrim geçirdim, saçımı kestirdim ama şimdiki kişiliğimin büyük bir kısmı o yıllarda ortaya çıktı. Ne olduğuma dair büyük bir sorgulamadan geçtim. Daha önce, sanırım taşralı bir aptaldım. Cehaletten veya inattan olacak, Güney’in kusurlarının tam panoplisini benimsedim: umursamazlık, ırkçılık, ağırlık. Büyüdüğüm yerin beni kendim için düşünmeye teşvik etmediğini söylemek gerekir. Baban ne derse, kilise ne derse, onları takip et. Yanıldıklarını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bütün bunları doğal bulmaya çalıştım. Ama aslında beni yiyip bitirdi. Ne kadar aptal ve hatalı olduğumu anlamam uzun zaman aldı. Bir gün, tüm bu zor, acınası dehşeti, tüm aptallığı kabullendim. Kazadan sonra hastanedeydim. Sıkıntıyı atmak için birçok kez olduğu gibi, sarhoş araba kullanırken ve bir yere bodoslama dalmıştım. 18 yaşındaydım. Yatağımda, hayatım boyunca felçli kalacağımı bildiğim o anda, sonunda envanteri çıkardım. Bu tür bir uyanış acıtıyor, yaralıyor ve sadece fiziksel olarak değil. Benim için bir daha asla kolay olmayacağını hissettim. Kendi yolumdan çekildim. Oraya hiç ayak basmadım, orada tanıdığım insanlarla tüm teması kestim. Artık onlara söyleyecek hiçbir şeyim yok.

(Athens’e) Vardığımda, pek çok şey kendini empoze etti. Yeni bir felsefe, yeni bir yaşam anlayışı. Nihayetinde yansıtmak doğaldı, özgürlüklere izin vardı. Sarhoş oldum ve ilk kez 16 yaşında marihuana içtim. Orada, 19 yaşında, ilk kitabımı okudum, hayal edilemeyecek sayıda insan şiir yazmıştı, en kötü metinler bile bana heyecan verici geliyordu. Yeni dalga, punk – rock, özgür davranışlar, garip kıyafetler, LSD, bilmediğim müzikler keşfettim… benim için, yüzyılın başında Montmartre’da Paris’te yaşamak gibiydi. Hiçbir şey yapmamaya karar verdiğimizde bile, iyi bir hamle olduğunu hissediyorduk. Hayat doğal biçimde taşıyordu. Basitçe, çocukluktan beri sürüklediğim karanlık fikirlerin ve intihar eğilimlerinin doğal olarak serbest kaldığını fark etmedim. O duygulara gittikçe uyum sağladım. Beni ne kadar çoğaltırsa kendimi o kadar iyi hissettim.

(Asit etkili ilk albümlerle bir karikatür olma korkusu taşıyıp taşımadığı hakkında) Bence bu tam olarak benim tek tutkumdu: bir karikatür olmak, yüzünü buruşturmak, gıcırdamak. Artık bir insan olamadığıma göre, bir canavar olabilirim. Ayrıca bohem bir hayat süren ve her gırtlağına kadar batan bir şair olmak istedim. Evrenin nasıl döndüğünü düşünürken bataklığa batan adamlaran oldum. Kıçın çamurda kafan bulutlarda… bu görüntünün keyfini çıkarıyordum. Athens’de kötü şöhretli bir alkolik oldum. İlk plağım Little çıktığında değişmeye başladım. Ama yine de bu saçmalıklardan kurtulmam birkaç yılımı aldı. Zar zor dışarı çıkabiliyorum artık. Kıçının sefalet içinde olması yurdumda hala oldukça doğal, belli ki, aslında kabullenilmiş bir kader. Bugün, ruhun hala Ay’a çıkabildiği sürece kıçımın bir takside ya da uçak koltuğunda eğlenceli buluyorum.

