Bir roman girişi yazmanın zorluğuna ilişkin Umberto Eco, Gülün Adı‘nın ek bölümünde şöyle yazar: “… bir Hint atasözü vardır, ‘Bir nehrin kıyısına oturun ve bekleyin; düşmanınızın cesedi yakında yüzecektir.” Peki ya bir ceset nehirden aşağı inerse – bu olasılık bir nehir gibi metinlerin kapladığı alanın doğasında olduğu sürece?” Bıçak Sırtında‘da, İspanyol romancı Rafael Chirbes bu fikri harekete geçiriyor.
Ceset ilk sayfalarda, bir bataklık kıyısının çamurunda, bir balıkçının ayaklarının altında, bir sokak köpeğinin ağzında görünüyor. Ana karakter ve anlatıcı Esteban, bu açılış sahnesinden yola çıkarak, çürüyen bedenlerin doğal hale geldiği bir dünyayı ortaya anlatıyor. Onun dünyası ölüler ve canlı cenaze cesetlerle, geçmişten gelen hayaletlerle dolu. Romanı gürültüyle doldurmak için birbirleri üzerine çıkıp konuşuyorlar.
“İflas etmiş birinin elinde kalan en son araç şiddettir ya da eğer çok yumuşak kalpli biriyse, kendi bedeni üzerindeki tasarrufu. Üçüncü dünya ülkelerinde ay sonunu getirmek için bir böbreğini ya da bir gözünü satanlar var. Kendilerini parça parça satıyorlar.”
Chirbes, “Nereye gittiler ,” diye yazıyor,“… gözlerimizin önünden bu kadar hızlı geçen onca insan, nereye gidiyorlardı, nereye gittiler? Borular, kanalizasyonlar, filtreler ve su arıtma tesisleri labirenti tarafından yutulan su, denize akan borular…” Chirbes’e göre,“bu insanların” çoğu onun ailesiydi, “bir Cumhuriyetçi aile… İspanya İç Savaşı’nın kaybeden tarafında,” diyor, romanın son söz kısmında. Babası o dört yaşındayken intihar etmiş. Annesi ona daha fazla bakamayınca Chirbes, Valencia yakınlarındaki bir Akdeniz köyünün demiryolu işçilerinin çocukları için ayrılmış bir yetimhanede büyümüş. Chirbes, bu erken ayrılığı “vatansız bir yazar” haline gelişinin tohumu olarak algılamış. Coğrafi veya politik bağlılıkları olmayan bir yazar.
Chirbes, yeraltı dünyasının arsız ahlaksızlığına ve İspanyol aristokrasisinin beyaza bürünmüş açgözlülüğüne karşı hem denemeler hem de Franco’ya ve Franco sonrası kaosa karşı yazılar yazarak sosyal ve politik bir eleştirmen haline gelmiş sonradan. Yakıcı yorumlarında hiç kimseyi esirgemez, hatta kendisini bile, “Kendinizi en çok hor gördüğünüz karaktere karşı koyarsanız, kendi çelişkilerinizi doğrudan size bakarken bulursunuz.” Bu gerçeklik ışığında, Chirbes karakterlerini hem insanlaştırır hem de insanlıktan çıkarır, hala temsili olmayı başaran karmaşık, alışılmadık karakterler yaratır. Esteban mesela okuyucuyu esir alır, bu sessiz, sürekli dertlerinden yakınan anlatıcı, küçük bir balıkçı köyünden gelen bu tuhaf adam, bu antik zamanların insanı, aşkı ve retorik soruları aşmış, çarmıha gerilmesi kırk yıl geç kalmış bir İsa gibi – kırk yıl çamur ve bataklık çölünde, sessiz şiddet ve seks ve pişmanlık dolu bir hayat sürmüş.
