[su_heading size=”21″ align=”left” margin=”10″]Altmışlı yılların başında, parasız pulsuz açılıp yürütülmeye çalışılan bir karşı kültür yayınevi tutunamamışları, hırsızları, evsizleri, sokak sanatçılarını, işsizleri, şairleri ve sarhoşluğuyla ünlü bir ozan-yazarı bir araya getirmiş, unutulmaz bir edebiyat hamlesine dönüşmüştü. Loujon Press isimli yayınevi sadece 600 adet basılan ve elle dizilen kitaplar yayımlarken, The Outsider isimli bir dolara satılan ve 3100 adet basılan dergi, dönemin şair ve yazarlarının yer almaktan en çok mutluluk duyduğu yayınlardan biri olmuştu. Derginin daimi yazarı ise, Charles Bukowski’ydi. Loujon Press aynı zamanda Bukowski’nin ilk kitabını da yayımlamıştı. Yayınevini kuran karı koca Gypsy Lou ve Jon Webb, birbirlerine duydukları aşkı, yayıncılık sevgileriyle birleştirdiler, Bukowski dışında, Allen Ginsberg, Lawrence Ferlinghetti, Robert Creeley, Denise Levertov ve Walter Lowenfels bastılar. The outsider’ın 1961’de yayımlanan ilk sayısında Allen Ginsberg, Henry Miller, William Burroughs, Charles Bukowski gibi isimler yer alıyordu. 1971’de Jon Webb’in ölümüne dek sürecek dostluklarının bir durağında, Bukowski bu karşı kültür yayının kurucularıyla söyleşi yapmıştı. Derginin “Pis Moruğun Notları” köşesinde yayımlanan Bukowski ve Webb söyleşisi, editör ve yazar, insan ve insan, insan ve kitaplar, hayat, ölüleri kitaplarla mezarında ters çevirmek ve yeraltında sahicilik üzerine parlamalar barındırıyor. – F![/su_heading]
Charles Bukowski,
Tucson, Arizona, 29 Haziran 1967
Topu atmış bu taşra marketinde oturuyorum, nihayet Henry Miller’ın Order and Chaos Chez Hans Reichel’ı çıkacak bekliyorum, bir yıllık emek var, tüm parçalar tek tek birleştiriliyor, sihirse sihir, metelik olmadığından kalakalmışız, dualar, titremeler, 8×12 Chandler & Value tipo baskı makinesi sallanıyor, alet elli ya da altmış yaşında, tam son sayfaya geldiğimde parçalara ayrılıyor; bir an öyle kalıyorum, diğer kalıp alınıyor, şimdiden Kind Route&Design’ın New York’da gerçekleşen 13. töreninde Tipografi Ödülü almış Loujon Press’in üçüncü kitap mucizesini gerçekleştiren Jon ve Louise (Çingene Lou) Webb’in bir hamleye daha yetecek kadar paraları var mı diye merak ediyorum, burada, terk edilmiş, kıyıda köşede kalmış bu mekana taktıkları isimle “çöldeki basımevi”nin önünde ufalanmış kerpicin ardında öyle oturuyorum – neredeyse iflas etmiş durumdalar.
Tucson’dayız ve Jon Webb ile söyleşmek için kırk derece sıcakta oturuyorum, biliyorsunuz ki sanat her taraftan çıkabilir, cehennemin ortasından veya eski fasülye konservelerinin hayaletlerinden. Söyleşiye başlıyorum:
“her ikiniz de büyük editörler ve kitap üreticilerisiniz. Loujon Press kitaplarınız ve derginiz The Outsider ile orada tanrılarla birlikte, Miller kitabı belki de son birkaç yüzyılda kitap yapımındaki en devrimci parça. sorum şu, sağ kalacağınızı mı yoksa duvarların üzerinize çöküp yok olacağınızı mı düşünüyorsunuz?”
Jon: “sağ kalacağız, fakat duvar aniden çökecek. her zaman böyle olur. Alan Swallow’a olduğu gibi. Kendimizi önemli bir yere koymuyoruz, oraya daha mesafe var.”
buk: “okay. bu türden editörler olma fikri ne zaman ortaya çıktı?”
jon: “iki ya da üç milyon kelimeden sonra yazmayı bıraktım çünkü yaratıcı bir şeyler ortaya koyamayacağımı hissettim. bir şekilde taviz vermeden asla bir şey yayınlatamayacaktım. bu tabii ki tembelliğe ya da yetersizliğe mazaret olabilir – fakat yazmaktan yayınlamaya geçmekle doğru bir hamle yaptığıma ikna oldum. yazar olduğumdan daha iyi bir editörüm. Eğer anlatmaya devam edersem, kendimce mantıklı çıakrımlar yapma bataklığına batacağım.”
buk: tamamdır. başka mevzuya geçelim., hamburgerlerden ataşlara kadar gözüken kağıt ve mürekkep bolluğu bir bakıma saçma bir duruma geldi. bir projeyi bitirdikten sonra diğerinin ulaşılamaz rakamlara gelmekte olduğunu hissetmiyor musun?
