Willam S. Burroughs ve Allen Ginsberg, diğer bazı beatniklerle birlikte Louis-Ferdinand Céline hayranıydı ve kendisinden oldukça etkilenmişlerdi. Beatniklerin tam tayfa şeklinde yaptıkları Paris ziyareti, Man Ray’ın sürekli yediği kurabiyeler, Marcel Duchamp’ın Burroughs’a, tanışmaları sonrasında Gregory Corso’nun ayakkabısını yediğini söylemesi gibi nedenlerle verimsiz geçiyordu. Corso da karşılık olsun diye Duchamp’ın kravatını yemiş ve midesini bozmuştu.
Paris seyahati böyle geçerken, La Nouvelle Revue Française editörü Michel Mohrt beatniklerle röportaja gelmişti. Ancak öncesinde, Allen Ginsberg’in otel odasının kapısının altından arkadaşlarının yüzlerce dolarlık kokaninin olduğu zarf atmaları sonucunda, beatniklerin sürekli banyoya gidip çekmeleri neticesinde, röportaj felaketti. Yine de, Mohrt hepsini ayıltan bir şey söylemişti: Louis-Ferdinand Céline’i tanıyordu, bir görüşme ayarlayabilirdi.
Céline özellikle Burroughs’yu etkilemişti. Ginsberg ve Kerouac’a Gecenin Sonuna Yolculuk’u okuması için veren de kendisiydi. Hepsi üzerinde özellikle de kendi üzerinde çok etkili olduğunu söylüyordu. Diğerleri yazınsal olarak etkilenirken, kendisi daha çok düşünce olarak etkilenmişti. Céline’in “geleneksel” biri olduğunu düşünüyordu, tıpkı kendisi gibi. Céline için Fransız edebiyat dergilerinde “bir orta çağ insanı” yorumları da yapılmıştı daha önce.
Mohrt görüşmeyi ayarlamıştı. Tek yapılacak olan Céline’e telefon açıp zamanı belirlemekti. Allen Ginsberg çevirdi telefonu. “Sesinizi duymak ne güzel,” dedi Ginsberg. Céline’in sesi genç tınlıyordu, biraz çekingen gibiydi hatta. Céline duraksayarak “Salı günü saat dörtten sonra herhangi anda…” dedi.
Böylece, 8 Temmuz 1958 tarihinde, Allen Ginsberg, William S. Burroughs, Paris merkezden trene binip güneydoğu Paris’e gittiler. Céline orada, eşi Lucette Almansor ile yaşıyordu. Seine nehrinin St Cloud’a doğru kıvrıldığı alanda bir villaydı. Paris’i yukarıdan gören bir manzarası vardı. Ginsberg ve Burroughs ön kapıya gelip kapıyı çaldılar. Kocaman köpekler gelip havladı kendilerine. Sonrasında Céline geldi ve karşıladı.
Céline uzun boylu, 67 yaşında, kamburu çıkmış, ipince, gözleri parıldayan bir adamdı. Yaz olmasına rağmen kaşkol takıyordu. Kendisi, ilerlemiş yaşına rağmen aile hekimliği yapıyordu. Karısı bale dersleri veriyordu. Ancak fazla hastası yoktu. Yazarlık kariyerinde bir geri dönüş dönemindeydi. Yeniden basılan kitapları ve üzerinde çalıştığı taslak romanı vardı. Dergilerde sürekli röportajları çıkıyor, edebi anlamda sıkça görüşlerine başvuruluyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda yaşadığı sıkıntılarla Danimarka’ya kaçmak zorunda kaldığı günler geride kalmış gibiydi.