Her şeyden önce, Athens beni savaşmak, kendimi ifade etmek istememe neden oldu. Ancak müzikal anlamda ana etki daha eski, daha derin kökleri var. Büyükbabam şarkılar bestelerdi. Küçükken gitarını çıkardığını gördüğümde onu dinlemek için sürünerek yanına giderdim. Bana çalmayı öğreten oydu. Ailenin hobisi müzik olduğu için şanslıydım. Büyükannem ve annem de böyle küçük şarkılar yapardılar. Doğaçlamanın neden sadece farklı sesleri, kelimeleri, yapıları deneyimlemekten gerçekten hoşlandığım şarkı sözleri düzeyinde değil, çalışmam üzerinde daha büyük bir etkisi olduğunu kesinlikle açıklıyor bu. İnsanlar şaşırabilir, çünkü ben katı görünen, kaçışlar için çok uygun olmayan bir folk kaydında çalmayı tercih ederim. Eski folk müziğini ve daha genel olarak popüler müziğin birçok biçimini gerçekten seviyorsam, aslında sadelikleri ve esnekliklerinden: herkesin kişiliğine çok iyi uyuyorlar. Kendim çaldığımda, onları sadece bana ait olan bir keyif-filtresinden geçirmeyi ümit ediyorum. Bence, dünyanın en iyi müzisyeni Pascal Comelade‘dir. Popüler müzikle ve kendi hassasiyetiyle, bir müzisyen olarak arzularıyla neşelenmeyi başardı. Amacım onunki kadar doğal bir sanat yapmak. Her şeye dokunmak istiyorum: elektronik müzik, soul, hip – hop… Evde, birçok deneme yaptığım küçük bir stüdyo kurdum. Albümlerime hiçbir zaman girmedi ama. Bu ayrı bir zevk ve başkalarına fazla ilginç gelmeyecektir. Küçük gizli çalışmalarımla insanları rahatsız etmek istemiyorum. Öte yandan, müzikal karşılaşmalara bayılırım. Widespread Panic grubuyla Brute adı altındaki deneyime dair güzel anılarım var.

Günün 24 saati yalnız kalmaktan gururlu ve mutlu müzisyenler mutlaka vardır. Elleri siklerinde şişinenler… böyle bir sebep olamazdı benim için. Yazarken, içimdeki en kişisel olanı mümkün olduğunca çıkarmaya çalışıyorum. Ama sonra, çalmak, kaydetmek, başka bir şey. Başkalarıyla paylaşılması gereken bir oyun. Stüdyoda veya sahnede, başkalarını duymayı, koklamayı, orada, yakınlarında olmayı ve kokularımızın karıştırmasını severim. Her şeyden çok hakiki karşılaşmaları takdir eden yalnız bir ruhum. Her yaratıcı süreci, hakkında konuşmayı seviyorum. Hayatım boyunca mentorlarım oldu. Büyükbabam ilkti. Okulumun bir müdürü de vardı, Athens’li bir şair. Kariyerime başladığımda Bob Mould veya Michael Stipe. Bugün ben de onlara borçluyum. Artık o kadar çok rehberim yok. Aksine, çalışmaları bana yardımcı olan akranlarım beni daha iyi olmaya teşvik ediyor: Lambchop’tan Kurt Wagner, Sparklehorse, Giant Sand, Kristin Hersh. Bunlar haricinde, hayattaki tek gerçek idollerim çocuklar aslında. Harika varlıklar.