Sonuç olarak, her cümle üst üste biner, geçmişe döner, yeniden karılır ve yeniden yazılırlar. Bıçak Sırtında, hem kişisel hem kişisel olmayan bir tarih kolajı. İspanya İç Savaşı sonrasında asker kaçakları ve hainleri, kirli bataklıklarda saklanan mavi gömlekli Falanjistler tarafından hayvanlar gibi avlanmaları. Esteban, “Yerel halkın gururla bu çürüyen cesetlerin yanında fotoğraf çekmelerine izin verdiler,” diye hatırlıyor. “Birileri hala o fotoğraflara sahip olmalı, avcıların yaban domuzu avından sonra çektiklerinin aynısı.” Esteban’ın babası gibi bazı “hainler”, kendilerini aylarca hapis ve ağır çalışma cezasına, ömür boyu utanç ve acıya teslim ettiler. Roman ayrıca Esteban ve çocukluk arkadaşı Francisco arasında, çocuğunu aldıran Leonor’un hayatının aşkını kaybettiği çok daha sessiz, kişisel bir iç savaşın anlatımıyla ilerliyor.
Belki de hepsinden önemlisi, Esteban 2008 mali krizinin sonrasını, İspanya’nın Olba balıkçı köyünü vuran dünya çapındaki ekonomik çöküş, Esteban’ı, yatırımları bir arkadaşının inşaat işinde kaybolduktan sonra, marangozluk işindeki işçilerin her birini işten çıkardıktan sonra vuruyor (” Joaquin…Alvaro…Julio…Jorge… Ahmed… ofisteki masanın karşısında duranlar.”) Anlatıcı Esteban, Chirbes gibi, insan kaybından payına düşenden daha fazlasını yükleniyor: büyükannesinin ölümü (“gizlice, kapıdaki bir çatlaktan, şekilsiz bir yaratıktan, korkuluklardan ve iniltilerden” anlıyor, altı ya da yedi yaşındayken), Ramon: avcılık, balıkçılık, insanlar hakkında her şeyi öğreten sevgili amcası Ramon’un (“Her insan kendi özel kötülüğünü içerir ”diyen Ramon. “..iştahları… tuzakları… bizler ve sıçanlar ve hamamböcekleri…”), annesinin, ağabeyinin, kız kardeşinin Kuzey’de bir yerlerde orta sınıf bir hayata doğru kayboluşu, küçük erkek kardeşinin bir doğu – Madrid gecekondu mahallesindeki barda kaybolması. Esteban, “Evrenin her zamanki anlamsız mantığıyla, hayat dolu olan ilk ölen kişi olurken, diğeri hala buralarda oyalanıyor” diye açıklıyor. Anlatıcı yetmiş yaşında, hasta babasının ölümünü bekliyor, kendi fiziksel çürümesinden yakınıyor.
Yaşlanan insan vücudu, siyasi ve sosyal bedenin çöküşünün ve çürümesinin bir sembolü tabii. Bu sosyopolitik bozgun, bu çeşitli akıbetlerin karışan sesleri, zaman zaman, monologlarda, hatırlanan veya hayal edilen veya fantezi edilen diyaloglarda neredeyse tutarsız bir şekilde geri döndükçe, dağıldıkça, kesiştikçe ortaya çıkıyor. Ve hepsinin arkasında, Esteban’ın karanlık, kaderci bilinci, anlatıcı, katil, kahraman, hayvan, kurban, sevgili oluşu, aslında sadece emekli bir marangozun oğlu, Tanrı’nın, şeytanın, leşin ve ölü bataklığın mevcudiyedi.
Her şeyden sonra, Esteban için geriye kalan şey, yerel bataklıklarda ölü bedenler gibi çürüyen bir israf manzarası – iflas söylentisi, televizyonun önündeki bir koltuğa bağlanmış ve artık idrarını tutamayan baba, yüksek sosyeteden emekliler ile Bar Castañer‘de geceleri kart oyunları ve bahsettiği, romanı başlatan ve sona erdiren, tek, kaçınılmaz olarak yaklaşan sahne: hikayenin düşük debili akımında (veya daha doğrusu durgun ses tonunda) akan ölüm, “mahrem bir drama, bir alan çalışması, yok edilen tarihi geri yüklemeyi teklif etmek.”
Chirbes’in romanı, vahşi ve soğuk, karamsar gerçekçiliğinde bir restorasyon eylemi gerçekleştiriyor, insanoğlundaki hayvan doğasına bir uyarı atışı, bir uyarı, bataklıktaki bankalar çamur kopmuş bir el gibi ortaya çıkıyor. Bu roman, herkesi suçluyor. ✪