Jon: bu işte oldukça cahildim, fakat dürüst bir dolandırıcı olmayı öğrendim. yani tüm bunlar bana yüksek fiyatlarla devil iş adamlarıyla candan bir ilişki geliştirdim. Küçücük siparişimin sadece örnek olduğunu söyleyerek kafakola alıyorum kendilerini, aslında büyük bir sipariş daha yoldaymış gibi, asıl işimi iyi bir anlaşmayla hallediyorum – işadamı jargonu fiyatta indirime almayı getiriyor. Başka türlü söylersek, kamyon dolusu ürün içinmiş gibi fiyat alana kadar istemeye devam ediyorum. Kirli bir yaklaşım biliyorum, fakat mevzunun kirliliğini kafamdan atmak için kolalanmış yakalı gömlekle geleneksel boyunbağı takıyorum.
buk: peki. tüm iş ikiniz tarafında yapılıyor. toplam kazancınızı bölüşüp çalışma saatlerini ayarlıyorsunuz, kişi başı saatlik ücretinizi hesaplasanız kaç olur?
Jon: Eğer maliyetin üzerinde ne varsa diye tanımladığımız kazanç varsa – olursa, şu ana dek maliyetlerin üzerindedir diye hesapladığımız saatlik kazancımız hiçbir zaman sekiz doları geçmedi.
buk: değer mi? kapı kapı gezip pancar toplayıp Fuller fırçaları satmayı tercih etmez misiniz? New York yayıncılarından farklı editöryal ve tasarım teklifleri ne durumda? Zor yolda uğraşmaktan yorulmadınız mı?
Jon: Hayır, zorlanarak çalışmıyoruz. Tıpkı yazdığımdaki gibi. Sevginin aktarılışı bu, o kadar, sevilen birinin ölmesi gibi, yazma fikri de öldü. Yazıya dair sevgiyi yayıncılığa aktardım. Ötekinde de devam edebilirdim ama giderek savrulurdum. Ne de olsa hepimizin bir şekilde çalışıyor olması ekonomik intihar mantıken kendini abartır gibi sanatçı diye tanımlamadan sıyrılmadan kurulamaz. Bence sanatçıyız, fakat iyi yaptığımız her şey tesadüftür, daha yolumuz uzun.
buk: biraz da meleklerden konuşalım. melekler nerede? varolduklarını biliyorum. örneğin, Avrupa’da bir şair var, kendisine pek nadir soru soran ya da kendisini taleplerle boğmayan zengin birileri tarafından şaşılmayacakşekilde desteklenen Amerika sürgünü, inan bana, o kadar iyi bir şair de değil, bence sen de bir meleği ya da iki ya da üç meleği hakediyorsun. senin meleğini belireceğini düşünüyor musun?
Jon: kitaplarımızı satın alan herkes melektir. fakat mevzuya dönmek gerekirse, meleklerin peşinden gitmen gerekli ancak bizim zamanımız olmadı. bir melek için büyük tanıtım yapacağız, iyi bir melek için. kötü meleklerden birçok teklif geldi, iplerle bağlanmış olanlardan. Louisiana’da Kuzeyli üreticiler geliyor diye arazisi aniden değerlenen 4.000 dönüm toprağı olan zengin bir dul. Kocasının ölümünün ardından, metresi olduğunu öğrenmesiyle yazdığı True Story Journal isimli dergi şeklindeki kitabını Loujon Press bünyesinde basmamız için bize 40 dönüm toprakla çiftlik teklif etti. Yazdığı kitap kadının adama bitmek bilmez fırça kaydığı bir metindi, kadın adamı mezarında ters döndürmenin peşindeydi. kalbimiz kırıldı, fakat kendisini geri çevirmek zorunda kaldık.
buk: Miller kitabı çıkıyor mu?
Jon: Bir Miller kitabı nasıl çıkmaz?
buk: Çabuk çıkıyor mu yani. insanları bu kitapları görüp almaları için nasıl haberdar edebiliriz? Çıkardığnız bu kitapların dört ya da beş yıl içinde belki daha kısa zamanda koleksiyoner parçaları olacağından ve yayımlandıkları fiyatın beş on kat fazlasına satılacağından nasıl haberdar edebiliriz?
Jon: O türden insanlara kitap satmak gibi bir derdimiz yok. Yaptığımız kitaplardan haberdar olması gerekenler en nihayetinde koleksiyonerler olacak. fakat birçok kişi kitaplarımızı satın alacak, hiçbiri de bir çeşit melek olduklarının farkında olmayacaklar. oysa biz onları seviyoruz, devam etmemizi sağlıyorlar.
buk: çok doğru. fakat yaptığını kitaplar bir bakışta koleksiyonerler içindir diye çığlık atıyor. bu kitapların ardından ne var?