(Depresif şarkıcı etiketi hakkında) Her zaman depresyon ve şüphe ile yaşamak zorunda kalsam bile, bunun işime geldiğini sanmıyorum. Kendime her zaman şarkılarımın herkes için olmadığını ve yaşamımın bir drama olmadığını söyledim. İnsanların her şeyi aynı anda sindireeyeeğini de anlıyorum: fiziksel görünüşüm, tekerlekli sandalyem, müziğim. Hüzünlü şarkılar söyleyen engelli bir insan gerçekten çok fazla gelebilir. Eskiden insanları metinlerimin karanlığıyla şok etmek cazip gelmiş olabilir. Gözyaşlarımı öne sürmemde bir tür kibir vardı, şiddetti. Şimdi durum farklı. Artık provokasyon yapmak istemiyorum. Sadece şarkılarda sık sık yazılmayan duyguları ifade etmek istiyorum. En parlak sevinçten en karanlık umutsuzluğa geçerken yayıldığını, dinleyiciyi çektiğini hissediyorum. Ama hayat böyledir. Lambchop gibi olmayı umuyorum, şarkı sözleri beni çok derinden şok edebilirken, müzik genellikle çok tatlı ilerliyor. Şarkılarımı tuhaf küçük ve komik filmler, kara komediler olarak düşünmek istiyorum.

(Akla gelen kötü fikirler hakkında) Ben hep aynıyım, beynimi tehdit eden bu pisliğe karşı savaşıyorum. Başkalarının nezle olması gibi, bazen yakalanıyorum. Temelde benim hatam olduğunu düşünmüyorum. Kendimi sağlıklı tutmaya çalışıyorum. Vitaminlerimi düzenli alırsam sorun olmaz… Müziği bir terapi olarak gördüğümden değil, o kadar basit değil o iş. Sinirsel bir tepki benimki, doğal bir savunma olduğunu söylemeyi tercih edeyim. Artık bu eski dostumu her şeyden çok seviyorum. Pişmanlıklarımla savaşmama izin veriyor. Beni bunalttıklarından değil, ama hala küçük bir şeyler var aktarmak istediğim. Onları bu şekilde etkisiz hale getiriyorum. Aksi halde dayanılmaz.

Dürüst olmak gerekirse artık kendimi yaşlı hissediyorum. Elimden geldiğince sert yaşadım. Bundan sonra mutlu olmak ve güzel şarkılar yazmak istiyorum. Artık keş olmak, uçurumun dibine düşmek istemiyorum, her şeyi bu kadar şiddetle hissetmek istemiyorum. Artık işemiyorum bile. Artık sözde daha yoğun bir yaşam tarzına uymam gerekmiyor. Umarım kendimi eskisi kadar ciddiye almam. Artık o kadar korkmuyorum. Kendimi her zaman haklı çıkarmıyorum, eskisi gibi özür dileyip durmuyorum. Artık başkalarını nakavt etme ya da sersemletme ihtiyacı hissetmiyorum. Bugün zevk aldığım şöhretin derecesi beni tamamen tatmin ediyor, beklenmedik bir şey. Hiçbir zaman zafer hayalleri kurmadım. Belki 21 yaşında ve yakışıklı olsam ticari hırslarım olurdu. Ama fiziksel durumum ve aklımın durumu göz önüne alındığında başarının güzel olacağından emin değilim. Çünkü bugün gerçekten eğleniyorum böyle. Bir ömür boyu böyle sürebilir. Temel olarak müziğimin gerçek sırrı: bana hayatta kalmam için biraz şans vermesi. Tek sorun, insanların bir gecede benden nefret edeceğini kurup durmam. Çünkü bugün işler böyle yürüyor. R.E.M. hariç belki, insanlar kıyamete kadar onlara sevecekler sanırım. Daha açık olmak gerekirse, beni sevenlerin ve benden nefret edenlerin beni seveceğini ve benden sonuna kadar nefret edeceğini düşünüyorum. Ve bana çok uyuyor bu. Çalabildiğim kadar yüksek sesle şarkı söylemeye devam edebilirim. Ve bu ruhum için, kalbim için çok iyi. Tek amacım şarkılarımın biraz daha uzun sürebilmeleri. Bir kez daha önümdeki yılı atlatabilmeyi umut ediyorum.

Okuma Önerisi: Kristin Hersh – Don’t Suck, Don’t Die: Giving Up Vic Chesnutt
Les Inrocks’dan çeviri: Ömer Naci Jr. ✪

Önceki

Roberto Bolaño’nun edebi gezintisi

Sonraki

Uzun Boylu Kafka ve Kız Kardeşleri