Aslında tam olarak öyle değildi. Céline’in edebi anlamda önü hep kesilmişti. Kitapları öne çıkarılmıyor hatta yasaklanıyordu. Savaş sırasında, Nazi işgalinde işbirliği ve anti-semitizm ile suçlanmıştı. işin ilginci, Céline’in kitapları, Hitler’i ağır eleştirdiği için Nazi Almanya’sında da yasaklanmıştı. Naziler hakkında görüşlerinin Fransızlar hakkında görüşlerinden farkı yoktu. 1961 yılında bir röportajında şöyle demişti: “Yahudilere karşı hiçbir şey yazmadım. tek söylediğim, -Yahudiler bizi savaşa itiyor- oldu. Onların savaşı Hitler’leydi ve bu da bizi ilgilendirmezdi. Mevzuya karışmamalıydık. Yahudilerin ikibin yıldır süren bir ağlama savaşı var ve şimdi Hitler onlara ağlayacak daha fazla konu veriyor…” Céline, komünistlerden nefret ettiği kadar, liberallerden de nefret ediyordu. Onu insanlık iğrendiriyordu. Gerçek bir nihilistti. “Olmaya ve öyle kalmaya devam edeceğim, Fransa’nın en zengin olmasa da en sevilmeyen kişisi olmayı sürdüreceğim. Tüm insanlığın toptan aşağılanması bana büyük keyif veriyor,” demişti.
Paris’te direnişçiler dairesini basıp yakıp yıkmıştı. Yazdıklarını da yok etmişti. Komşuları bile kendisinden çekiniyordu. Dolayısıyla cebinde kalan parayla Danimarka’ya geçti. Orada, iki yılı Fransız hükümetinin işbirliği suçlaması nedeniyle hapishanede olmak üzere altı yıl geçirip ülkesine döndü. İşbirliği suçlamaları düştü.
O akşamüstü, Ginsberg, Burroughs ve Céline arkada bahçede oturdular. Céline’in eşi onlara şarap getirdi. Ginsberg, çevrelerinde dolanıp sürekli havlayan köpekler için, köpek fobisi olan Burroughs’u da düşünüp, fransızca köpeklerin zarar verip vermeyeceğini sordu. Céline ingilizce cevapladı: “Gürültü yapıp insanları sinir etmekten ve uzak tutmaktan başka işe yaramazlar. Postaneye giderken beni yahudilerden uzak tutsunlar diye yanımda gezdiriyorum sadece.” Bunu –bir yahudi olan- Ginsberg’e bakıp söylerken ekledi, “Komşular köpekleri öldürmek için zehirli et verdiler.”
Céline ve Burroughs kaldıkları hapishanelerden bahsettiler. Céline, bir ülkeyi ancak hapishanelerini görürseniz gerçekten tanırsınız dedi. Danimarkalıların nasıl tırsak olduklarını anlattı Céline. Burroughs’un uyuşturucu alışkanlığından konuştular. Céline, kitaplarında da kullandığı bir detayı anlattı: Batmakta olan bir gemide paniğe düşmüş yolculara morfin enjekte edip nasıl rahatlattığını.
Jean-Paul Sartre, Samuel Beckett, Henri Michaux ve Jean Genet gibi dönemin önemli yazarlarını tartıştılar. Céline hepsini reddetti, “edebiyat okyanusunda küçük balıklar onlar.”
Beatnikler Céline’e Uluma, Gasoline ve Junkie kopyalarını verdiler. O’ndan nasıl etkilendiklerini anlattılar. Céline ingilizcesi artık eskisi kadar iyi olmasa da, “bir göz atarım” dedi. Artık fazla ziyaretçisi olmayan Céline’in fazla hastası da yoktu. “Genç kadınlar kendilerine genç doktorların bakmasını istiyor. Daha yaşlı kadınlar ise, genç doktorların önünde soyunmayı tercih ediyor. Burada hekimlik yapmak oldukça boktan bir iş.”
Céline, eşi Almansor ile beatnikleri kapıya kadar uğurladı. Amerika’dan Fransa’nın en büyük yazarına selam olsun diyen beatniklere Almansor cevap verdi: “Evrenin!”
Bir nevi kaynakça:
– The Beat Hotel: Ginsberg, Burroughs, and Corso in Paris, 1958-1963, Barry Miles
– Mistaken beliefs about Louis-Ferdinand Céline, Michael Hoffman ✪