Jon: Arkalarında kitap yayımlamakla ilgili kuralların, özellikle de tasarımın çıkmaza girmesi var. bizim tüm yaptığımız bu çıkmazdan kurtulmak ya da sıyrılmak için bir yol bulmak amacıyla formatları birbirine karıştırmak oldu. eğer sıyrılımazsak bu işten uzaklaşır gideriz. tıpkı yazmaktan uzaklaşmak ve başka bir konuya dalmak gibi. belki yeraltı filmleri yapmakla ilgilenebiliriz.
fakat tasarıma geri dönersek, McLuhan “medium is the message/araç mesajdır” sözüne inanıyorum, şu ana dek şansımıza özel bir formatla, kendi paketlemimize imkan veren yazarları yayımladık. şu ana dek yaptıklarımız kitaplarda ne yazarları ne de kendimizi incitmedik.
buk: temel yazı tipleri değişti mi? nasıl seçiyorsunuz?
Jon: Gözümüzle. kitapların yazıtiplerine, örneklerine ne kadar eğilirseniz, beğenme eğiliminiz de o derece artar, haftalar süren çalışmadan sonra belirli bir yazı tipinde karar verirsiniz. uzak bir ülkeye mesaj çeker ve o özel hurufatın yirmi ya da otuz yıldır dökülmediğini belirten cevap alırsınız, sonra tekrar baştan başlarsınız. bu durum sıklıkla, bize göre, hurufat konusunun çıkmaza girdiğini, nihayete erdiğini gösteriyor. bu durumda iyi bir ley bulmak için zamanda geriye gitmeye başlarsınız. kitap tasarımında bunu yapamazsınız, eski ustaları kopyalayarak yeni bir kitap tasarımı ortaya çıkaramazsınız. fakat yazıtipini kopyalamak uygundur. yaratım için kullanabileceğini nadir araçlardan.
buk: bir kitap yayımlamaya nasıl karar veriyorsunuz?
Jon: Zor bir durum. Çoğunlukla, yayımlanacak çalışmaya ve yazarına sevgi meselesi. çünkü o çalışmanın etrafında, yazarın da etrafında, o yazara uyacak formatı yaratmak üzere aylarca çalışmalısınız. bize uyacak bir çalışma değil bu, saçma olurdu. tüm format yazarın kişiliği ve yayımladığımız çalışmasının uzantısı olmalıdır. yeteneğine gömülmüş yazara dair sevgi hissetmeden böylesi bir çalışma yapılamazdı. insanlar işimizi sevmemiz gerekir diyor. sevmiyoruz. iş, tam bir cehennem olmasa da oldukça yeknesak. biz çalışmayla ortaya çıkanı seviyoruz, tamamlandığında, henüz bitmiş kitaba, bir başka yazara sevgimizi sırada bekleyene aktaracağımız başka bir cehennem var. acayip, değil mi?
buk: değil. ama devam et. kitap tasarımında yapmayı istediğin nihai şey nedir?
Jon: Gypsy’nin de üzerinde hiç durmadan sürekli kafa yorduğu fikir şu ki bir kitabın güzelliğini ve kendine özgü tasarımını ortaya çıkarıp görüldüğü an kitaba aşık olup koleksiyonerin en değerli nesnesi haline getirmek. Fakat ilk sayfasıyla son sayfası okur kitabı eline aldığı an aniden düşecek, adeta parçalara ayrıacak ve bir daha asla tekrar bir araya getirilemeyecek.
buk: anlıyorum. satın alan, bir daha aynısı gerçekleşecek mi diye ikinci bir kopya daha alacak.
Jon: Yok, Asıl sebep bu değildi. Ama iyi bir fikir vermiş oldun. Sağol.
buk: Sebep ne olursa olsun yazara alavere dalavere gibi. onun çalışması da sizin ki de sonsuza dek cehenneme gidecek.
Jon: Demek ki bunu önsemeyecek bir yazar bulmalıyım. senin gibi mesela.
buk: düşününce, büyük olasılıkla umursamazdım. gelecek nesillere okurun beyni yerine ellerinde dağılacak bir kitabı yazmak eğlenceli olabilirdi fakat alan daralıyor. bu köşenin orada buradaki okurları için iyi bir son sözün var mı?
Jon: Miller kitabına dair tanıtım yapılmış olsa da, Parchment kağıdına basılı, 19-25 inç boyutundaki kitap şimdiden koleksiyonerlerde. fakat biz bu kitaı bize posta kartı atan herkese masraflar bizden olmak üzere postalayacağız. adresimiz 1009 East Elm, Tucson, Arizona 85719, Loujon Press.
buk: haziran ve temmuzda buradai bu cehennem sıcağı da nesi?
Jon: bilmem. fakat cehennemden sonra en iyi yer. belki de bu yüzden buradayız.
buk: söyleşi sona erdi sanırım.
Jon: bence de.
buk: başka bira var mı?
Jon: uğrayacağını bildiğimizden.
Bukowski “çöldeki basımevi”nin mutfağına gidip bir bira alır. söyleşi bitmiştir. şair Bukowski ile editör Net karşılıklı otururlar. birbirlerine ve etrafa bakarlar belki. ölümsüz ruhlar. hayat bir şekilde akıp gidiyor. ✪